YENİ AVRUPA GEZİSİ
25 MART-02
NİSAN 2017
(8 GECE 9
GÜNDÜZ)
PARİS-MADRİD-BARSELONA-BRÜKSEL-ROTERDAM-AMSTERDAM-KİEV
(5 ÜLKE/7
ŞEHİR)
·
25 MART 2017 (CUMARTESİ)/PEGASUS
10:30 ANKARA(ESB)/ PC-101
- 11:35
İSTANBUL
SABİHA GÖKCEN(SAW) -16:20 PARİS (ORLY(SUD)-ORY
·
26 MART 2017 PAZAR
(PARİS)
·
27 MART 2017( PAZARTESİ ) (30 EURO)
(PARİS-MADRİD)/RYANAIR
09:25 PARİS(BEAUVARİS)/ QMTL2F- 11:35 MADRİD T1 (FR 5445)
·
28 MART 2017 (SALI)
(MADRİD-
BARCELONA)
·
29 MART 2017 (ÇARŞAMBA
)( 20 EURO)
(BARCELONA- BRUSSELS)/ RYANAIR
15:20 BARCELONA T2 (LZBM7U) -17:35 BRUSSELS (BRU) (20.39 EURO)
·
30 MART 2017 (PERŞEMBE)
(BRUSSELS- ROTERDAM)
·
31 MART 2017 (CUMA)
(ROTERDAM-AMSTERDAM)
·
01 NİSAN 2017(CUMARTESİ)
AMSTERDAM
·
02 NİSAN 2017 (PAZAR) (308 TL)
·
AMSTERDAM –UKRAYNA-ANKARA/UKRAINE INTERNATIONAL AIRLINES
05:30 (PS 721 )AMSTRDAM (SCHİPHOL HAVALİMANI (AMS)- 09:20 UKRAYNA (KİEV)-
BORİSPOL(KBP)
20:00UKRAYNA (KİEV)-
BORİSPOL(KBP)-21:55 ANKARA(ESB)
·
25 MART 2017 (CUMARTESİ)
1.GÜN:Opera Meydanı ve Binası, Tuilleries Bahçeleri, Concorde Meydanı,
dünyaca ünlü alışveriş caddesi Champs-Elysées, Zafer Takı, Eiffel Kulesi,
Askeri Müze, Alexandre III Köprüsü, Meclis binası, Napoléon'un Mezarı, Orsay
Müzesi, Louvre Sarayı ve Müzesi, Chatelet Meydanı, Ile de la Cité ve Notre Dame
Katedrali, St. Michel Meydanı ve Çeşmesi, Vendome Meydanı, Madlen Kilisesi,
Grand Palais , Petit Palais ,Comedie Francais, parfüm müzesi
2.GÜN: Fransa’nın da sembolü olan Eyfel Kulesine çıkıyoruz. Daha sonra, tekne
ile Seine Nehri Gezisi’ne çıkıyoruz. Paris’in en muhteşem binalarını
yakından görecek, Seine Nehri’nin köprülerinin altından geçerek
unutulmaz anlar yaşayacaksınız. Bu tekne gezisi sırasında görülecek
yerler arasında Amerikan Kilisesi, Millet Meclisi, Dışişleri Bakanlığı,
Orsay Müzesi, Cité Adası, Notre Dame Katedrali, Adliye Sarayı,
Conciergerie Hapishanesi, Belediye Sarayı, Modern Sanatlar Müzesi ve
Louvres Sarayı bulunmakta. Nehir gezisi sonrası şehrin en ilgi çeken
merkezlerinden biri olan hareketli Pigalle Semti’nden geçerek, günümüzde
halen bohem yaşamın devam ettiği Ressamlar Tepesi adıyla bilinen
Montmartre Tepesine fünikülerle çıkacağız. Burada Sacré-Coeur’ü (Adaklar
Kilisesi) gördükten sonra, Ressamlar Meydanı’nda portrenizi yaptırmak
ve yemek için serbest vaktiniz olacak. Ressamlar Tepesi gezisinin
ardından, vergisiz parfüm, kozmetik ürünler, saat alabileceğiniz Benlüx
mağazasına hareket ediyoruz. Benlüx Mağazasından sonra, St Michel
bölgesindeki Meryem Ana'ya ithaf edilmiş olan dünyaca ünlü Notre Damme
Katedrali'ni panoramik olarak görüyor ve Lüksemburg Bahçelerini görmek
üzere yolumuza devam ediyoruz. Lüksemburg Bahçelerini gördükten sonra
turumuz
Paris, saat
yönünde daireler şeklinde sıralanan 20 bölgeye ayrılıyor. Seine Nehri şehrin
ortasından geçiyor. Caddelerin ve sokakların çoğu trafiğe kapalı.
Mutlaka Görün
- Eiffel Kulesi
- Louvre Müzesi
- Arc de Triumph
- Jardins de Luxembourg
- Pompidou Müzesi
- Parc de La Vilette
- Champs-Elysees Bulvarı
- Disneyland
- Galeri La Feyette
- Lido Show
Mutlaka Deneyin
- Kaz Ciğeri
- Fondue
- Tartar
- Salyangoz Yemeği
- Fransız Peynirleri
- Kruvasan
- Armut Turşusu
Fransa'nın Tarihi
Eyfel Kulesinden Seine Nehri Manzarası
Fransa, Avrupa Birliği adlı
siyasi ve ekonomik örgütlenmenin kurucu üyelerinden biridir ve birlik üyesi
ülkeler içinde yüz ölçümü en büyük olanıdır. Bunun yanında Birleşmiş
Milletler'in de kurucu üyelerinden, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konsey'inin
beş daimi üyesinden biridir.
Fransa adı, “Frankların yurdu”
anlamına gelen Francia sözcüğüne dayanır. Fransa’yı Cermen boylarından
Franklar’ın kurduğu söylenir. Ve ilk Hristiyanlığı kabul edenlerdendir. Bizdeki
Malazgirt Zaferi ne ise Fransızlar’da da Verdun antlaşması odur. 843 yılında
yapılan antlaşmayla Kel Karl batı kısmı alarak şu anki Fransa’yı oluşturdu.
1000 sene öncesine kadar monarşi ile yönetiliyordu ta ki Fransız devrimine
kadar.
Bizdeki Kanuni Sultan Süleyman ne
ise, Fransızlarda da 14.Louis odur. En uzun tahtta kalan kraldır (72 yıl).
Nam-ı diğer Güneş Kralıdır. Kendini soylu kesimden soyutlamak için babasının
bir av köşkü olarak inşa ettirdiği Versay’ı genişleterek Fransa krallığının
yönetildiği bir saray haline getirmiştir. Karısı Kraliçe Maria Theresa’dir. Şu
ünlü “Ekmek yoksa pasta yesinler!” diyen kraliçe. Mozart henüz 16 yaşındayken
sarayda konserler vermiş ve hatta Maria Theresa’nın kızlarından birine aşık
olup imparatoriçenin kalbini kazanmıştır. Ocak 1793'te Fransız ihtilali
esnasında 14.Louis "Vatan Hainliği" suçlaması ile Concorde meydanında
giyotinle idam edilmiştir
Fransız ihtilali sonrasında 5 kez
cumhuriyet kurulur. 18. ve 19.yy’lar önemli buluşların yapıldığı dönemlerdir.
Van Gogh, Picasso gibi ünlü isimler Fransızların bu yükseliş akımına kapılıp
öne çıkan isimlerdir.
Fransa yaklaşık 66 milyon nüfusa
sahiptir. Avrupanın en güçlü ülkelerinden biridir. Dünyada ise ekonomik
faaliyetlerde ilk 10’a girmektedir. Bunun nedeni 18. ve 19. yüzyıllar arasında,
Fransa dönemin en büyük sömürge imparatorluklarından birini kurmuştur.
Amerika’dan sonra sömürgede İngiltere ve Fransa gelir. Dünya topraklarının %8.5
gibi bir kısmını sömürge olarak elinde bulundurur. Bunun bir sonucu olarak şu
an Paris Afrikalı işsiz zencilerle dolu bir şehir olmuştur.
Bugünkü Paris’de çok önemli işler
yapan birisi de Baron Haussmann. 25.000’e yakın binayı yıkıp şu anki Paris’in
St.German, Zafer Takı, Lafayette mağazalarının bulunduğu yerleri inşa etmiştir.
Fakat sonunda rüşvetle suçlanmıştır. Paris dışına yerleşen III.Napolyon, şehri
teslim almak için geldiğinde şoke olmuş. Baron Haussmann'ı karşısına almış:
"Neden bu yollar bu kadar geniş? Neden bu binalar bu kadar kısa?"
diye çıkışmıştır. Kendisinden son derece emin olan başkan Haussmann ise tarihe
geçen şu cevabı vermiştir: “Gün gelecek insanlar bu şehirde araçlarını park
edecek yer bulamayacak. Şimdi "geniş" dediğiniz bu yollar yıllar
sonra minnet olarak geri dönecek...” Paris’de şu an araç park edecek yer bulmak
imkansızdır. Ve şimdi Haussmann'in ileri görüşlülüğüne şapka çıkarırlar.
Paris Gezi Notları
Opera civarı
Güvenilir olmasa da feci güzel
bir şehir olan Paris'in en ünlü caddesi "Avenue des Champs-Élysées"
yani Şanzelize. İtiraf edeyim, Şanzelize'nin bu şekilde yazıldığını öğrenmem
çok uzun bir geçmişe dayanmıyor :) Bu caddenin bir ucu Concorde meydanı ve
dikilitaş, diğer ucu ise Arc de Triomphe yani Zafer Takı.
Şanzelize'de neler mi var, ünlü
markaların muhteşem dizaynlı vitrinlere sahip mağazaları, sevimli pasajlar,
fast food restoranları ve makaronları ile ünlü La Durée pastanesi... Mümkünse
mağazalara dalın, bol bol alışveriş yapın, ara sokaklara girip çıkın ve La
Durée'de bir makaron molası verin. Ben en çok green apple ve orange blossom
aromalıları sevdim ama zevkler farklı olabilir tabii :)
Birer ısırım makaron
Concorde Meydanı'nın hemen
gerisinde Jardin des Tuileries diye bir park var. "Gözümüz park
görsün" diyor ve geziyoruz. Bu parkın bir ucu Concorde meydanı, diğer
ucunda ise Louvre müzesi var.
Louvre Müzesi dünyaca ünlü Mona
Lisa ve daha bir çok önemli eser barındıran bir yer. Günlerce gezsen bitmez
diyorlar, biz de hakkını veremeyiz diye düşünüp girmedik. Girmeyebilirsiniz ama
Louvre'un etrafında aşağıdaki pozları vermediyseniz Paris'e gittiğiniz sayılmaz
:) Müze salı günleri kapalıymış, bilginize...
Musee d'Orsay yani Orsay müzesi
de Paris'in 2. önemli müzesi. Eski bir tren garını müze haline getirmişler.
Seine nehri kenarında gezerken buraya da uğramayı ihmal etmeyin.
Seine nehri Paris'e can veren,
güzellik katan bir nehir. Etrafında yürüyüp, hediyelik eşyalara bakıp,
köprülerde fotoğraflar çekilin. Hatta bir nehir turuna katıldık biz. Kişi başı
13 euro idi. Bu nehir turlarının yemekli olanları da varmış ve fiyatları 25-30
eurodan başlıyormuş. Nehir turlarının kalkış durağı Pont Neuf, Notre Dame'a çok
yakın.
Seine Nehri üzerinde uğramanız
gereken köprülerden biri "Pont des Arts" yani Kilitli köprü, veya
Aşıklar köprüsü. Sevgililer bu köprüye asma kilitlerini asıp anahtarını nehre
atıyorlar ki aşkları ölümsüz olsun.
Bir diğer köprü de Pont Alexandre
III. Sanatsal bir köprü, tasarımı, üzerindeki heykelleri, sokak lambaları ile
hayran bırakıyor.
Notre Dame Katedrali de Paris
ünlülerinden. Kamburunu bilmeyen yoktur. Burası da Seine nehri üzerinde
bulunuyor. Bir kısmı tadilattaydı biz gittiğimizde.
Ve en önemli Paris ikonu, Eyfel
Kulesi, yani Tour Eiffel... Meğer kule Parisli'ler tarafından hiç beğenilmeyen,
metal yığını olarak görülen bir yapıymış. Şöyle de bir hikaye anlatılagelir,
Fransız yazar Guy de Maupassant kule inşa edildiğinde Paris'i terketmiş, ama
şehre her geldiğinde de kulenin 1. katındaki kafelere otururmuş. Bu
davranışının sebebi sorulduğunda da “Burası Paris’in en güzel göründüğü, yani
Eyfel kulesinin görünmediği tek yer de ondan” diye cevap vermiş.
Her ne kadar beğenilmese de Eyfel
kulesi hem Paris'in hem de Fransa'nın sembolü haline gelmiş. Önünde fotoğraf
çekilmezse olmaz!
300 m uzunluğundaki kuleye çıkmak
en önemli Paris aktivitelerinden olsa gerek. Öncelikle önündeki kalabalığı ve
sırada geçecek zamanı gözönünde bulundurmak lazım. Kulenin 1., 2. ve en üst
katına çıkılabiliyor. İlk 2 kata asansör veya merdiven ile çıkılabiliyor.
Merdiven daha az beklemeli, daha ucuz ama daha yorucu seçenek.
Paris'te eğitim gören bir kaç
arkadaşımızın tavsiyesi üzerine biz Eyfel'e değil, Montparnasse'a çıktık.
Sebebi de Eyfel kulesini ışıklı bir şekilde görmek ve sıra beklememekti. 200 m
uzunluğundaki kuleye çıkış 13 euro idi. Hava soğuk, tripodumuz kısa olduğu için
oldukça titrek fotoğraflar çekmiş olsak da enfes Paris manzarası beynimize
kazındı...
Paris manzarasının bir başka
adresi de Montmarte tepesi. Burada Sacre Coeur Kilisesi karşılıyor bizi. İlginç
bir mimariye sahip kilisenin içine girebilirsiniz. Biz gece çıktığımız için dış
cephe aydınlatması binayı sarı renk göstermiş, normalde beyaz. Daha sonra
kilisenin arka tarafına geçip Montmare bölgesinin meşhur ressamlarıyla
tanışabilir, ayaküstü karikatürünüzü çizdirebilirsiniz. Bu bölgede hediyelik
eşyacılar ve kafeler var. Meşhur kırmızı değirmen Moulin Rouge da bu bölgede.
Parislilerin en çok takıldığı
bölge St Germen ve St Michel caddelerinin olduğu bölge. Notre Dame'a çok yakın
olan bu caddeleri zevkle gezdik. Ünlü "Cafe de Flore" de St Germen
caddesi üzerinde. Servis kalitesini bilemiyorum ama orası da görünürde bütün
Paris kafeleri gibi sandalyeler dışarı bakar şekilde konumlandırılmış bir
kafeydi.
St Michel caddesine gelmişken
Jardin du Luxembourg yani Luxemburg Bahçesine uğramalısınız. Çünkü huzur burada
satılıyor...
Alışveriş faslına gelirsek...
Chaussée d’Antin metro durağında indiğinizde Galeries Lafayette alışveriş
merkezine kolayca ulaşıyorsunuz. Galeries Lafayette önündeki sokak
satıcılarının tezgahlarına da göz atmayı unutmayın, çok değişik ürünler var.
Lafayette'in 6. katına yani hediyelik eşyalarının olduğu bölüme bayıldım ben.
Buradan Fransız şarapları, Paris temalı kutular içinde bisküviler, ilginç
tasarımlı Paris hatıraları alınabilir. Bir de her yerde afişini gördüğüm Kusmi
Tea ürünlerini de burada buldum. Merak edip aldım ve çaysever biri olmadığım
halde Kashmir Tea diye bir çeşidinin bağımlısı oldum, bitmesin diye azar azar
kullanıyoruz.
Eczaneler de bir başka güzel, bir
başka ucuzmuş Paris'te. Meslektaşlarıma ayıp olmasın ama kozmetiğe
meraklıysanız uğramanızı öneririm :)
Paris'te kahvaltı anlayışı
kruvasan eşliğinde kahve... Bunu denediğimiz gün kahvaltıdan 1-2 saat sonra
karnımız zil çalmaya başlayınca bir daha tekrarlamaya gerek duymadık ve
kahvaltıda sandiviçe karar kıldık.
Akşam yemeği için çok popüler
mekanlardan biri "Relais de Entrecote". Burası rezervasyon yapmayan,
akşam saat 7 de açılan bir yer. Eğer burada yemek istiyorsanız restoran
açılmadan gidip sıraya girmeniz gerek. 7den sonra giderseniz de kapının
önündeki sıraya katılıp bekleyebilirsiniz. Eti tek seferde değil, soğumaması
için 2 seferde sunuyorlar.
Türk yemeği özlerseniz Strasbourg
St Denis metro durağında inip Derya Restorantı sorabilirsiniz.
Paris'te krep çok meşhur. Tavsiye
üzerine tatlı olanlardan değil, peynirli ve tavuklu çeşitlerinden deneyin.
Gerçekten lezzetli ve hafif. Montparnasse civarı krepçilerin yoğun olduğu bir
bölge.
krepler
Bir de Paris'te gezilecek
yerlerin haritadaki konumlarını kabataslak gösteren bir harita ekliyorum, plan
yaparken yararlı olacağına inanıyorum.
Paris'te gezilecek yerler
Paris gezmekle de anlatmakla da
bitecek bir yer değil. Havanın kapalı, soğuk ve yağmurlu olmasına rağmen Paris
milyonlarca hayranına bir de beni ekledi. Kaç kere gitsem de bıkmam diye
düşünüyor, herkesin yolunun bir gün Paris'e düşmesini diliyorum , alternatifler
için size bir de haftalık gezi programlarını içeren bir mini rehberi de buraya
ekliyorum, keyifli okumalar!
Paris'te Bir Hafta
1. Gün
Paris'e ilk kez gelmişseniz
gezinize Eyfel Kulesi ile başlasanız iyi olur. Benim önerim önce 6 numaralı metro
ile Trocadéro'ya gelmeniz, buradaki meydandan harika bir Eyfelmanzarası ile
"Paris'e Hoşgeldiniz" havasını yakalamanız. Meydanın
ilerisine,Eyfel'e doğru yürüdüğünüzde sağınızda ve solunuzda merdivenler
olduğunu göreceksiniz, bunlardan birinden inip Eyfel Kulesi'ne doğru
yürüyebilirsiniz. Kulenin altına, tam orta noktasına mutlaka gidin; gerçekten
çok büyüleyici bir andır oraya ulaştığınız zaman.
Vaktiniz varsa Eyfel Kulesi'ne
çıkabilirsiniz ama bu en azından yarım gününüzün gitmesi demek. Tercih sizin,
hava durumuna göre gezinize devam edebilir ya da kuleye çıkmayı seçebilirsiniz.
Biletinizi önceden internetten alırsanız sıra bekleme derdiniz olmaz ama
randevu günü ve saati fikslenmiş olacağı için o gün hava kötüyse bile kuleye
çıkmak zorunda kalacaksınız. O nedenle bileti önceden mi almalısınız yoksa
geldiğinizde bilet kuyruğunun uzunluğu ne kadar olur, bu tamamen sizin risk
almanız gereken bir durum.
Eyfel Kulesi'nden sonra nehir
boyunca sol tarafa doğru yürüyerek Pont de Bir-Hakeim Köprüsü'nün oradaki
istasyondan 6 numaralı metronun Étoile yönüne binip son durakta inerseniz Zafer
Takı'nın olduğu yere yani Champs-Élysées'nin başına gelirsiniz. Yine
tercihinize ve vaktinize göre Zafer Takı'na çıkabilir ya da doğrudan Champs
Élysées'den aşağı inebilirsiniz. Bu caddeyi elbette ki yürüyerek gezeceksiniz.
Zevkinize, ilginize ve yorgunluk durumunuza göre de sağlı sollu kaldırımlarda
karşıdan karşıya geçerek aşağı doğru yürüyüşünüze devam edebilirsiniz. İlginizi
çekiyorsa Louis Vuitton'un dev mağazasına bir bakmakta yarar var. Ladurée'de
bir makaron molası vermek hoş olabilir ya da içeriye şöyle bir bakıp çıkmak...
Biraz aşağıda -eğer sıra yoksa- Abercrombie & Ficth mağazasını gezmek de
hoş olabilir.
Bir süre sonra mağazalar bitecek,
yeşillik alana ulaşacaksınız. Buradan yolunuza devam ettiğinizde biraz aşağıda
sağ tarafınızda Grand Palais'yi, onun karşısında da Petit Palais'yi
göreceksiniz. Vaktiniz varsa ücretsiz gezilen Petit Palais'ye girmenizi
öneririm, bir de az ileride Seine Nehri üzerinde karşınıza çıkacak olan Pont
Alexandre III mutlaka görülmesi gereken çok güzel bir köprü. Onun karşısında da
Napoléon'un mezarının olduğu Invalides var.
Grand Palais'nin sol tarafındaki
ağaçlıklı alanda ise Élysée Sarayı bulunuyor. Hemen önündeki Café Lenôtre'da da
oturup bir şeyler yiyip içebilirsiniz; şahane bir yer...
Champs-Élysées üzerinde yolumuza
devam edecek olursak bir süre sonra ulaşacağınız nokta Concorde Meydanı
olacaktır. Buradan karşıya geçip Tuileries Bahçesi'ne girebilirsiniz. Bu parkta
yürüyüş yapmak, havuz çevresindeki yeşil sandalyelere oturup dinlenmek müthiş
keyifli. Dilerseniz cafélerde de bir şeyler yiyip içebilirsiniz.
Biraz dinlendikten sonra yine hiç
sapmadan yürüyüşe devam ederseniz Louvre Müzesi'ne ulaşacaksınız. Buraya
geldiğinizde müzeyi gezmek için hem vaktinizin hem de halinizin kalmayacağını
düşünüyorum, o yüzden bugünkü gezinizi burada noktalayabilir, Louvre'u gezmeyi
yarına bırakabilirsiniz. Dilerseniz Paris'te bu ilk gecenizi Lido'da ya da
Crazy Horse'ta bir kabare izleyerek geçirebilirsiniz. Madem güzel başladık,
turistik de bir gezi yapıyoruz, o zaman ilk akşam yemeğini de Relais de
l'Entrecôte'ta yemenizi öneririm. Bütçe yapmak istiyorsanız da o zaman sizi
Restaurant Monté-Carlo'ya alalım.
2. Gün
Sabah erkenden Louvre Müzesi'ni
gezerek güne başlamak en akıllıcası olacaktır. Hazır gücünüz kuvvetiniz
yerindeyken, en az yarım gününüzü buraya ayırmanız gerekiyor. Tabii ki günlerce
gezseniz bitiremeyeceğiniz müzeyi ilginizi çeken ve görmek istediğiniz eserlere
öncelik tanıyarak gezmenizde fayda var. Biletinizi önceden online satın
alırsanız, bilet kuyruğunda zaman kaybetmez, güvenlik kontrolünde ayrıcalıklı
giriş hakkınız sayesinde daha hızlı giriş yapabilirsiniz.
Müze gezisi sonrası Louvre'un tam
karşısında Paris'te en hesaplı tax free parfüm alışverişi yapabileceğiniz
Benlux bulunuyor, hazır bu civardayken oraya da bir bakın isterseniz, üstelik
yazıdaki detayları okuduktan sonra ekstra indirim alma şansınız da var...
Sonrasında Louvre'un Seine Nehri
tarafından Pont des Arts'a, hani şu meşhur, eskiden kilitlerin asıldığı köprüye
ulaşabilirsiniz. Buradan doğuya doğru gittiğinizde de Pont Neuf'e varmış
olursunuz. Bu köprüden karşıya geçip Cité Adası'nda dolaşmanızı öneririm.
Buradan adanın diğer ucuna doğru yürürseniz Sainte Chapelle'e,
Marie-Antoinette'in giyotinle idam edilmeden önce son günlerini geçirdiği
Conciergerie'ye ve en önemlisi Notre Dame'a ulaşırsınız.
Notre Dame'ın karşısı Saint
Michel oluyor. Bu bölge yeme-içme konusunda hayli seçenek sunan capcanlı bir
yer. Ayrıca ünlü kitapçı Shakespeare and Company'yi de hazır buradayken
görmelisiniz. Hemen sağ çaprazda da Saint Germain Bulvarıvar. Bilmem vaktiniz
kalacak mı ama Les Deux Magots ve Café de Flore da o tarafta yer alıyor;
ikisinden birinde yorgunluk kahvenizi alıp biraz dinlenebilirsiniz.
Kendinizi Paris sokaklarına
kaptırıp rotanızı kaybetmemeyi başarırsanız sonrasında Notre Dame'a yeniden
dönüp katedralin arkasından yürüyüşünüze devam ederek diğer adaya, Île Saint
Louis'ye geçebilirsiniz. Çünkü burada görecek çok güzel yerler var. O adanın
diğer ucuna kadar yürüyebilirsiniz.
Bugünlük adanın sonundaki
köprüden sağa dönüp yürümeye devam etmenizi -yol üstünde bir yerler aklınızı
çelmezse, şehrin en güzel Arjantin restoranı El Palanque'ta yemenizi önereyim.
Benimkisi sadece öneri; hep söylediğim gibi Paris'te birbirinden güzel bir ton
seçenek mevcut.
3. Gün
8, 12 ya da 14 numaralı
metrolarla Madeleine Kilisesi'nin orada inip önce o kiliseyi gezdikten sonra
sağ çaprazınızdaki Boulevard des Capucines üzerinden Opéra tarafına
yürüyebilirsiniz. Yolunuz üzerinde Olympia Music Hall ve Place Édouard
VIIgörmeniz gereken yerlerden. Daha sonra Opéra Meydanı'na ulaştığınızda
karşınıza muhteşem Opéra Garnier çıkacak. İmkanınız varsa burayı gezmeye en az bir
saatayırmanızı tavsiye ederim.
Operanın arkasında da Lafayette
ve Printemps var. Artık burada geçireceğiniz zaman dilimi size kalmış.
Sonrasında Place Vendôme tarafını da bir görüp geri gelebilir sonra Boulevard
des Capucines üzerinden yürüyüşünüze devam edebilirsiniz. Bulvarın hemen
girişinde sağdaki Starbucks'a uğramayı sakın ihmal etmeyin, içeri girince ne
demek istediğimi anlayacaksınız...
Bu yol sizi Grands Boulevards'a
çıkaracaktır. Yol üstünde sağınızda göreceğiniz Passage des Princes'i atlamayın
derim. Biraz ileride solda karşınıza çıkacak olan Hard Rock Cafe'yi de görmek
isteyebilirsiniz. Öğlen orada mı yeseniz? Bilemiyorum. Ayrıca mumya müzesi
Musée Grevin de Paris'e bir hafta geçirebilecek olanlar için görülmesi gereken
ilginç ve keyifli bir yer. Bir de Grands Boulevards'ın üç güzel pasajı
Jouffroy, Verdeau ve Panoramas da görülesi yerlerden. Biraz daha ilerlerseniz
de Grand Rex'e gelirsiniz. Sinema dünyasının perde arkasında ilginç bir deneyim
yaşamak için burayı da gezmek hoş olabilir. Sonrasında solda da Türk Mahallesi
karşınıza çıkacak. Akşam yemeğini Türk yemeği mi yapsak? Eğer aklınızı çelerse,
burada değil, bence şehrin en iyi Türk restoranı olan Labranda'da yemenizi
öneririm. Fransa'dayız, niye Türk yemeği yiyelim ki diyorsanız da haklısınız, o
zaman Grands Boulevards'daki Victoria Staition ya da Chartier iki güzel seçenek
olabilir.
4. Gün
Bugünün neredeyse tamamını
Montmartre Tepesi'ne ayırabilirsiniz. Önce Pigalle'de bir gezinti, sonrasında
tepeye doğru bir yürüyüş, Halle Saint Pierre ve Marché Saint Pierre, füniküler
ile yukarı çıkış, Sacré Coeur Bazilikası, Place de Tertre; sonrasında tepenin
arka tarafındaki üzüm bağları, Dalida'nın izleri ve son olarak Montmartre
Mezarlığı neredeyse tüm gününüzü muhteşem bir şekilde geçireceğiniz bir şekilde
size Paris şenliği sunacaktır. Restoran önerisi olarak bu bölgede Le Basilic'i
kesinlikle öneririm.
Bugün kısa geçecekmiş gibi
görünüyor yazdıklarımdan ama Montmartre
Tepesi yazısını tıklayıp da o deryanın içinde kaybolunca bunun hiç de böyle
olmadığını anlayacaksınız. Bu bölgede yapacak çoook şey var.
Hala haliniz ve vaktiniz kaldıysa
buradan Père Lachaise Mezarlığı'na geçmenizi öneririm. Zira orası da son derece
etkileyici, bir o kadar da büyüleyici bir yer. Hatta vaktiniz kısıtlıysa
Montmartre Mezarlığı yerine doğrudan Père Lachaise'e geçebilirsiniz.
Gece için de Moulin Rouge da
harika bir kabare şovu unutulmaz bir Paris deneyimi yaşamanızı sağlayabilir. Ne
dersiniz?
5. Gün
Châtelet ile Bastille arasında
kalan bölgeye gerçi bir gün yetmez ama yine de vaktiniz kısıtlı olduğu için
bugünü buraya ayırmanızı önereceğim. Châtelet ve Bastille iki ayrı bölge, ikisi
de birbirinden canlı ver hareketli. Bu ikinin arasındaki Marais Bölgesi ise
başlıbaşına bir zenginlik. Hangi köşesini kurcalasanız karşınıza ilginç bir yer
çıkıyor. Forum des Halles, Centre Pompidou, Musée Carnavalet, Place des Vosges,
Maison de Victor Hugo, Musée Picasso, Village Saint Paul, Arts et Métiers
Müzesi, Arsenal Limanı - Port de l'Arsenal ve daha pek çok gezip görülesi yer
bu civarda yer alıyor. Daha bir de Saint Martin Kanalı boyunca yürüyüş var? Bir
bakmışsınız ki akşam olmuş. Akşam yemeğini Robert et Louise'de mi yeseniz?
Tüm gününüzü bu civarda
geçirebileceğinizi düşünüyorum ama kazara bitirdiğinizi düşünürseniz o zaman
Seine Nehri tarafına inip nehir kıyısı boyunca bir yürüyüş yapabilirsiniz.
6. Gün
Aslında yapacak daha çok şey var
ama Paris'e bir haftalığına gelmişseniz bir gününüzü Verasilles Sarayı'na ayırmakta fayda var.
Sarayı gezmeseniz bile gidip görmeli, en azından bahçesinde dolaşmalı, dev
göletinde kürek çekmeli ya da çevresinde bisiklete binmelisiniz.
Dönüşte RER-C ile Musée
d'Orsay'de inebilir, haliniz varsa burayı gezebilir, Seine Nehri oyunca bir
yürüyüş yapabilirsiniz. Aslına bakarsanız şatolara meraklıysanız, biraz da
Paris dışına çıkmayı göze alabilirseniz gezebileceğiniz daha pek çok güzel bir
şato var. Aslında bunları söyleyip kafanızı daha da karıştırmalı mıyım
bilmiyorum ama benim görevim size imkanları söylemek, size düşen de içlerinden
bir seçim yapmak: Fontainebleau Şatosu, Vaux le Vicomte Şatosu, Chantilly
Şatosu, Pierrefonds Şatosu, Compiègne Şatosu ve daha neler var neler... Üzgünüm
bunların hepsini yapmaya bir hafta yetmez, en az iki haftanızı ayırmanız gerek...
Belki de Paris dışında bir gün
geçirmek için diğer bir seçenek Disneyland olabilir. Malum, çocuklu aileler için Disneyland mecburi bir
destinasyon. Hatta işin içine Disneyland girince belki de oraya en az iki gün
ayırmak gerekebilir... Üstelik o civardaki meşhur outlet center La Vallée
Village da gitmeyi tercih edebileceğiniz bir yer olur sanıyorum. Seçim size
kalmış. Akşam da La Vue Bar'a gidip Eyfel Kulesi manzarası eşliğinde bir şeyler
mi içseniz?
7. Gün
Gördünüz mü bir çırpıda bitti
günler, oysa gezip görecek daha ne çok yer var. Son gün uçak saatinize göre bir
Panthéon'u görmekte fayda var, sonrasında da Lüksemburg Bahçesi'nde bir yürüyüş
iyi gelecektir.
Bu geziden sonra fazla vaktinizin
kalacağını sanmıyorum. Artık otele gidip eşyalarınızı alıp Orly ya da Charles
de Gaulle havaalanlarından birine gidebilirsiniz.
Size çok özet olarak bir program
vermeye çalıştım. Kiminiz yorgunluk, hava şartları, ve çeşitli öncelikler
nedeniyle bu programın tamamını yapamayabilir. Kiminizse keşif canavarı olarak
tüm parkurları tamamlayıp "ee daha yok mu?" diye sorabilir. Olmaz
olur mu tabii ki var.
Örneğin La Défense, Gare du Nord,
Gare St. Lazare, Musée du Quai Brenly, Canal Saint-Martin, Grande Mosquée de
Paris, Musée Rodin, Tour Montparnasse, Bois de Boulogne, Bois de Vincennes, Bit
Pazarı, Paris Yeraltı Mezarları - Catacombes, Ballon de Paris, Grand Lac des
Ibis, Le Vésinet - Le Pecq gibi neler neler var görülecek. Artık siz
programınızın erken biteceğini düşündüğünüz zaman dilimlerinde bunlardan
birkaçını o günkü gezilecek yerler listenize ekleyebilirsiniz. Bir de gezinizin
Pazar gününe denk gelen kısmını Paris'te Pazar Günü Neler Yapılır?yazısına
bakıp ona göre revize edebilirsiniz.
Paris'e daha önce geldiyseniz de
artık o zaman biraz daha şehir dışına çıkabilir, Compiegne Şatosu,
Fontainebleau Şatosu, Vaux le Vicomte Şatosu, Chantilly Şatosu, Pierrefonds
Şatosu, Monte Kristo Şatosu, La Roche Guyon Şatosu gibi şatoları gezebilir,
Giverny, Barbizon gibi birbirinden güzel köyleri görmek için birer gününüzü
ayırabilirsiniz. Eminim bu saydıklarımı inceledikçe Paris'e birkaç kez daha
gelmek isteyeceksiniz...
Son olarak, yorgun olduğunuz bir
gün oturduğunuz yerden 42 numaralı belediye otobüsü ile Paris turu yapmak
isterseniz, tek bilete böyle bir seçenek de mevcut...
İSPANYA- MADRİD
•27
MART 2017( PAZARTESİ )
(PARİS-MADRİD)/RYANAIR
09:25 PARİS(BEAUVARİS)/ QMTL2F-
11:35 MADRİD T1 (FR 5445)
BAŞLARKEN
Latin esintileri içinde dans, lezzet ve eğlence dolu günler. Barselona ve Madrid turu ile İspanyol dünyasını keşfedin! İç kıpırdatan notalarla ıslanmış sokaklarda yürürken şarkılar kulağınıza çalınır. Ayaklarınız, siz istemeseniz bile bu dünyanın ritmine ayak uydurup dans etmeye başlar. Saçlarınız uçuşurken klasik İspanyol mimarisinin en güzel örnekleriyle dolu sokaklar hayat doldurur içinizi. Katalan bölgesinin naifliğini ve tarihini koruyan yapısı, geniş kaldırımları ve huzuru arayanlar için sunduğu binlerce seçeneği sizi cezbeder. Tarihi yapıların aynı anda hem o kadar heybetli hem de tatlı ve naif olmasına şaşırırsınız. Hareket ve çılgınlık aradığınızda Madrid’e doğru kayar, bu büyük metropolün hızına ayak uydurmaya çalışırsınız. Futbol şehirlerinde, ateşli İspanyol atmosferini ve dünyanın en muhteşem iki stadını görüp o ateşi içinizde hissedersiniz. Tepelerden sahile doğru süzülürsünüz. Akdeniz’in en mükemmel sahillerinde kendinize gelirsiniz. Güneş yukarıdan vururken hem şehri hem de sizi aydınlatır. Gün batımında tatlı bir meltem eşliğinde muhteşem Latin içkilerini yudumlarken “Hayat bu işte!” dersiniz. Neler Yapılır? Barselona, ünlü mimar Gaudi’nin elinden çıkmış desek yanlış olmaz. Mimaride modernizm akımının öncüsü olan Gaudi’nin eserleri ve hayatına dair ayrıntıların görülebileceği Sangrada Familia ve Park Guell; Barcelona’da mutlaka görülmesi gereken yerlerden. Şehrin en ünlü caddesi La Rambla’da bir gezintiye çıkıp kendinize ya da sevdiklerinize hediyelik eşyalar satın alabilirsiniz. Barselona dendiğinde belki de şehirden önce akla gelen Barcelona futbol takımının mabedi Nou Camp’ı görmeden Barcelona’ya gitmiş sayılmazsınız. Bu muhteşem stadyumda gezintiye çıkarak takımın lisanslı ürünlerinden satın alabilirsiniz. Hem Madrid’de hem de Barselona’da, ünlü İspanyol mezeleri tapasların tadına bakmalısınız. Ayrıca klasik İspanyol omleti Tortilla ve ünlü İspanyol içkisi Sangria’nın tadına mutlaka bakmalısınız. Madrid’in en merkezi meydanı olan Plaza Mayor, açık havada içkisini yudumlamak isteyenler için ideal. Madrid’te önemli bir yer tutan ve ‘Altın Üçgen’ ismi verilen sanat müzeleri de gezilebilir. Gece hayatını deneyimlemek isteyenler içinse Huertas bölgesi rota olarak belirlenebilir. Tur Hakkında Katılmak için Shengen vizesine sahip olmanız gereken tur, 3 saat sürecek bir uçak yolculuğu ile başlıyor. Genelde yarı merkez konumlu ve metro ile merkeze ulaşım sağlanacak otellerde konaklama sağlanıyor. Kışları ılıman, yazları ise bir hayli sıcak geçen ülkeye yapılacak yaz turlarında yanınıza şapka, güneş gözlüğü ve bolca yedek çamaşır almanız faydanıza olacaktır.
Akdeniz’in en batısında, Portekiz ile beraber İber Yarımadası’nda yer alan, dünyanın en fazla sayıda Dünya Mirası Kentine sahip, dünyada en çok ziyaret edilen üçüncü ülke olan Espana (Spain), sıcakkanlı insanları, rahat yaşam tarzı, yemekleri, canlı gece hayatı, futbolu, tarihi ve festivalleri ile Türkiyeli turistlerin de seyahat için çok tercih ettikleri bir ülke.
Güneyde ve doğuda Akdeniz’e,
kuzeyde Atlantik Okyanusu’na kıyıları olan ülke batıda Portekiz, kuzeyde
Fransa, Andora ve güneyde Cebelitarık ile komşu. Ülkenin toprakları ayrıca
Akdeniz’de Balear Adaları, Atlantik Okyanusu’nda Kanarya Adaları ve Kuzey
Afrika’da Ceuta ve Melilla adlı iki özerk şehri de içeriyor. 504.712 km2
alanıyla, Fransa’dan sonra Batı Avrupa’daki ikinci büyük ülke. 650 metrelik
ortalama yüksekliği ile İsviçre’den sonra Avrupa’daki ikinci en yüksek ülke.
GEZİLECEK YERLER
Katalonya Özerk Topluluğu’nun başkenti ve ünlü Mimar Antoni Gaudi’nin muhteşem eserlerinin buluduğu İspanya'nın ikinci büyük şehri, şahip olduğu eserlerden ötürü nüfusunun dört katı kadar turisti kendine çekmektedir. Panoramik olarak gerçekleştireceğimiz şehir turumuzda, “Bitmeyen Kilise” olarak da bilinen La Sagrada Familia, İspanya ve Catalunya Meydanı, Gaudi'nin Evleri (Casa Batllo ve Casa Mila), Katalunya Meydanı, La Rambla Caddesi ve Port Olimpic görülecek yerler arasındadır.
Onyar Nehri’nin kıyısında kurulmuş ve ilk bakışta Floransa’yı anımsatmakta olan, yörenin en zengin şehri olan Girona ile başlıyoruz. Daracık sokakları ve katedrali ile görülmeye değer şirin bir ortaçağ şehri olan Girona ayrıca parfüm filminin sinema çekimlerinin yapıldığı şehirdir. Panoramik olarak yapılacak turumuzda; Aslan heykeli, Katedral Meydanı, Mezuzalı evler, Yahudi Mahallesi, Rambla ve ünlü mağazaları göreceğiz. Serbest zaman sonrası Pirene dağlarının manzarası eşliğinde Figueras Kenti’ne doğru yola çıkıyoruz. Kasaba öyle etkileyici bir atmosfere sahiptir ki bütün dünyanın hayranlık duyduğu sınır tanımaz ressam Salvador Dali’ye hayatı boyunca ilham kaynağı olmuştur. Burada Ünlü sürrealist ressam “Salvador Dali’nin” kendi elleri ile dekore ettiği müze evi gezeceğiz. Her bir eserinin değeri milyonlarca dolarla ifade edilen bu müzede, ölümsüz aşkı Gala’yı resmettiği, zihinleri zorlayan eserlerinin bulunduğu müzeyi ziyaretimiz
Endülüs İslam medeniyetinin ilk başladığı şehri, Musevi Mahallesi ve Plaza Mayor’u görüyoruz. Ardından günümüzün katedrali geçmişin ana Camii olan yapıyı gezerek, geçmişin izlerine tanık olacağız. Turumuz ardından Madrid`e doğru yolumuza devam ediyoruz. Panoramik şehir turumuza, Plaza mayor adı verilen büyük meydan ile başlıyoruz. Bu meydanda 136 bina ve avluya açılan 437 balkon bulunmaktadır. Zamanında bu balkonlardan boğa güreşleri ve engizisyonun yaktığı insanlar izlenmiştir. Şehrin kalbi Puerta Del Sol, Plaza mayor adı verilen büyük meydan, Kraliyet Sarayı’nın halka sesleniş yeri Plaza De Orient, Şehir’in ne kadar zengin olduğunu göstermek maksadıyla giriş kapısı olarak yapılmış Alcala Kapısı, galerili damları ile göz dolduran Gran Via, Plaza Colon ve Cibeles Meydanı ve Çeşmesi ile Cervantes Anıtı görülecek yerler arasındadır.
1.GÜN MADRID
Toledo gerçek bir açıkhava müzesi ve İspanya’nın eski başkenti, Unesco Dünya Mirası listesinin en önemli kentlerinden biridir. Ülkenin en heybetli katedrali, dünyaca ünlü ressamların eserlerine ev sahipliği yaparak dünyanın sayılı müzeleriyle yarışır hale gelmiştir. El Greco’nun kenti olarak bilinen Toledo, 16. yy’dan günümüze değişmeden gelmeyi başarmıştır. Roma, vizigot, arap, gotik, rönesans mimarisinin izlerini taşıyan yapılar, dar sokaklar, El Greco’nun tabloları, tipik pastaneler, Damascino mağazaları ve tabii ki ünlü katedrali ile turistik bir haç yeridir. Toledo’daki başka bir gelenek Arapların kenti fethettikleri zamandan kalma badem ezmesi imalatıdır. İnsanın ağzını sulandıran bu şekerlemeyi tatmadan Toledo ziyareti
İspanya Tarihi
Ülke tarihinde ilk yerleşim
yerlerini MÖ 1100 yıllarında Fenikeliler kurmaya başladılar. Ülkede daha sonra
sırasıyla Keltler, Yunanlar, Kartacalılar, Romalılar, Germenler, Alanlar,
Suevler, Vandallar, Vizigotlar, Müslüman Emeviler hakimiyet kurdular. 1492’de
Müslümanların son kalesi Granada Krallığı yıkıldı ve Kristof Kolomb İspanyol
hükümdarının maddi desteğiyle Amerika’yı keşfettiği ünlü gezisine çıktı. Bu
seyahat, İspanyolların dünyanın en büyük sömürge imparatorluklarından birini
kurmasına neden oldu.
I. Dünya Savaşı’nda ülke tarafsız
kaldı, fakat savaştan etkilendi. Fransa,ülkenin bazı topraklarına saldırıp
işgal etti. General Primoderivera, çıkan ayaklanmaları bastırarak ülkede
diktatörlük kurdu. 1930 yılında iktidardan düştü. Bir yıl sonra yapılan
seçimleri cumhuriyetçilerin kazanması sonucu Kral VIII. Alfonso ülkeyi terk
etti. 1936’da yapılan seçimlerde cumhuriyetçi solcuların başarılı olması üzerine
ülkede iç savaş baş gösterdi.
İspanya İç Savaşı
İspanya İç Savaşı (İspanyolca
Guerra Civil Espanola) 17 Temmuz 1936 ile 1 Nisan 1939 tarihleri arasında,
demokratik seçimle gelen Halk Cephesi tarafından kurulan İkinci İspanyol
Cumhuriyeti’ne sadık Cumhuriyetçiler ile General Francisco Franco
liderliğindeki isyancı Milliyetçiler arasında yaşandı. Milliyetçiler kazandı ve
Franco, 1939’dan 1975 yılında ölümüne kadar ülkeyi yönetti.
Darbeyi Franco’nun askerleri,
Özerk Haklar Konfederasyonu, dindar-muhafazakar Carlsistler, faşist
Falanjistler, kralcılar, din adamları, feodal toprak sahipleri, Kuzey Afrikalı
Araplar, ABD, İngiltere, Nazi Almanya’sı ve Faşist Mussolini İtalya’sı
destekledi. Seçimle gelen Cumhurbaşkanı Alcala Zamora ve Başbakan Minuel Azana
liderliğindeki İkinci Cumhuriyeti ise Cumhuriyetçiler, solcular, sosyalistler,
işçiler, köylüler, anarşistler, çeşitli ülkelerden gelen gönüllüler, (Fransa,
Almanya, Avusturya, İtalya, ABD, Meksika, Küba, Kanada, İngilte, SSCB,
Arnavutluk, Yugoslavya, Yahudi halklarından) Uluslararası Tugaylar destekledi.
Seçimle kurulan İspanya
Cumhuriyeti’ni yıkmak için isyan eden, Hitler ve Mussolini’nin desteklediği
General Franco’nun askerlerine karşı gönüllü savaşa katılan yürekli kadınlar.
Dünyanın en haklı, destansı ve umutlu savaşlarından biri kaybedildi, yine
kötüler kazandı. Yüzbinlerce kişiyi katleden Franco ülkeyi 36 yıl faşizmle
yönetti.
Cumhuriyetçilerin savaşta iki
sloganı vardı. Biri (faşizme) Geçit Yok anlamında, tüm yurdu saran ve direnişin
sembolü haline gelen No Pasaran, diğeri ise Yaşasın İspanya anlamında
kullanılan Arriba Espana idi. Franco’nun baş sloganı ise Viva la Muerte (Yaşasın
Ölüm) idi. İspanya İç Savaşı küçük bir dünya savaşı sayılır, ülkede
uluslararası bir emek ve sermaye savaşı yaşandı. Dünyanın en haklı
savaşlarından biri kaybedildi, kötüler kazandı. Garcia Lorca gibi aydınlar
dahil yüz binlerce kişiyi katleden Franco ülkeyi 36 yıl faşizmle yönetti.
İspanya Kültürü
Kelt, Fenike, Roma, Arap, Bask,
Katalan, Galiçya, Portekiz, Fransız kültürlerinin de etkisiyle Akdeniz ve güney
batı Avrupa değerleri ve tarihi tarafından şekillendi. İspanyollar uzun
yemekleri, şarkı söylemeyi, dans etmeyi, eğlenmeyi, okumayı, sohbet etmeyi
seviyorlar. Flamenko dansı ve boğa güreşleri İspanya kültürü içerisinde biri
iyi diğeri kötü olan en ünlü gelenekler.
Flamenko dansı
İspanyol edebiyatı denince akla
en çok Fernando de Rojas, Gonzalo de Berceo, Diego Gonzales, Lazarillo de
Tormes, Miguel de Cervantes (Don Quixote, Don Kişot), Miguel de Unamuno, Juan
Ramon Jimenez, Federico Garcia Lorca, Pedro Salinas ve Claudio Rodriguez adlı
yazar ve şairler geliyor. Resim sanatında
Francisco Goya, Pablo Picasso, Salvador Dalí ve Juan Gris uluslararası
sanat dünyasında en ünlü isimler. Mimaride Antoni Gaudi en tanınmış kişi.
İspanyol sinemasının en büyük isimleri Luis Bunuel, Pedro Almodovar, Penelope
Cruz, Fernando Rey, Antonio Banderas, Javier Bardem ve Fernando Fernan Gomez.
Salvador Dali
İspanya Hava Durumu ve İklimi
Büyük bir ülke olan İspanya’da
hava durumu ve iklim bölgelere göre değişiyor. Seyahat için bölgelere göre hava
durumu ve mevsim koşullarına bakalım.
Atlantik iklimi: Atlantik
Okyanusu kıyısındaki bölgelerde görülür: Galisya, Asturya, Kantabria, Bask
Ülkesi, Navarra. Özellikle kış aylarında yağış görülür, kış ve yaz oldukça
ılıman geçer. Tur veya gezi için rahat bir bölge.
Okyanus-karasal iklim: İber
Yarımadası’nın ortasında görülür: Kastilya Leon, Madrid, La Rioja, Kastilya-La
Mancha, Ekstremadura ve Endülüs. Kışın hava durumu oldukça soğuk geçer ve
özellikle kuzeyde kar yağışları görülür, yazlar ise sıcaktır. Kayak tatili
isteyenler hariç kış mevsimi seyahat planı için uygun değil.
Kıtasal Akdeniz iklimi: Aragona,
Katalonya, Valencia (iç kısımlarında), Murcia, Kastilya-La Mancha ve Endülüs’te
görülür. Yağışlar ilkbahar ve sonbahar aylarında görülürken, yazlar sıcak,
kışlar ise soğuk geçer. Hazırlamakta olduğum gezi notları ülkenin çoğunlukla bu
bölgelerinden.
İspanya gezisi
Akdeniz iklimi: Katalonya’da,
Balear Adaları’nda, Valencia’da, Murcia’da ve Endülüs’te görülür. Çoğunlukla
ilkbahar ve sonbahar aylarında yağış olur. Yağışlar kuzeyden güneye doğru
gidildikçe azalan bir seyirdedir (Barselona 640 mm, Tortosa 524 mm, Valencia
454 mm, Alicante 336 mm, Almería 196 mm). Kış aylarındaki hava sıcaklıkları çok
düşük olmamakla birlikte yazın sıcak bir hava hâkimdir. Fazla sıcak
sevmeyenlere yaz mevsimi gezi için önerilmez.
Subtropikal iklim: Turistik tatil
merkezi Kanarya Adaları’nda görülür. Neredeyse bütün yıl boyunca ılıman bir
iklim hâkimdir (18 ile 24 °C arası). Kış mevsimi yok denecek kadar hafif geçer.
Santa Cruz de Tenerife’deki ortalama hava sıcaklıkları ocak ayında 17,9 °C,
ağustos ayında ise 25,1 °C’dir. Kanarya Adaları’nın yağış oranı bölgeden
bölgeye büyük farklılıklar göstermektedir.
Dağ İklimi: Pireneler’in yüksek
kesimlerinde ve Kastilya dağlarının yüksek yerlerinde görülen bir iklimdir.
Kışlar uzun geçer, yazlar ise kısa ve hava ılımandır. Kış mevsiminde bölgede
yoğun don olayları görülür bu sebeple yaz aylarının gelmesi uzar, yazlar kısa
ve ılıman geçer Temmuz ayının ortalarına doğru bölgede şiddetli yağmurlar
başlar ve su baskınları meydana gelir.
İspanya’da Gezilecek Noktalar ve
Şehirler
Madrid — İlginç müzeler, mimari,
lezzetli yemekler ve gece hayatı sunan İspanya başkenti.
Barcelona — Ülkenin ikinci büyük
kentinde turistik yerler, modern ve şık mimari, zengin kültür, barlar,
kumsallar var. Gezilecek yerler arasında ilk sırada.
İspanya’da gezilecek yerler
Bilbao — Guggenheim Müzesi’nin
olduğu sanayi kenti.
Cadiz — Batı Avrupa’nın 4000
yaşında en eski kenti, karnavalı meşhur.
Cordoba — Mutlaka gezilecek
noktalar arasında yer alan Kurtuba Camii dünyanın en güzel binalarından biri.
İspanya’da gezilecek noktalar
Granada — Sierra Nevada Dağları,
Elhamra Sarayı ve birçok tarihi yer, görülecek noktalar arasında.
Malaga – Alcazaba Kalesi, Roma
Tiyatrosu, Picasso Müzesi.
Seville — Dünyanın üçüncü en
büyük katedralinin olduğu Endülüs başkenti.
Valencia —Paella yemeği ve
kumsalıyla ünlü, gezilecek yerler arasında.
Zaragoza — Aragon Özerk
Bölgesi’nin Arap ve Hiristiyan mimarı stilleri karışımı Müdejar mimarisi.
Almeria — En güzel kumsallar ve
tapas.
Costa Blanca — Kumsallar ve güzel
köyler, gezilecek yerler.
Costa Brava — Deniz tatili için
kıyılar.
Costa del Sol — Güneşli sahiller.
Gran Canaria — Farklı iklimleri
ve doğasıyla “minik kıta”.
Ibiza — Dünyanın en ünlü tatil ve
eğlence merkezlerinden biri İbiza Adası.
La Rioja — Ünlü İspanyol şarabı
Rioja ve dinozor fosilleri.
Mallorca — Harika kumsallar ve
eğlenceli gece hayatı sunan turistik tatil adası.
Sierra Nevada — İber
Yarımadası’nın en yüksek dağları kayak ve yürüyüş için ideal.
Tenerife — Yemyeşil ormanlar, bitki
örtüsü, dağlar, volkanlar, kıyılar ve kumsallar.
İspanya gezi planı
Fiyatlar ve Alışveriş İspanya pahalı bir ülke değil, en
azından batı Avrupa standartlarında ucuz. İlginçtir ki günlük harcamalarımda
birçok şeyin fiyatının 1.2 avro olduğunu gördüm. Kahve, belediye otobüsü
bileti, küçük bira, kızarmış ekmek, poğaça, 1 litre şarap, küçük şişe su, 1
kilo portakal, 1 litre benzin, hepsi 1.2 avro.
İspanya’da alışveriş
Yemek fiyatları bizden biraz
yüksek. 5-6 avroya hafif bir yemek, büyükçe bir sandviç yenebiliyor. 10 avroya
menüler oluyor; seçmeli iki çeşit yemek, 1 içecek ve 1 tatlı veya meyve
veriyorlar.
İspanya’da fiyatlar
Markette gördüğüm fiyatlardan
bazıları; Amstel yabancı bira 0.34 avro, 1 kilo kırmızı et 3.75 avro,
yukarıdaki 2 litre sızma zeytinyağı 9.11 avro, kutu kola 0.3 avro, 100 gram
sucuk 1 avro, 1 kilo nohut 2.2 avro, 200 gram etli mantı 1.35 avro, 1 kilo
salatalık 1 avro.
Barselona Gezi Rehberi
Barselona, Avrupa'da görülmesi
gereken önemli yerlerden biri. Paris gibi, Amsterdam gibi, Türk turistlerin ilk
tercihlerinden :) Her zevke hitap edecek özellikte bir şehir. Daracık
sokaklarında sokak sanatı, sokakların açıldığı geniş meydanlarda ise heykel
sanatı fışkırıyor! Güzel müzeleri, eğlenceli pubları, alışveriş imkanları,
futbol takımı, plajları ve kendine özgü yemekleri ile yaşayan bir şehir...
Baharda Barselona, iyi fikir!
Barselona şu an İspanya sınırı
içinde olsa da Barselonalılar kendilerine İspanyol değil, Katalan diyorlar.
Kendi dilleri Katalanca. Katalonya bölgesi sakinleri, İspanya'ya gerek turizm
gerekse futbol takımı ile en çok para kazandıran bölüm iken İspanya'daki
krizden yüksek oranda etkilenmiş olmaktan memnuniyetsizler. İşsizliğin en yoğun
olduğu Avrupa ülkesi imiş İspanya.
İşsizlik oranı bu denli yüksek,
ekonomik kriz ayyuka çıkmışken bu şehre giden turistlere yapılacak en yerinde
uyarı "hırsızlara dikkat!" olacaktır. Ben okuduğum her blogda bu
uyarıyı gördüm ve Barselona'da bir şeyler çaldırmış arkadaşlarımın hikayelerini
dinledim. Tüm kalabalık yerlerde turist rehberlerinin de ekiplerini hırsızlara
karşı uyardığına şahit oldum. Lütfen siz de çok korkun, tedbirli olun.
Tedbir olarak kendime çok sıkı
bir çanta seçmiştim, ben bile içinden paramı telefonumu zor alabiliyordum. Öyle
telefonumu masada bırakıp sağıma soluma bakınayım demedim hiç; telefon elimde
değilse çantama girdi, fermuar da sıkıca kapandı. Fotoğraf makinemin boyun
askısını da kalabalıkta kaybolmaktan korkup annesinin elini sımsıkı kavramış
küçük bir çocuk edasıyla tuttum. Ve zafer! Hiç bir şey çaldırmadan işte geldim
burdayım!
Barselona'da toplu taşıma oldukça
gelişmiş. Metro biletleri de pahalı değil, tek bilet aldığınızda 2.15 euro
fakat biz T-10 adı verilen 10 binişlik birden fazla kişinin kullanabildiği
kartlardan aldık. 10 binişlik kart 10.30 euro idi. Olgun ile ikimiz kullanıp
gezinin sonunda 10 lulardan 4 tane filan harcamış olduk.
MADRİD
PUERTA DEL SOL MEYDANI
Öncelikle Puerta del Sol
Meydanı’ndan başlamak gerekirse, bu Meydan, Madrid’in göbeğinde, hatta daha
güzel bir tabirle, sınıf noktasında yer alan, etrafında tarihi kiliselerin,
cafe, bar ve restoranların, mağazaların, ünlü caddelere (meselâ Gran Via gibi),
ünlü meydanlara açılan (meselâ Cibeles Meydanı gibi), kesinlikle görülmesi,
gezilmesi gereken bir yer. Yerel moda markalarının yanı sıra fiyatları uygun
olan H&M, Zara, Bershka gibi uluslararası markalar da burada bulunabilir.
Beni çok da alakadar etmediği için, kısa bir bilgi verip geçelim. Ayrıca yakındaki
hediyelik eşya dükkânlarında eski, tarihi ve yerel ürünleri de bulmak mümkün
ama bu konuda aşağıdaki uyarılarımı da okuyun. Puerta del Sol’e, metroyla
sadece 1, 2 veya 3. hatlarından ulaşılıyor. Hatta daha ayrıntılı olması için
Meydan’ı mihenk noktası alarak, şuradaki Google/map/place’dan çevredeki
görülecek yerlere ve yakınlıklarına bakılabilir.
Meydan, eski Madrid’in şehir
kapılarından birinin alanına inşa edildiği için, “Puerta del Sol - Güneşin
Kapısı” adı buradan geliyormuş. Tabi artık ortada “kapı” falan yok. Yarım daire
şeklinde olan “Puerta del Sol”, günümüzdeki şeklini 1854 – 1860 yılları
arasında yapılan yenileme çalışmalarına borçluymuş. Dahası bu meydanın
Madrid’in en işlek noktalarından birisi olduğunu zaten ilk görüşte anlıyorsunuz.
Kral III. Charles'ın at üzerindeki bir heykeli de (yanda) bu meydanın tam
ortasında bulunuyor.
Üstelik tüm yerel ulaşım
noktaları buraya açılıyor; festival ve politik gösteriler de burada
düzenleniyormuş. Meydan, turistlerin ortak uğrak noktası (ortalık turist
kaynıyordu), Madrid sakinlerinin buluşma yerişmiş (yani İstanbul Taksim, İzmir
Saat Kulesi ayarında); dahası aklınıza hayalinize gelmeyecek gösteriler sunan
sokak sanatçıları burada izlenebilir; hatta bizler birçoğuna rast geldik.
Buradaki "pişmiş aşa su" ise, "bir ülkede ne kadar fazla sokak
göstericisi varsa, o kadar işsiz ve göçmen vardır" formülünü anımsamak
olsa gerek...
Bu ve benzer sebeplerden dolayı,
bu meydan ayrıca hotel, hostel, turistik kalınacak yerler açısından da zengin
bir yer. Puerta del Sol’un Güney tarafında “Real Casa de Correos” olarak
bilinen yapıya ait bir de saat kulesi var. 18. yüzyılda postanenin bir parçası
olarak inşa edilen saat kulesi günümüzde de hâlâ dimdik ayakta. Yeni yılda
kutlamalar esnasında geri sayım yapılırken bu saat kullanılıyormuş. Eğer
yılbaşında Madrid’deyseniz, kesinlikle Puerta del Sol’e gelip bu tecrübeyi
yaşamalısınız.
Öte yandan, Casa de Correos’da
bulunan bir kaldırım taşı da “sıfır kilometre” olarak kabul ediliyormuş. 1950
yılında yerleştirilen taş, 2009 yılında yenisi ile değiştirilmiş.
Bu binanın tam karşısındaki yani
Puerta del Sol’de görülebilecek en önemli üç heykel de var. Bunlardan en ünlüsü
şehrin sembollerinden “El Oso y El Madrono” (The Bear and the Strawberry Tree /
Ayı ve Çilek Ağacı) heykeli... Bu heykel 2009 yılında meydandaki orijinal
yerine taşınmış. Şehrin önemli sembollerinden biri olduğu için(Atletico Madrid
takımının armasında da var), hemen hemen tüm hediyelik eşya çeşitlerinde Çilek
Ağacına Tırmanan Ayı’yı görebilirsiniz. Hikâyesinin Madrid’deki tarlalarda
gezinen ayılar ve bol miktarda yetiştirilebilen çilekten geldiği
düşünülmekteymiş. Bu konuda değişik efsaneler olsa da bir diğer heykel “El Oso
y El Madrono”, ünlü sanatçı Antonio Navarro Santa Fe tarafından yapılmış. Diğer
heykellerin Venüs ve Diana’yı tasvir ettiğini söyleyerek bu paragrafı
bitirelim. Yine de Paris sonrası bu heykeller çok sönük kalıyor bunu da
belirtmeliyim.
GRAN VIA CADDESİ
Gelelim şehrin en önemli caddesi
olan ünlü Gran Via’ya... Burası bizim Bağdat Caddesi gibi geniş ve çok
hareketli, 2 km kadar uzunluğunda bir cadde. Bir ucu şehrin popüler
meydanlarından PLAZA de ESPAÑA’ya, diğer ucu da şehrin en uzun caddesi Calle de
Alcala’ya çıkıyor.
Gran Via, Madrid’in en önemli
alışveriş bölgelerinden birisi olmakla birlikte (ünlü mağazaların tümü burada)
ayrıca gece hayatıyla da oldukça popüler. Birçok bar, restoran, gece kulübü ve
pub bu cadde üzerinde sıralanmış. Üstelik bu cadde, çok fazla tiyatro ve
gösteri merkezine sahip olmasından dolayı, İspanya’nın Broadway’i olarak da
biliniyormuş.
Caddenin en dikkat çekici olan
yönü ise, çok katlı ama etkileyici mimariye sahip binaları ki bunlardan en
meşhur iki tanesi Metropolis ve Telefonica binaları. Metropolis Binası, mimari
olarak müthiş bir yapı, hemen dikkatinizi çekiyor (yanda güzel bir fotoğrafını
yakaladım). Telefonica da güzel bir bina, fakat üzerindeki ışıklı reklâmlar genel
silüeti bozuyor. Bir de Plaza de España’daki EDIFICIO ESPAÑA binasını da
mutlaka görmelisiniz, bu yapı da dikkate değer...
PLAZA DE CIBELES
Gran Via’dan aşağıya inip Alcala
Caddesi’ne çıkmışken, Madrid’in en önemli meydanlarından biri olan ve 1782’de yapılan
Kibele Çeşmesi (Fountain of Cibeles) - Plaza de Cibeles’e de mutlaka uğramanız
gerekiyor. “Plaza de Cibeles”, Madrid’teki ünlü meydanlardan bir başkası…
Alcala Sokağı, “Paseo del Prado” ve “Paseo de Recoletos” arasında bulunuyor.
Ventura Rodriguez’in tasarladığı Charles
III döneminde inşa edilen bu çeşme, mermerden ve neo-klasik tarzda yapılmış.
Roma doğa tanrıçası Kibele’den adını almış. Madrid’in sembollerinden olan bu
yer, yine hemen hemen tüm hediyelik eşyalarda rastlanabilecek bir simge...
Meydanda Fuente de Cibeles, yani
bir Roma Dönemi Anadolu Tanrıçası olan Kibele Çeşmesi de bulunuyor. Zaten
meydan da ismini, bu heykelden almış. Heykel çok orijinal, aslanların çektiği
bir arabada Tanrıça Kibele’yi görüyoruz. İnsan bir Anadolu Tanrıçası’na ait
heykeli kendi ülkesinde değil de Madrid’te görünce tuhaf oluyor, hatta
öfkeleniyor. Medeniyetler beşiği olan bir ülkede, tek medeniyet ve onun militer
sembolleri dışındaki tümünün dümdüz edilmesi (en hafif tabirle) ne hazin!
Meydanın dört bir köşesi 18. ve
20. yüzyılda inşa edilmiş sanat eserleri ile dolu. Plaza de Cibeles’de bulunan
“Kibele Sarayı - Cibeles Palace” da görülmeye değer. 1777 yılında Alba Dükü
tarafından inşa edilen saray Ventura Rodriquez’in tasarladığı Fransız tarzı bir
bahçe ile çevrili. Aynı meydanda dikkati çeken bir diğer yapı İspanya Banka
Binası - Espana Bank Building adıyla tanınan banka binası. 1882 – 1891 arasında
yapılan banka binasının eski adları “Dük Sarayı - Palace of Duke” ve “Duchess
of Bejar - Bejar Düşesi”ymiş. Ayrıca “Linares Sarayı - Linares Palace da Plaza
De Cibeles”de burada bulunuyor. Barok tarzında inşa edilen bu yapı 1873 yılında
yapılmış.
Bir de bu meydanda, tanrıça
heykelinden ihtişamını gölgeleyen, mimarisi ve görüntüsüyle insanı oldukça
etkileyen ve yapımı 1919’da tamamlanan “Palacio de Cibeles” ya da eski adıyla
“Palacio de Comunicaciones” binası da var. Binanın içerisini, vaktimiz olmadığı
için, gezemedik. Dışarıdan ise gerçekten muhteşem görünüyordu. Yanda çektiğim
kareleri görebilirsiniz.
Bir not daha, Madrid
takımlarından Real Madrid şampiyonluk ve kupa ile futbol zaferlerinin
kutlamalarını burada yapıyor (meselâ tam döndüğümüz gün Şampiyonlar Ligi
şampiyonluğu kutlamaları burada yapıldı). Atletico Madrid ise 500 m ilerideki,
Prado Müzesi’nin yanındaki Plaza Lealtad Meydanı’nda (kısacası meydanlar
bölünmüş durumda) kendi kutlamalarını yapıyor ki, geldiğimiz gün buna şahit
olduk ve biz de katıldık.
Son bir not: Plaza de Cibeles’e
metro 2. hat ile “Banco de Espana” durağında inerek ulaşabilirsiniz.
PLAZA MAYOR
Madrid’in tarihi merkezinde
bulunan ve saltanat kokan Plaza Mayor, bence ilk görülmesi gereken yerlerden
birisi. Tıpkı Avrupa’daki diğer muadilleri gibi, ihtişamlı ve etkileyici bir
meydan olarak “görülmesi gerekli yerler” listesinde sivriliyor. Okuduğum
blog’larda, Brüksel’deki Grand Place’a benzediği de belirtiliyor. Burada dört
bir yanı kırmızı renk ağırlıklı, balkonlu, birleşik binalardan oluşan,
dikdörtgen şeklinde, günün her anı canlı bir meydan ile karşılaşıyorsunuz.
Plaza Mayor, ayrıca, oldukça da
büyük de bir meydan. 129 m x 94 m ölçülerinde, yani bir futbol sahasından %30
daha büyük. Meydanı çevreleyen binaların alt katlarında da cafe, restoran, bar
ve hediyelik eşya, antikacı dükkânları var.
Plaza Mayor, şehrin en eski
yerleşim bölgesinde olduğu için, çevresindeki sokakları da gezmenizi özellikle
tavsiye ederim. Biz bu meydanı gezerken, meydanın bir bölümüne büyük bir sahne
ve dev bir ekran kurulmuştu ve yerel flamenko grupları, kalabalık bir seyirci
kitlesine gösterilerini sunuyorlardı. Böylesi bir gösteriye şahit olmak
gerçekten güzeldi.
PALACIO REAL (DE MADRID)
Plaza Mayor’un hemen
yakınlarında bulunan altın ve gümüş ile
işlenmiş “Palacio Real de Madrid Real” (İng: Royal Palace of Madrid) ise,
kraliyet ailesinin resmi sarayı, zaten kelime anlamı da “Madrid Kraliyet
Sarayı” biçiminde kendisini buluyor. Madrid’in en büyük ve güzel yapılardan
olan bu saray, Plaza de Oriente’nin de yanında yer alıyor. Batı Avrupa’daki en
büyük saray olan “Palacio Real”, 1734 yılında yangından zarar gören eski
Alcazar alanı üstüne inşa edilmiş. Eski şehir duvarları günümüzde hâlâ
görülebiliyor.
Bu yapı, Filippo Juvarra
tarafından, V. Felipe ve hükümdarlığı için inşa edilmiş. Saray, “Güzel
Sabatini” ve “Campo del Moro” parkları ile çevrili, buralar gezince dinlenmek
için oldukça ideal... Aşağısında ise, muhteşem bir orman mevcut ve manzarası da
harika... Günümüz İspanya’sında “krallık”, toplumda, sadece sembolik bir
şekilde yer aldığı için, 1738 yılında yapımına başlanan bu saray, artık sadece
resmi törenler için kullanılıyormuş. Kraliyet ailesinin temsilcileri Kral Juan
Carlos ve krallık ailesinin geri kalanı, Madrid’in hemen dışında yer alan,
“Palacio de la Zarzuela”da yaşıyormuş.
Sarayın hemen karşısında bulunan
Almudena Katedrali de, gezilmesi gereken yerlerden birisi. Yapımına 1883’de
başlanmış ve 1993’te tamamlanmış. Kapalı olduğu için burayı dolaşamadık. 2004
Yılında bu katedralde kraliyet ailesinden Prens Felipe, eski TV spikeri Letizia
Ortiz ile evlenmiş ve tören televizyonları başında tam 25 milyon kişi
tarafından izlenmiş. Kraliyet ailesinden birilerinin, halktan biriyle
evlenmeleri, lezzetli bir magazin olması nedeniyle, dünyanın her yerinde
oldukça ilgi çekiyor.
Tekrar saraya dönmek gerekirse,
Palacio Real içerisinde mobilya, halı, resim, seramik ve Tiepolo’nun önemli
sanat ve fresk çalışmaları ve daha fazlası görülebilir. Sarayın gezi plânı,
birbirinden güzel onlarca odadan oluşuyor. Giriş yerinden itibaren “girilmez”
şeklindeki kırmızı şeritler sizi zaten direkt olarak çıkışa doğru yönlendiriyor
(IKEA’nın gezi plânı gibi düşünün). Odalar muhteşem mobilyalar, tablolar,
heykeller, kraliyet ailesine ait eşyalar, mücevherler ve bu aileye Dünya’nın
farklı yerlerinden gelen hediyeler, harika halılarla dolu. Bildiğimiz
"saray" yani...
Şöyle bir ayıklamak gerekirse,
“Porsellona Room” ve “Gala Dinning Room” benim favori odalarım oldu. Fakat Kral
ve Kraliçe’nin ikamet ettiği “Salôn del Trono” üzerine söylenecek bir şey
olduğunu düşünmüyorum. Gerçekten bu salon için “muhteşem” lafı az kelime kalıyor.
Salonun yerleşimi ve dekorasyonu bir tarafa, özellikle insanlar, hayvanlar,
melekler, ilginç kuşlar, kötülüğü temsilen yarasalar, askerle, meyve ağaçları
ile dolu tavan süslemelerine dikkat edilmeli. Notlarına göre salon, Giovanni
Battista Tiepolo tarafından dizayn edilmiş.
İlginçtir, sarayı gezen turist
kafilelerinin neredeyse tamamı rehberli tura katılan İspanyol turistlerden
oluşuyordu. Kendi yaşadığı şehirdeki müzenin önünden bile geçmemiş bir ülke
insanının anlaması zor tabi... Daha da enteresanı, kaç tane bebek arabası
gördük ama ağlayan bir tane bile bebek yoktu. Nasıl bir bebek eğitimidir? Ya da
bu çocuklara ne yediriyorlar arkadaş?...
Dikkatimi çeken bir nokta da
şuydu ki, saray camları yıllanmış oldukları için doğal olarak pürüzlü bir görüntü
arz ediyorlardı, bu da ışığın daha az içeriye girmesini sağlıyordu. Bize olaydı
da verileydi ihalesi hükümet yanlısı bir camcıya, içerisi ışıl ışıl, değil mi
yaa... Bu yüzden odalar ve ara holler daima loştu. Saray'ın ortasında bir de
avlu var ama iç mekânlar ne kadar ihtişamlıysa, yapının dış mekânı da bir o
kadar sönük ve gösterişsiz.
Benim için en feci durum ise,
daha girişte fotoğraf makinemi gören görevli tarafından, “fotoğraf çekmenin
yasak olduğuna” dair aldığım uyarıydı. Hâlbuki, iyi bir DSRL makineye sahibim
ve flash’sız da gayet güzel kareler çekebiliyorum. Taşı, kuşu, sineği çeken
"Capon turist" de değilim; birkaç güzel kare bana yeterliydi, yeter
ki izin verselerdi, neyse artık... Oysa Giriş’te sarayın her odasının boy boy
fotoğrafı olan katalogların satıldığı bir müzede, bir turistin çekeceği birkaç
karenin nesi "yasak olur" anlaşılır gibi değil. Sanırım asıl amaç
“katalog satmak” üzerinde düğümleniyor, illâ ki sinekten yağ çıkarılacak. Yine
de ben birkaç kare çektim. Fakat her odada bir görevli olduğu için, gizli gizli
de olsa güzel bir kare almak için çok zorlandığımı, bu yüzden 5-6 kez ciddi
uyarılar aldığımı da belirtmeliyim. Hatta bu konuda, turist gezdiren
rehberlerin hepsinin de (onların üzerine ne vazifeyse artık) “işbirlikçi” olduklarını
da özellikle eklemem gerekiyor. Makinemde flash kullanmamama rağmen, hiçbir
biçimde fotoğraf çekmeme izin verilmedi. Fotoğraf makinesini kaldırdığım anda
beni ihbar ediyorlardı. Bu yasağı gezdiğimiz diğer müze ve saraylarda da
gördük. İspanya bu konuda çok kötü ama sonuçta bize de yasak mı işler (bu
sıradaki iç mekân karelerinin tümünü gizli çektim), daha onun farkına
varamamışlar.
Sarayın bir de savaş aletleri
bölümü var. Burası model atlar ve onların üzerindeki savaşçılar, toplar,
kılıçlar, şövalye kıyafetleri, tüfekler, oklar, kalkanlar, tabancalar, zırhlar
vb. ile dolu bir bölüm. Bazı zırhlarda, “arkadaş iyi yırtmış” dedirten, derin
mermi çekirdeklerinin de izleri vardı. Buranın bir salonu silme asker ve savaş
atıyla doluydu ki, sanki bir Haçlı ordusuyla karşılaşmışsınız hissi
uyandırıyordu, içeriye girince alt çenenizin aşağıya düşme garantisini şimdiden
verebilirim.
Yine de aman dikkat, bu bölüm,
sarayın karşı cephesine denk düşüyor, fark edilmeyen küçük bir bina ve gezmek
için yer altına iniliyor. Yani fark etmeden atlayıp geçme ihtimaliniz çok fazla
ama “mutlaka görün” derim. Görevliyle köşe kapmaca oynayarak, hızlıca ve tam karelemeden
gizlice çektiğim fotoğraflar yanda… Sonunda yine dibimden ayrılmaz oldu, tabi
ki benim de gardım düştü.
Bir de Saray, “efsane burunlu”
III. Carlos’un tablolarıyla dolu. Kırmızı ve patates burunlu bu adamın “kral”
olmasının, vaktiyle bunların tümünü örttüğü de sanıyorum herkesin malumudur.
Hatta kadınlara “seksi” bile gelmiş olabilir. Daha fazla okuyup bir “kral”
olamadık mı demeliyiz? Sarayda ayrıca Velazquez, Goya, Giordano ve Mengs’un
birçok meşhur tablosu da mevcut ve sanat zevkinizi arttırabilir. Bu
çalışmaların Palacio Real’ı Avrupa’nın en önemli ve en çok ziyaret edilen
yerlerinden biri yaptığı da zaten ortada. Örneğin; 2006 yılında 880.000 den
fazla kişi sarayı ziyaret etmiş.
“Palacio Real” Ziyaret Günleri ve
Ücretleri ile Ulaşım da şöyle:
Resmi kutlamalar ve resepsiyonlar
dışında yılın hemen her günü açık. Bailen Caddesi’nde bulunan Palacio Real’e en
yakın metro istasyonu Opera durağı... Palacio Real’in Google Maps üzerindeki
konumu da şu… Madrid Card ile giriş ücretsiz. Tam bilet 10 Euro, rehberli bilet
11 Euro, indirimli bilet 5 Euro, Avrupa Birliği vatandaşları için ücretsizdir.
Rehberli tur seçeneği mevcutmuş. Ziyaret saatleri ise şu şekilde:
Ekim – Mart: Pazartesi –
Cumartesi, 09.30 – 17.00 / Pazar – Tatil günleri, 09.00 – 14.00
Nisan – Eylül: Pazartesi –
Cumartesi, 09.00 – 18.00/ Pazar – Tatil günleri, 09.00 – 15.00
1 ve 6 Ocak, 1 ve 15 Mayıs, 12
Ekim, 9 Kasım ve 25 Aralık’ta ziyarete kapalıdır.
PRADO MÜZESİ
Prado İspanya’nın en çok ziyaret
edilen müzesi olmakla birlikte Dünya’nın da en çok ziyaret edilen 11.
müzesiymiş. 1819 yılında kurulmuş. Eski İspanyol Kraliyet koleksiyonuna ait,
12. ila 19. yüzyıllar arası Avrupa sanatının önemli parçalarına ev sahipliği
yapıyor. El Greco, Velazquez, Goya gibi İspanyol ve Bosch, Rubens gibi Hollanda
ressamlarının yapıtlarının yanı sıra, 7600 tablo, 1000 heykel, 4800 baskı, 8200
çizim ve 1000 para ile 2000 adet süs eşyası ve çeşitli sanat eserlerini
içeriyor. Diğer bir önemli ve görülmesi gerekli yer de Reina Sofia Müzesi’ydi
ama vaktimiz bu müzeyi görmeye yetişmedi. Belki bir dahaki sefer…
Diğer taraftan, maalesef bu
müzede de fotoğraf çekmek yine yasaktı. “Yatılı okul mürebbiyesi” tipli 50’li
yaşlardaki bir güvenlik görevlisi kadınla, müzedeki koşuşturmamız ise dillere
destandı... Kadın “uyarılardan” etkilenmeyeceğimi sezmiş olmalı ki, bana feci
biçimde taktı, yan gözle kontrol etmeler, uyarmalar vs. vs., sağolsun “bütün
müzeyi beraber gezdik” denebilir. Hatta neredeyse kapıya kadar beni geçirdi.
Benim “fotoğraf çekme” inadım, onun “çektirmem inadıyla” birleşince, işte bu
komik durum ortaya çıktı.
Yine de şunu rahatlıkla
söyleyebilirim ki, eğer resim sanatına çok veya az buçuk ilginiz varsa, Prado
Müzesi’ni mutlaka gezmelisiniz. Benim bu sanat dalına ilgim, oldukça sınırlı
olmasına rağmen, nasıl etkilendiğimi anlatamam. Not defterime tek tek notlar
aldım. Beni en çok etkileyen ressamlar ve tabloları ise şöyle:
Pedro Pablo Rubens (1577 - 1640):
http://www.youtube.com/watch?v=BqTiNCiNxN0
Burada Rubens'e özel bir parantez
açmam gerekiyor. Ben bir "sanat tarihçi" değilim, bu yüzden Rubens
eserlerinin iç ayrıntılarını bilmem imkâsız. Sadece tablolarındaki ifadelerin
(özellikle yüz ifadeleri), kişilerin, doğa tasvirleri ile nesne yerleşimlerinin
beni çok etkilediğini söylemek zorundayım.
Özellikle şu "Saturno
Devorando a Un Hijo / Saturn Devouring His Son / Çocuklarını Yiyen Satürn"
tablosu (ki Prado Müzesi'nde mevcut) beni benden aldı. Bu alana da "vakit
olsaydı da, kıyısından köşesinden girebilseydim" diye hayıflanıyor insan...
Malesef insan ömrü çok ama çok kısa... :(
Francisco Rizi (1614 - 1685):
http://es.wikipedia.org/wiki/Francisco_Rizi
Anthony Van Dyck (1599 -
1641):
http://tr.wikipedia.org/wiki/Anthony_van_Dyck
Son not: Müze sabah 10:00’da
açılıyor. Önemli bir tüyo da “Prado Müzesi” için vereyim. Akşamları 18:00-20:00
arası girişler ücretsiz. Fakat üzülerek söylemeliyim müzenin yarısı, bu
“ücretsiz seans”ta gezintiye kapatılıyor.
EL RASTRO
“El Rastro” ise, Madrid’in en
büyük bitpazarı olarak "gezme listemiz"in ilk üç başlığında kendisine
yer buldu. İflah olmaz bir bitpazarı delisi olduğum için, doğal olarak böylesi
bir yeri kaçırmam mümkün değildi. Bu amaçla, sabah 8’de Sol Meydanı’ndaki otelimizden
çıktık, 10-15 dakikalık bir yürüyüşten sonra, sora sora bitpazarını bulduk.
Hâlbuki ilk başlarda pazarın girişi çok da umut vermiyordu, hani Yalova
Yolu’nda “Şaşırmayın Birazdan Denizi Göreceksiniz” diye bir uyarı tabelası
vardır ya, işte tam öyle oldu, ilk sokaktan döndüğümüzde birden muhteşem
manzarayla karşılaştık, hemen söyleyeyim, burası çok büyük bir bitpazarı. Yanlı
yönlü sokakların tamamı, Pazar sergileriyle tıka basa dolu durumda. Bu
sergilerin içerisinde insan saatlerce kaybolabilir ki, bende de tam da böyle
oldu. Bilhassa Puerta del Sol Meydanı’ndaki hediyelik eşyacılardan pek bir şey
almamak lazım, aynıları burada yarı fiyatına satılıyor.
Pazarda yok, yok gibi… Aklınıza
gelebilecek her türlü ürün mevcut. İzmir birpazarında gördüğüm full aksesuar
"otel lobisi"nden sonra neye rastlasam şaşıracağımı zannetmiyorum ya
neyse... Yine de pek çok bitpazarı görmüş birisi olarak ve ayrıca yaklaşık 25
yıllık bitpazarı deneyimimle şu tespitlerimi sıralayarak söyleyebilirim:
a-Bizim bitpazarlarına nazaran
sanatsal eserler (tablolar, şamdanlar, hatta fil dişleri, cam eşyalar,
heykeller, müzik araçları, porselenler, yemek takımları, plaklar, CD’ler vb.)
oldukça fazlaydı. Fiyatları da maşallah yani… Gördüğüm kadarıyla bunların
alıcısının da fazla olduğunu belirtmeliyim. İnsanlar genelde, sanki bu tür
ürünlere aramaya ve bakmaya gelmişlerdi.
b-Pazarda en ucuz şeyler CD, plak
ve kitaptı. Plaklar 1-2 EURO, en baba kitaplar 0,50-2 EURO arasında değişen
fiyatlarla satılıyordu. Plaklar genelde İspanyol şarkıcılara ait eserlerdi.
Ünlü rock grupları veya pop şarkıcılarının LP’lerine gelince işin renginin
birden değiştiğini ve fiyatların 20 EURO'nun üzerine çıktığını da söylemeden
geçemeyeceğim. Yine de fanatik bir plak koleksiyoncusu olmadığım, düzensiz aldığım
için bütçeyi yine ucuzdan yana kullandım ve 1-2 Euro'ya yanda görülenleri
LP'ler ile 0,50 EURO'ya 45'likleri toparladım. Hani almaya kalksan buna benzer
çok LP, 45'lik vardı ama çok da gereği yoktu. Sonrasında bunları, onca yer
gezdirip, aşırı bir dikkatle, Dersim'e kadar sağ salim getirdim. Birkaç ikon ve
üzerinde Londra'daki Trafalgar Meydanı'nın eski halinin resmedildiği küçük ve
eski bir tabak da aldım.
Kitaplar ise sudan ucuzdu. Zaten
bu Avrupa'da en ucuz şey, ikinci el kitaplar; lâkin çok fazla vaktim olmadığı
için, çok ayıklayamadım, bakamadım. Elime gelen ve 1887 basımı 2 EURO’luk büyük
ciltli “İspanya Tarihi” kitabını almadığıma ise hâlâ çok pişmanım. Bu yaşa
geldik hâlâ şu kuralı öğrenemedik: Buldun mu alacaksın!... Kitap İspanyolca’ydı
ve içki getirme hesabıyla (kitap nereden baksan 2 kg civarıydı) “bagaj hakkını
aşacağım” diye alamadım. İspanyolca okuyacağımdan değil de, çizgi resim hayranı
olduğumdan dolayı; içindeki harita, gravür ve resimler çok güzeldi.
Selâmlarınız bizlere yurtdışından şişe şişe alkol taşıtan zorba zihniyete
gelsin… Aşağıdaki bölümde, ülke içinde satılan alkolü içkilerin yurtdışındaki
fiyatlarıyla da kabaca bir karşılaştırma yaptım, meraklısı oradan da
bakılabilir.
c-Pazarda çizgi roman severlere
özel, ayrı bir bölüm vardı ve antikasından tutun da, dergisine, yeni baskı
yapılan yayınlara kadar her şey bu bölümde mevcuttu. Nasıl bir güzellik
anlatamam. Böyle bir görüntülü en son 1980'lerin sonunda İzmir'in Çankaya'sında
kurulan bitpazarında rastlamıştım. Benim için nostaljik ve heyecan vericiydi.
Malesef eserlerin çoğunluğunun
yine İspanyolca olduğunu üzülerek belirtmeliyim. Vakitsizlikten (çünkü gruptaki
arkadaşlarımızla buluşacaktık) yine yeterince bakamadım, ayıklayamadım.
Üstelik antika çizgi romanlar da
vardı. Yandaki TARZAN'da görüldüğü gibi… Böyle yerler her zaman sürprizlere
açık oluyor, Türkçe bir şeyler veya Türkiyeli yazarlar/sanatçıların Avrupa
baskılı eserlerini bulma umudum da, ayrıntılı bakamadığım için suya düştü.
d-Dahası bizde
"bitpazarı" dendiğinde silme erkek dünyası akla gelir. Madrid’teki
pazarın yarısı da kadındı. Her yaştan insan, merakı neyse ona uygun bölümlerde
ve sergilerde hem alışveriş yapıyor hem de mal satıyordu. Zaten Avrupa’da
nereyi gezdiysem, hayatı müşterek paylaşınca ortaya çıkan tablonun güzelliğini
gördüm. Tabi bunun için de “bakmasını bilen bir göz” lazım! Keza daha Avrupa’da
uçaktan inice “vatanım” diye tuturanların, Avrupa’ya gezmeye neden/niçin
gittikleri sorusu da apayrı bir makalenin konusu olabilir.
e-Yine pazarda futbolcu
kartlarının değiş tokuş edildiği, satın alındığı koca bir meydana da burada
şahit oldum. İnsanların merak ve heyecanlarını size anlatamam. “Kartlardan seri
yapacağım” veya “eski/yeni eksik futbolcu kartımı bulacağım” diye koca bir
kitlenin nasıl dalgalandığını görmeliydiniz. 7 yaşından 75 yaşına kadar,
kadınlı erkekli, çocuk, yaşlı veya genç bu insanları izlemek, gerçekten ilgi
çekiciydi. Tabi burada da kural değişmiyor. Futbolcu albüm kartı ne kadar
eskiyse, bulunması bir o kadar zor, fiyatı da bir o kadar pahalı oluyor.
Oğluyla futbolcu kartları yığını içerisine dalmış bir annenin, oğlu kadar
neşeli hâli beni derinden etkiledi. Çünkü ilk ergenlik dönemlerimde
bitpazarından aldığım türlü şeyleri “annem görmesin, kızar” diye gizleye
gizleye eve sokuyor, evde de dip bucak saklıyordum. O gün bu gündür ne annemle
ne de babamla böyle bir heyecanı yaşayamadım. Derin bir yerlerde, burun
sızlatan kalıcı bir iz kalmış demek k
f) Bu bitpazarında bizdeki gibi,
hani "karıştır-parçala" diye bağırılan, yer sergileri de mevcut.
Buralarda 0,50 ile 1 EURO arasında bir sürü mal var. Çoğu da tıpkı bizdeki gibi
çer çöp olsa da, karıştırmak heyecan vericiydi. :)) Ne ikonlar vardı, hiç
anımsamayayım ama Türkiye'ye nasıl geleceklerdi, hiç bilmiyorum.
Biz, vakitsizlikten, pazarın
ancak yarısını gezebildik; fakat El Rastro’da satışın yapıldığı ana bir cadde
olsa da ara sokaklarda da beğeninize ve ilginize uygun, mutlaka değerli şeyler
bulabilir. Civardaki pek çok antikacı dükkânı da beklentileriniz için farklı
seçenekler sunuyor. Bir şey satın almayacaksanız bile pazar her adımda size
renkli bir dünyalar bekliyor.
Eskiden pazarlar kullanılmayan
antika eşyaların satıldığı ya da değiştirildiği bir yerdi. Günümüzde ise ikinci
el ürünlerle birlikte yeni ürünler bulmak da mümkün. Yeni elbise, takı, çanta,
poster, ayakkabı, hatta makyaj malzemeleri ve dekoratif ürünler talep gören
ürünler olarak sıralanabilir. Getirme imkânım olsa yandaki “gaz maskeleri”nden
alacaktım. Malum, son dönemde "temel ihtiyaçlar" arasına girdi.
Pazarda dolaşırken birilerinin
arayıp da bulamadığı, rüyalarında gördüğü ve görüp de gerçek sandığı
"kupa"ya tezgâhların birinde rastladık. Fırsat ve imkânları varken
buraya gelip alıp götürsünler, yoksa yarın bunu da bulamayabilirler.
El Rastro’da alışveriş yaptıktan
sonra “La Latina” Bölgesi’nde oturup dinlenmeniz ve bir şeyler içmenizi tavsiye
edebilirim. Burası Madrid’in en eski yerleşim yerlerinden birisiymiş. El Rastro
konusunda dikkat edilmesi gereken bir nokta da kalabalık nedeniyle yan
kesicilik olaylarının yaşanması ihtimalinin olması. Yine alışverişe giderken
yanınızda yüklü miktarda nakit ve değerli eşya götürmemenizi tavsiye ederim.
Benim cüzdanı gören bir pazar esnafının gözleri yerinden fırlayacaktı ama hiç
tenha yollara sapmadık ve cüzdan kapı gibi sağlam bir yerdeydi.
Pazardaki bir tezgâhta da (yanda)
asla bir araya gelemeyecek ikiliyi (Maradona ile Pele) tişörte basmışlardı;
Zidan da araya katılmış. Komik ve ilginç... Sizlere yine bir uyarı, bence
bitpazarına öğleden önce çok kalabalıklaşmadan gitmeniz yararlı olacaktır.
Buradan arkadaşlarına hediye götürmek isteyen ama "ne alayım?" diye
kendi kendine soranlara ufak bir tavsiye, pazarda bir posterci var. 1 m'ye 60
cm ebatlarında flamenko dans gösterisi veya boğa güreşi resimleriyle dolu
posterlere arkadaşınızın ismini mürekkep baskı ile yazıyor. Bence ortaya harika
bir hediye çıkıyor, öneririm.
El Rastro'nun açılış günleri ve
saat aralıklarıysa şöyle: Sadece Pazar sabahları ve resmi tatil günlerinde
(09.00 – 16.00 arasında) açık olan pazar “Calle Embajadores” ve “Ronna de
Toledo” arasında bulunuyor ve buraya metro 5. hat ile “La Latina” ya da “Puerta
de Toledo” istasyonlarında inerek rahatlıkla ulaşılabilir.
İSPANYA-BARSELONA
28 MART 2017 (SALI) (MADRİD-
BARCELONA)
Barselona Gezi Rehberi
Barselona, Avrupa'da görülmesi
gereken önemli yerlerden biri. Paris gibi, Amsterdam gibi, Türk turistlerin ilk
tercihlerinden :) Her zevke hitap edecek özellikte bir şehir. Daracık
sokaklarında sokak sanatı, sokakların açıldığı geniş meydanlarda ise heykel
sanatı fışkırıyor! Güzel müzeleri, eğlenceli pubları, alışveriş imkanları,
futbol takımı, plajları ve kendine özgü yemekleri ile yaşayan bir şehir...
Barselona şu an İspanya sınırı
içinde olsa da Barselonalılar kendilerine İspanyol değil, Katalan diyorlar.
Kendi dilleri Katalanca. Katalonya bölgesi sakinleri, İspanya'ya gerek turizm
gerekse futbol takımı ile en çok para kazandıran bölüm iken İspanya'daki
krizden yüksek oranda etkilenmiş olmaktan memnuniyetsizler. İşsizliğin en yoğun
olduğu Avrupa ülkesi imiş İspanya.
İşsizlik oranı bu denli yüksek,
ekonomik kriz ayyuka çıkmışken bu şehre giden turistlere yapılacak en yerinde
uyarı "hırsızlara dikkat!" olacaktır. Ben okuduğum her blogda bu
uyarıyı gördüm ve Barselona'da bir şeyler çaldırmış arkadaşlarımın hikayelerini
dinledim. Tüm kalabalık yerlerde turist rehberlerinin de ekiplerini hırsızlara
karşı uyardığına şahit oldum. Lütfen siz de çok korkun, tedbirli olun.
Tedbir olarak kendime çok sıkı
bir çanta seçmiştim, ben bile içinden paramı telefonumu zor alabiliyordum. Öyle
telefonumu masada bırakıp sağıma soluma bakınayım demedim hiç; telefon elimde
değilse çantama girdi, fermuar da sıkıca kapandı. Fotoğraf makinemin boyun askısını
da kalabalıkta kaybolmaktan korkup annesinin elini sımsıkı kavramış küçük bir
çocuk edasıyla tuttum. Ve zafer! Hiç bir şey çaldırmadan işte geldim burdayım!
Barselona'da Gezilecek yerler:
Barselona'da gezilecek yerler
Öncelikle bu şehrin başına gelmiş
en güzel şeyle tanışalım: Mimar Antoni Gaudi! Gaudi bu şehri muhteşem sanatı
ile süslemiş, aykırı bir mimari ile birbirinden güzel binalara imza atmış,
şimdi bütün turistler oraları geziyor.
Art Nouveau olarak bilinen sanat
akımının amacı, eserleri, eseri saran çevre ile uyumlu hale getirmekmiş. Bu
sanatın öncülerinden olan Gaudi de eserlerinde hep doğadan esinlenmiş. İnsan
oğlunun leğen kemiği, arı peteği, ağaç dalı ve gövdesi onun ilham kaynağı
olmuş. Köşe ve kenarları olmayan kıvrımlı ve dalgalı görünümlere sahip bu
farklı binalarda statiği sağlayabilmiş olmasının yanı sıra sanatsal bakış açısı
onu bir dahi kılıyor ve Barselona'ya giden herkesi Gaudi hayranı yapıyor.
Gaudi'ye en büyük destek de
yaşadığı dönemin en zenginlerinden olan Güel ailesinden geliyor. Güel ailesi
için tasarladığı evler, parklar bugün Barselona'nın cazibe noktaları.
Görmeden dönülmemesi gereken
Gaudi eserleri şu şekilde:
Sagra da Familia: Burası
Barselona'nın simgesi, turizm ikonu, namı değer "bitmeyen kilise".
Gaudi bu eserini yarım bırakıp hayata veda ediyor. Şu an kilisenin tadilatı
bağışlar ile devam etmekte. 2026 yılında, Gaudi'nin ölümünün 100. yılında
bitirilmesi planlanıyormuş. Haydi inşallah...
Sagra da Familia!
Kilisenin silüetine iş makineleri
de dahil artık. Görünümü ıslak kum ile yapılmış kale şeklinde. Dışında öyle
ayrıntılı figürler var ki; bir yerinde İsa'nın doğuşu anlatılıyor, bir yanda
meyveler, öbür yanda gizemli sayılar var...
Sagra da Familia'nın dış
cephesindeki figürlerin ayrı hikayeleri var...
Sagra da Famila
Sagra da Familia dış cephe
detayları
Sagra da Familia'ya
yürüyebileceğiniz gibi metro ile ulaşmanız da mümkün. Sagra da Familia adlı
istasyonda tam önünde iniyorsunuz.
Kilisenin içine girmek için
biletinizi mutlaka online alın. Yoksa en az 2 saat sıra bekleyeceğiniz garanti.
Online biletli bölümde bile sıra var, neyse ki daha hızlı ilerliyor. Biletler
kişi başı 20 euro.
İçerisi görmeye değer
güzellikte... Binayı ayakta tutan kolonların her biri birer ağaç gövedesi.
İçerinin ışıklandırlması ise çok özel, vitraylardaki ışık kırılmaları içeriyi
müthiş ışık oyunlarına boğmuş...
Kolonlara dikkat
İçeride doğal bir aydınlatma ve
ışık oyunları var
Bizim biletimiz kulelerden birine
çıkmayı da içeriyordu. Kuleye asansör ile çıkıp, yürüyerek iniyorsunuz. Benim
gibi bir yükseklik korkağının ne işi vardı kulede bilmiyorum, çok zor anlar
yaşadım trabzansız daracık merdivende! Ama Olgun'a süper fotoğraflar çekme
fırsatı sunduğu için iyi ki çıkmışız diyorum.
Casa Battlo ve Casa Mila (La
Pedrera):
Passeig de Gracia isimli lüks mağazaların bulunduğu alışveriş caddesinde Gaudi'nin yaptığı evler. Birbirlerine yürüyerek 5 dakika uzaktalar.
Passeig de Gracia isimli lüks mağazaların bulunduğu alışveriş caddesinde Gaudi'nin yaptığı evler. Birbirlerine yürüyerek 5 dakika uzaktalar.
Casa Battlo'ya giriş 21 euro,
Casa Mila'ya giriş ise 18 euro idi. Zamanım kıymetli olduğu için biletleri yine
online aldım. Pahalı oldukları için ikisinden birini tercih edelim dedim ve
hangisinin içine gireyim diye 1 iş günümü ziyan ettiğimi itiraf ediyorum.
Sonunda Casa Mila'ya karar verdim. Battlo'da da aklım kaldı ama :)
Casa Battlo, çatısı bir balık
sırtı olarak tasarlanmış, çok hoş, sıra dışı bir bina. İçinde mobilya yokmuş
ama ayrıntılar muazzammış. Bir daha yolum düşerse içine gireceğim. Biz dışardan
fotoğrafladık.
Casa Battlo
Casa Battlo'nun balık sırtı
şeklindeki çatısı
Casa Mila veya La Pedrera olarak
bilinen esere Taş Ocağı da deniliyor. Biz gittiğimizde buranın dış cephesi
tadilattaymış. İçine girmeseydik dışarıdan da fotoğraflayamayacaktık, yani
doğru seçim yapmışım, ohhh! Buranın çatısındaki bacaları çok efsane. Çatısında
bir tur attık.
Dış cephe tadilatta olduğu için
görseli Google'dan aldım
Darth Vader değil mi o?
Baca ve havalandırmanın sanatla
buluşması
Burayı içinde mobilyalar var diye
tercih etmiş olsam da mobilyadan çok duvarlardaki ayrıntılar, kapı pervazları
ve pencere kulpları ilgimi çekti. Kapı koluna elinizi koyuyorsunuz, sanki sizin
eliniz için tasarlanmış, tam ergonomik!
Park Güel: Barselona'da görmeden
dönülmeyecekler listesinin zirvesinde. Lesseps metro durağında inip 15-20
dakika yürüdük. Bundan sonra gideceklere kötü haber, parkın anıtsal kısmı 2013
ekimden beri paralı ziyarette. Park Güel'in paralı olduğunu hiç bir blogdan
okumamıştım, o anlamda bir hayal kırıklığı yaşadım. Biletler kişi başı 8 euro.
Üstelik de o bölüme aynı anda en fazla 400 kişiyi alıyorlar. Biz saat 6'da orda
olmamıza rağmen saat 19.30 için bilet alabildik. Bir buçuk saat parkın yeşil
kısmında vakit geçirdik.
Parkın doğal alanında vakit
geçirdik
Paralı bölüme girenleri
izledik...
Kıvrımlı bankaların olduğu
bölümde oturup fotoğraf çekilmek şart. Bu taştan banklarda Gaudi yine
ergonomisini konuşturmuş, oturduğunuzda o kadar rahat ki, sanki sırtınıza
yastık dayamışsınız.
Oturdum mu kalkmam artık ben!
Kıvrımlı taş bank kırık seramiklerden
oluşuyor
Ağzından su akıtan bir başka
Barselona simgesi renkli kertenkele de bu parkta!
Kertenkele ile başbaşa kalıp
güzel bir fotoğraf çekilemedik maalesef
Park Güel
Park Güel aslında bir yerleşim
projesi olarak tasarlanmış. Şu an İstanbul'da içinde yaşamayı çok sevdiğimiz
(!) rezidanslar gibi zenginlerin yaşadığı bir site olacakmış. Ama işler yolunda
gitmeyince içinde sadece 3 ev ve etrafındaki yeşil parkla turistik bir nokta
olmuş. İçindeki evlerden birinde Gaudi yaşamış, ekstra ücret ödeyerek gezebiliyorsunuz.
Zaten yıllardır bedava olan parka para ödeyip girmişiz, bir de Gaudi'nin evine
ücretli girmeyi o anki psikolojimiz kaldırmadı, girmedik...
Park Güel içindeki iki sevimli
ev: birisi müze, diğeri hediyelik eşya dükkanı
Bir de Palau Guel var, Gaudi'nin
Güel ailesi için yaptığı "saray". Biz buna girmedik.
İlk önce duyup da inanmadığım,
sonra hediyelik eşyacılardaki çocuk kitaplarında okuyunca inandığım bir ölüm
hikayesi var Gaudi'nin. 1926 yılında 74 yaşındayken Gaudi'ye tramvay çarpıyor. O sırada Sagra da
Familia kilisesinin inşaatı devam ediyor ve kendisi de kilisenin inşaatında
bilfiil çalıştığı için üzerindeki kıyafetler eski püskü ve kirli. Tramvay
kazasında kimliği tespit edilemiyor ve devlet hastanesine kaldırılıyor.
Çarpılan kişinin ünlü mimar Gaudi olduğu anlaşılınca şehrin ileri gelenleri onu
özel kliniklere taşımayı teklif ediyorlar fakat Gaudi bunu kabul etmiyor,
"benim yerim burasıdır" diyor. Maalesef Gaudi kurtarılamıyor ve bu
olay Barselona tarihinde kara bir leke olarak kalıyor.
Sanattan bahsetmişken bir de
Picasso'ya değinelim. Hayatının belli bir dönemini Barselona'da geçirmiş olan
Picasso'nun bir müzesi var El Born bölgesinde. Bileti yine online aldık, 11
euro. Picasso'nun gelişim evrelerini çok rahat izleyebileceğiniz bir müze
burası. 14 yaşında çizdiği manzara resimleri yıllar geçtikçe kendini uçuk,
sürrealist çizgilere bırakmış.
Sanatı bir yana bırakıp sokaklara
dalalım...
Barselona'nın önemli muhitleri
La Rambla caddesi Barselona'nın
can damarı... Bizim İstiklal Caddesi gibi, akın akın insan. Ama yaşayan bir
cadde burası, üzerinde hediyelik eşya büfeleri, canlı heykeller, sokak
sanatçıları var. Gezmesi günün her saati keyifli.
La Rambla 1,5 km uzunluğunda bir
cadde, bir ucunda Placa De Catalunya adı verilen meydan var. Burayı da Taksim
Meydanına benzetebiliriz. Bir çok metro hattının birleşim noktası olan,
Katalanların protestolarını gerçekleştirdikleri bu meydan, adeta Barselona'nın
merkez noktası. Hard Rock Cafe de burada.
Placa de Catalunya, Katalunya
Meydanı
Katalunya Meydanı'ndan La
Rambla'nın devamı gibi olan Rambla De Catalunya caddesine ulaşıp gezebilir,
yemek molası verebilirsiniz. Veya Barselona'nın en lüks mağazalarının olduğu,
Bağdat Caddesine benzetebileceğimiz Passaig De Gracia caddesine
bağlanabilirsiniz.
La Rambla'nın diğer ucu ise
denize yakın bir noktada Christoph Colomb heykelinin olduğu meydana dayanıyor.
Buraya yakın metro durağının adı Drassanes.
La Rambla Caddesi üzerinde
atlanmaması gereken yerlerden biri resmi adıyla Mercat de Saint Josep ama bilinen
popüler ismiyle "La Boqueria" denilen pazar. Yüzünüzü denize
döndüğünüzde La Rambla'nın sağ kısmında kalıyor. Pazar günleri kapalı olduğunu
hatırlatalım. Burada envai çeşit meyve, sebze, deniz ürünü, et ürünleri
satılıyor. İçerisi inanılmaz kalabalık. Meyve veya meyve sularınızı alıp
gezmeye devam edin.
Boqueira
Soyulup dilimlenmiş meyvelerden
almadan çıkmak yok
Yo yo, Urfa değil, Barselona!
La Rambla'nın ortalarında sol
tarafta kalan Carrer de Colom adlı sokaktan içeri girdiğinizde en güzel
meydanlardan birine çıkıyorsunuz: Plaça de Reial. Burayı mimari açıdan Küba'ya
benzetmiş bir çok kişi. Palmiyelerin ve fıskiyelerin süslediği kalabalık bir
meydan burası. Sokak lambalarının da Gaudi tarafından tasarlanmış olduğunu
bilmekte fayda var. Meydan etrafında bir çok restoran ve cafe mevcut.
Placa Reial
Gaudi tarafından tasarlanan sokak
lambaları La Rambla'da yüzünüzü denize
dönünce solda kalan bölüm "Barri Gotic" yani Gotik Semti. Buradaki
sokaklarda kaybolmak büyük zevk. Bir çok hoş dükkan, minik kafe, dar sokak,
sevimli ev, sokak sanatı, vintage butikler var. Bir de Katedral var
ihtişamlısından... Carrer de Ferran en hareketli caddesi, ama ara sokaklar daha
görmeye değer.
Barselona Katedrali
La Rambla'nın sağ tarafında ise
El Raval denilen bir mahalle var. Ben burada en çok Bonsucces isimli sokağı
sevdim.
Barselona'da evler
Gotik mahalleden denize doğru
indiğinizde ise El Born muhitine ulaşıyorsunuz. Direk El Born'a gitmek için
Jaume I metro istasyonunda inilebilir. Bu bölge de gençlerin bayılacağı
kafelerin, barların, gece hayatının, alışveriş imkanının da olduğu hareketli
bir yer. Yine dar sokaklar hakim.
Bir gece değil, her gece El Born'a
uğradık
La Rambla'nın deniz tarafındaki
ucu olan Colomb heykeline ulaştığınızda karşınızda Port Vell de diye
adlandırılan Barselona marinası var. Limanda yürüyüp liman üzerindeki
Maremagnum alışveriş merkezinin kafelerinde mola verebilirsiniz. Burada çok
büyük bir akvaryum varmış, biz gezmedik.
Port Vell'den deniz kenarında
yürümeye devam ederseniz Barceloneta muhitine ulaşıyorsunuz. Buraya Barceloneta
isimli metro durağında inerek de ulaşabilirsiniz. Barceloneta en güzel
yerlerden biri, tam yazlık havasında. Deniz kenarında kafelerde oturup bir
şeyler içebilir, kaykay veya bisiklet binebilirsiniz. Alışveriş yapabileceğiniz
standlarda ev yapımı Katalan lezzetlerini tadabilirsiniz.
Standlarda ev yapımı yiyecekler,
el yapımı objeler, 2. el hoş eşyalar vardı
Biz plajı baştan başa yürüdük.
Dondurma yedik, eğlenen, kitap okuyan, güneşin keyfini çıkaran Barselonalıları
ve turistleri izledik. Buradaki sokak sanatçılarının uzmanlık alanı kumdan
heykeller yapmakmış. Kumdan yapılmış işeyen çocuk ile tanıştık...
Yazın bu bölgede denize
girilebiliyormuş ama temiz bir deniz hayal etmemeliymişiz.
Plaça Espanya, İspanya Meydanı
bizim otelimizin bulunduğu yerdi. Bu meydan da görmeye değer güzellikte ve
Montjuic Tepesi'ne çıkış noktası olması açısından önemli.
Plaça Espanya. Arkadaki kuleleri
Venedik'te de görmemiş miydik? Öğreniyoruz ki oradan esinlerek yapılmış Plaça Espanya'daki Arena
alışveriş merkezi boğa güreşlerinin yapıldığı "arena" olarak
tasarlanmış. Belki de eskiden arena idi, bilemiyorum. Alışveriş merkezinin üst
katından manzara izlemek iyi fikir. Avm'nin dışında yapılmış bir asansör ile
terasa çıkmak için 1 euro vermeniz gerekiyor, oysa avm nin içine girip yürüyen
merdivenlerle terasa çıkarsanız para ödemiyorsunuz. Biz yedik o turist
kazığını, siz yemeyin aman diyim...
Arena Alışveriş Merkezi
Buradan görünen tepede (Montjuic
Tepesi) Museu Nacional D'Art de Catalunya (MNAC), yani görsel sanatlar müzesine rahatlıkla
yürüyebilirsiniz. Müzenin önündeki Magic Fountains (La Font Magica) isimli
havuzda, renkli ışıklı ve müzikli su gösterileri yapılıyor. Sezona göre
gösterilerin günleri değişiyormuş. Yaz döneminde akşam 9'dan itibaren yarım
saatte bir, kışın ise akşam 7-9 arası yapılıyormuş. Biz Cumartesi ve Pazar
günleri otele giderken uzaktan görüp "yarın mutlaka oraya gidelim"
dedik, meğer pazartesi ve salı günleri gösteri olmuyormuş. Kaçırdık!
Müze ve önünde Magic Fountains
fıskıyeleri
Montjuic tepesinde Montjuic
kalesi, olimpiyat köyü, Joan Miro eserlerinin sergilendiği müze diğer görülecek
yerlerden. Tepeye Placa Espanya'dan yürüyerek çıkılabildiği gibi teleferikle de
çıkılabiliyor. Bence teleferik süper bir opsiyon.
Her ne kadar Endülüs bölgesine
ait bir dans olsa da Barselona'ya gelmişken bir Flamenko şovu da izlenmeli.
Araştırmalarım sonucu 2 mekan öne çıkıyordu.
1- Los Tarantos: Plaça Reial'de,
giriş 10 euro, içecek dahil değil. Yarım saat süren bir şov.
2- Palau Dalmases: El Born'da,
Picasso Müzesi karşısında. Giriş 20 euro, 1 içki dahil. Şov 1 saat sürüyor.
Trip advisor'da daha yüksek puan
aldığı için Palau Dalmases'i tercih ettik. Ortamı çok güzeldi, hoş fotoğraflar
çektik. Şovlar gecede 2 kere yapılıyordu, 19.30 ve 21.30. Turistlerin yoğun
bulunduğu bir tarihte gittiyseniz 1 gün önceden yer ayırtmakta fayda var.
Haftaiçi daha müsait oluyor anladığım kadarıyla.
Barselona'da yapılacak listesinin
sonuna da Camp Nou'yu ekleyelim o halde. Bu madde bana göre son, bir çok kişiye
göre ilk sırada olabilir. Biz futbolla ilgilenmediğimiz halde merak edip
gittik. Biletleri yine internetten almıştık, giriş 23 euro. Son derece pahalı!
Boş stadı geziyorsunuz,
tribünlere çıkıyor, basın tribününe oturabiliyorsunuz. Misafir takımların
soyunma odasını geziyor, dua ettikleri minik kiliseyi görüyor, tezahuratlar
eşliğinde stada iniyorsunuz.
Ha güzel mi, güzel... Ama bence
futbolla ilginiz yoksa çok da değmez... Ben şahsen Messi'den başka oyuncu
bilmeyen biri olarak iyi ki gitmişim diyemedim.
Dünya kupası ile foto çekilmek de
var, ama fotoğrafı para ile satıyorlar
Meraklıları için Barselona forma
fiyatlarını yazayım, isim yazmayan formalar 85 euro iken, arkasında Messi yazan
formalar 105 euro idi.
Barselona'da Yeme İçme:
Barselona'da yemek denince akla
tapas ve paella geliyor. Meşhur içkisi ise sangria...
Tapas: Atıştırmalık, paylaşımlık
küçük mezeler diyebiliriz. Kanepe şeklinde veya meze görünümlü olabiliyorlar.
Kendi aralarında alt sınıfları olsa da biz turist olarak tüm minik porisyonlara
tapas deyip geçebiliriz. Çoğu yerde ekmek üzerine çeşitli malzemeler konulup
kürdan batırılıyor. Ve restoranın barına diziliyor. Ordan seçip yiyorsunuz.
Bazı yerlerde menü var fiyatların yazdığı, bazı yerlerde kürdanları sayarak
fiyatlandıyorlar. 2-4 euro arası değişiyor tapas fiyatları.
Tapas dedikleri...
Paella: Genelde deniz ürünleri
ile bezenmiş, sarı, turuncu veya esmer renkte pilav. Kendine özgü siyah bir
tenceresi var. Her yerde yemeyin diyorlar, çok yağlı ve kötü olabilirmiş.
Paella
Sangria: Şarapla yapılan, içinde
meyve parçaları olan, tatlı ve lezzetli içecek. Genelde kırmızı şarapla
yapılıyor fakat Barselona'ya özgü beyaz köpüklü şarap olan "cava" ile
yapılanı da var. Ona da Cava Sangria deniliyor. 1 litresinin fiyatı 10-20 euro
arasında değişiyor.
Sangira
Cava Sangria
Ha bir de Patatas Bravas var bu
yöreye özgü. Fırında patatese döktükleri sosu çok beğendiğim için her yerde
yedim :) Döndüğümde almış olduğum 1 kilonun sorumlusudur.
Bizim yediğimiz yerler şunlardı:
Tapa tapa: Restoranlar zinciri,
bir çok yerde görebilirsiniz. Tapasları fena değil, fiyatları süper ucuz olmasa
da zincir olduğu için gönül rahatlığı ile oturup yedik. Hesap 2 kişi için
toplam 25 euro geldi
.
.
Txirimiri: El Borne bölgesinde
tesadüfen bulduğumuz bir restoran. Burada tapaslar 1.5 euroydu. Yediklerimiz de
güzeldi genelde. İçecek olarak Cava Sangria istememiz üzerine ikram edilen
muhteşem içki neydi bilmiyorum ama gayet etkiliydi. 2 bardak içtik ve otele
dönerken şarkılar söylüyorduk. İçki de 2.5 euro filandı. Uygun fiyatlı bir yer
olarak notunuzu alınız.
La Mar Salada: Burası
Barceloneta'daydı. Turistik bir bölge olmasına rağmen paellasının iyi olduğunu
bir yerde okumuştum. Burada içtiğimiz cava sagria daha farklıydı. Paella evet
güzeldi belki ama fiyat olarak en yüklü hesabı ödediğimiz yer burası oldu.
Paellayı tek porsiyon söyleyemiyorsunuz, 2 porsiyon da 36 euro ediyor. Bir
sürahi sangria ve bir başlangıç tabağı ile toplam 65 euro ödedik. Bence
gereksiz pahalıydı.
Paella için 7 Portes diye bir yer
öneriyorlar. Pazar gecesi tesadüfen önünden geçtik ve yer ayırtmaya çalıştık,
pazartesi ve salı günleri için dolularmış. O derece popüler bir yer. Ama akşam
7-8 arası rezervasyonsuz da gidilebilirmiş.
Ciutat Comtal: Burası ve buranın
diğer şubesi olan Cerveceria Catalana'yı defalarca yokladık. Her seferinde mi
dolu olur, insanlar dışarılara taşar arkadaş! Millet buralarda yemek için yarış
halindeydi. En son gün Ciutat Comtal'dan yer bulabildik ve eşsiz tapas
tecrübesini yaşayabildik. Gerçekten güzelmiş, kesin gidin, süper! Yeri Rambla
de Catalunya caddesi üzerinde. Birer bira ile yediğimiz tapaslar toplam 33 euro
tuttu.
Piscolabis: Yine Rambla de
Catalunya caddesinde bir mekan. Ciutat Comtal'da yer bulup oturamadığımız
günlerden birinde burada yemiştik. Burası da güzeldi. Sanırım ben tapas olayını
baya sevdim, beğenmediğim bir yer olmadı. Burada hesap 25 euro geldi.
Milk: Gotik Mahalle'de ünlü bir
brunch mekanı, çok popüler bir yer. İç dizaynı çok hoş. Ben içinden domuzu
çıkarılmış Monte Cristo yedim, Olgun ise Solmon Eggs Benedict yedi. Burayı da
çok sevdik. Hesap 20 euro
Pans&Company diye bir
fastfood zinciri var. Acelemizin olduğu bir gün öğlen yemeği için uğradık.
Yediğimi pek beğenmesem de kişi başı 6 euro ya doyduğumuz için öğrencilere
önerebileceğim bir mekan. Belki siz daha başarılı bir sandiviç seçmeyi
başarırsınız.
Barceloneta'daki Maka Maka isimli
kafe de renkli sandalyeleri ile bana Kaş'taki Mavi Barı hatırlattı. Beğendim!
Otelimize çok yakın olan Arena
alışveriş merkezinin alt katında kahvaltımızı yaptık bir kaç gün. Kişi başı 5-6
euroya fazlasıyla doymak mümkün.
Barcelona'da alışveriş:
Alışveriş La Ramba üzerinde,
Gotik mahallesinde, Portal de l'Angel caddesi üzerinde, ara sokaklarda her
yerde...
La Rambla'nın sağ tarafındaki
Bonsucces caddesi üzerindeki Bonsucces isimli tuhafiye dükkanı çok hoştu. Yine
bu caddedeki Ale Hop adlı mağazadan güzel aksesuarlar aldım. Yelpaze, su
geçirmeyen iphone kılıfı, gözlük kabı gibi... Meğer Ale Hop bir mağazalar
zinciriymiş, siz de görürseniz dalın.
Gotik bölümde Carrer dels Boters
sokağındaki Art Montfalcon yine gezmesi çok hoş bir hediyelik eşyacı. Passaig de Gracia caddesi lüks
alışveriş sunduğu için çok ilgimi çekmese de Casa Mila'nın yanındaki Vinçon
isimli mağazada her bütçeye uygun tasarım objeler satılıyordu.
Bunlar harici, Zara, Bershka,
Stradivarius, Mango, Desigual, H&M gibi markalar her yerdeydi.
Biz 5 gece, 4 tam gün kaldık
Barselona'da. İlgi alanınıza göre 3 tam günde şehri bitirip 4. gün şehir dışına
çıkabilirsiniz. Biz 4. gün de şehri yaşayalım, alışveriş yapalım istedik. Çok
da yorgun olduğumuz için başka yere gitmeye uğraşmadık.
Barselona'da son günümüz 23
Nisandı, St Jordi günü olarak kutlanıyormuş. Zaten bir kaç gün öncesinde de
şehirde bir tatil havası hakimdi, dükkanlar kapalıydı. St Jordi gününde herkes
birbirine gül veya kitap verirmiş. Biz gül satanları gördük hep. Bir nevi
sevgililer günüymüş sanırım. Hikayesini de araştırıp yazarsam bu yazının sonu
gelmeyecek diye korkuyorum....
29 MART 2017 (ÇARŞAMBA )
(BARCELONA- BRUSSELS)/ RYANAIR
Brüksel Gezilecek Yerler
Belçika’nın başkenti olan Brüksel
gezilecek yerler konusunda diğer Avrupa şehirleri kadar zengin olmasa da birkaç
günlük Brüksel gezisi için çok güzel gezilecek yerlere sahip. Avrupa
Birliği’nin en önemli şehri olan Brüksel’e ister ülkemizden düzenlenen Benelux
turları ile isterseniz de bireysel olarak gidiyor olun gezi öncesinde araştırma
yapmanızda fayda var. Brüksel gezisi öncesinde yapacağını ufak bir araştırma
ile çok daha eğlenceli vakit geçirebilirsiniz. Bu arada eğer Brüksel’de
otelinizi kendiniz ayarlayacaksanız Brüksel’de Nerede Kalınır? başlıklı yazımda
şehirde konaklama ile ilgili genel bilgileri ve tüm otel tavsiyelerimi
bulabilirsiniz.
Benelux ülkelerinin önemli
şehirlerinden olan Brüksel gezilecek yerler konusunda çok zengin bir kent
olmasa da 1-2 günlük geziler için eğlenceli bir gezi alternatifi. Avrupa
ülkeleri arasında gerçekleştirilen hızlı tren sefer seferleri ile Paris,
Amsterdam, Lüksemburg gibi önemli şehirlerden Brüksel’e kısa bir sürede
ulaşabilirsiniz. Ülkemizden düzenlenen Belenux turlarında Brüksel’e 1 gecelik
süre ayrılıyor. Eğer gezinizi kendiniz organize ediyorsanız 1 ya da 2 gece
konaklamalı bir zaman Brüksel’de yer alan tüm önemli yerleri gezip görmek için
bana göre yeterli. Sayfa boyunca Brüksel’de gezip görmeniz gereken en önemli
gezi noktalarını inceleyebilirsiniz. Listede adı geçen yerler hakkında detaylı
bilgi almak için başlıklara ya da fotoğraflara tıklayabilirsiniz.
1. Grand Place
Gece gündüz her zaman hareketli
olan Grand Place, Brüksel’in en önemli ve hareketli meydanı. Hotel Ville, kral
evi olarak bilinen Maison du Roi, Le Renard lonca evi, Ağustos ayında 5 günlük
bir sergide düzenlenen “Tapis de Fleurs” çiçek halısı burada görebileceğiniz en
önemli yerlerden. Meydan çevresinde birçok kafe, restoran ve hediyelikçi
bulunuyor.
2. Hotel de Ville
Grand Place Meydanı’nda yer alan
Hotel de Ville, 13. yüzyılda Gotik tarzda yapılan önemli bir yapı. Günümüzde
komün meclisi olarak kullanılan yapının bazı kısımları kraliyet ailesinin düğün
gibi özel günlerinde kullanıma açık. 96 metre uzunluğundaki kule, Hotel de
Ville’in en dikkat çekici kısmı.
3. Manneken Pis
Manneken Pis ya da bizim daha çok kullandığımız tabirle İşeyen Çocuk Heykeli, Brüksel’in en ünlü simge yapısı. Grand Place Meydanı’na yakın bir konumda yer alan 17. yüzyıl yapımı ufak heykel dünya çapında üne sahip. 61 cm uzunluğundaki heykelin çok ciddi bir özelliği olmasa da şehrin en ünlü noktası olmasından dolayı mutlaka görülmeli.
4. Atomium
Atomium, Brüksel’in bir diğer
ünlü simge yapısı. Sahip olduğu sıradışı tasarım ile Brüksel gezilecek yerler
listemizin en ilginç gezi noktalarından. 1958 yılında Dünya Fuarı için inşa
edilen yapı demir kristalinin 165 milyar kez büyütülmüş halinin tasvir edilmiş
hali. 18 metre çapında 9 bölümden oluşan Atomium çok çeşitli amaçlarla
kullanılıyor. Yapının gece ışıklandırması ise ayrı güzel.
5. Mini Europe
Mini Europe, Avrupa’nın en ünlü
minyatür parklarından biri. İstanbul’daki Miniatürk’ün biraz daha gelişmiş hali
diyebileceğimiz parkta 1:25 ölçekli toplam 350 adet minyatür yapı sergileniyor.
Avrupa’daki ünlü yapılarından minyatürlerinin sergilendiği park büyük küçük her
yaştan gezginin eğlenceli vakit geçirebileceği bir yer.
6. St. Michael ve St. Gudula
Katedrali
12. yüzyılda yapılan ve 1962
yılında katedral ünvanına kavuşan St. Michael ve St. Gudula Katedrali,
Brüksel’in en ünlü dini yapılarından biri. Gotik mimari özellikleri
kullanılarak yenilenen katedralde kraliyet ailesinin düğün ve cenaze
merasimlerinin düzenleniyor.
7. Belçika Kraliyet Sarayı
Palace Royal ya da Türkçe
karşılığı ile Belçika Kraliyet Sarayı, Brüksel’in bir diğer önemli yapısı.
Brüksel Park’ın önünde bulunan Place Royale yakınında bir meydan ve Palace of
Nation federal parlamento binası bulunmaktadır. Kraliyet ailesi günümüzde burada
değil de Brüksel merkezine uzak bir noktada olan Laeken Kalesi’nde
yaşamaktadır.
8. Belçika Karikatür Müzesi
Belçika Karikatür Müzesi, şehrin en ünlü müzelerinden birisi. Çizgi roman ve karikatür odaklı müzede, karikatürün yaradılışı, gelişimi ile ilgili çalışmaların yanı sıra Brüksel kökenli sanatçıların çalışmaları, 1929 – 1960 yılları arasında karikatürün gelişimi, kitap kapaklarında kullanılan çizimler gibi eserleri görebilirsiniz. Ten Ten ve Şirinler ile ilgili objeler, müzenin en dikkat çekici yerleri.
9. Kraliyet Güzel Sanatlar Müzesi:
Belçika Kraliyet Güzel Sanatlar
Müzesi ya da orijinal adı ile Musees Royaux des Beaux Arts, Brüksel’in önemli
müze ve sanat galerileri arasında yer alıyor. Otto’nun Adaleti, Yas, İkaros’un
Düşüşü, Aziz Livinus’un Şehit Olması, Burgonyalı Antony’in Portresi ve Aziz
Sebastianus’un Şehit Olması bu müzede sergilenen önemli eserlerden.
10. Müzik Enstrümanları Müzesi
Müzik Enstrümanları Müzesi,
Brüksel’in ilginç ama önemli müzelerinden. Yaklaşık 9000 adet müzik aletinin
sergilendiği müzenin en önemli bölümleri arasında, mekanik enstrümanlar,
yaylılar, Rukers Ailesi tarafından üretilen 16. ve 17. yüzyıllardan kalma
klavsenler ve etnik enstrümanlar bölümleri yer alıyor.
11. Cinquantenaire Parkı
Brüksel’in en önemli parklarından
olan Cinquantenaire Parkı, Belçika’nın özgürlüğün 50. yılı anısına yapılmış
sade bir park. 30.000 hektarlık bir alan üzerine 1880 yılında kurulan park
içerisinde bahçeler, gölcükler, şelaleler, bitki çeşitleri ve değerli eserler
bulunuyor.
12. Autoworld
Brüksel’de yer alan bir diğer
dikkat çekici müze olan Autoworld‘de Avrupa ve Amerika kökenli yaklaşık 400
adet araç sergileniyor. Mercedes, BMW, Packard Old Mobile, Renaults, Ford ve
Bugatti gibi markaların ünlü modellerini görebileceğiniz müzede eğlenceli vakit
geçirebilir, burada yer alan hediyelikçiden araçların minyatürlerini satın
alabilirsiniz.
13. Kraliyet Silah ve Askeri
Tarih Müzesi
Belçika Kraliyet Silah ve Askeri
Tarih Müzesi (Musee Royal de l’Armee et d’Histoire Militaire), içerisinde
Belçikalı askerlere ait eşyalar, savaşta kurşunlarla yırtılmış bayraklar, 14.
ve 15. yüzyıldan kalma el yapımı silahlar, tank ve diğer savaş araçları, II.
Dünya Savaşı’ndan kalma savaş uçaklar sergileniyor.
14. Saint Jacques sur Coudenberg
Kilisesi
Saint Jacques sur Coudenberg,
Brüksel’in en etkileyici kiliselerinin başında geliyor. Place Royal
Meydanı’nda, Kraliyet Sarayı’na yakın bir konumda yer alan mevcut kilisenin
inşası 1775 yılında mimar Gilles Barnabe Guimard ve tasarımcı Jean Benoit
Vincent Barre ile başlamış.
15. Brüksel Oyuncak Müzesi
1850’lerden günümüze ayılar,
arabalar, bebekler, minyatürleri, atlıkarıncalar gibi birçok oyuncak ile zengin
bir koleksiyona sahip olan Brüksel Oyuncak Müzesi (Musee de Jouet), büyük küçük
her yaştan için Brüksel gezisi boyunca uğranılabilecek güzel bir gezi noktası.
16. Horta Müzesi
Mimar Victor Horta’ya ithaf
edilen Horta Müzesi, Brüksel’de gezip görebileceğiniz bir diğer ünlü müze. 20.
yüzyılın başında ortaya çıkan “yeni sanat” akımı ile ilgili olan müze, mimarin
kendi evinde oluşturulmuştur.
17. Notre Dame de la Chapelle
Notre Dame de la Chapelle,
Brüksel’deki bir diğer önemli kilise. 1134 yılında Godfrey I. Leuven tarafından
kurulan kilisenin günümüzde görünen bölümlerinin büyük bir kısmı 13. yüzyıldan
kalma.
18. Basilique Nationale du
Sacre-Coeur
Basilique Nationale du Sacre-Coeur,
Brüksel’de çok eski bir tarihe sahip olmamasına karşın gezilmesi gereken önemli
dini yapılardan. 1905 yılında yapımına başlanan bazilikanın inşası 1970 yılında
tamamlanmış.
Boutique Hotel Saint-Géry
Brüksel’de konaklama yapabileceğiniz güzel bir tesis.
The Dominican, Boutique Hotel
Saint-Géry, Rocco Forte Hotel Amigo, Aparthotel Adagio Brussels Centre Monnaie
ve Radisson Blu Royal Hotel Brussels listemizdeki en dikkat çeken otellerden.
Brüksel’de konaklama yapabileceğiniz bölgeler hakkında detaylı bilgileri ve
daha fazla otel tavsiyelerimi Brüksel’de Nerede Kalınır? başlıklı yazımda
bulabilirsiniz.
Brüksel (Fransızca: Bruxelles,
Felemenkçe: Brussel), Belçika'nın başkentidir. Belçika'nın üç federal
bölgesinden biri olan Brüksel Bölgesi'nin başkentidir. Birkaç yüzyıl önce
bataklığın kurutulması sonucu ortaya çıkmış bir şehirdir. Adı bataklığın
içindeki yerleşim yeri anlamına gelir. Brüksel büyükşehrine bağlı 19
belediyenin (Fransızca: Communes, Felemenkçe: Gemeenten) toplam nüfusu
1.050.000'dir. Büyükşehrin bir parçası haline gelmiş civar belediyelerin nüfusu
ve gün içinde işleri için Brüksel'e gelenlerin (Brüksel'de çalışan nüfus)
miktarı da göz önüne alındığında toplam kapsamlı nüfusun birkaç milyona çıktığı
hesaplanmaktadır.
Avrupa Birliği'nin 3 ana kurumu
olan AB Komisyonu, AB Bakanlar Konseyi ve Avrupa Parlamentosu içinde ilk
ikisinin resmi organlarının büyük çoğunluğu Brüksel'de yerleşiktir. Sonuncusu
Avrupa Parlamentosu ise Strazburg ile dönüşümlü olarak Brüksel'de çalışmalarını
yürütmektedir. Bunlara bağlı ve bunlarla ilgili irili ufaklı yüzlerce kuruluş
da dikkate alındığında Brüksel, bu sebeplerden AB veya Avrupa başkenti olarak
gösterilir. Ayrıca NATO Merkez Karargahı da Brüksel'dedir.
Nüfusun çoğunluğunun ana dili
Fransızca'dır (%80). Brüksel kökenli veya Brüksel'e Flaman bölgesinden gelmiş
ve Felemenkçe konuşan bir azınlık da bulunmaktadır (20%). Bu yönden Brüksel
(aslen bir Flaman şehri olmasına rağmen) bir Flaman denizinin ortasında bir
Fransız adası gibidir. Bu demografik özelliğe rağmen Brüksel'de iki resmi dil
Fransızca ve Felemenkçe'dir ve hukuken eşit ve her alanda zorunludur.
Belçika vatandaşlığını edinmek
diğer AB ülkelerine kıyasla çok daha kolay olduğu için 1960'lardan itibaren
kaydadeğer bir yabancı kökenli nüfus da Brüksel'e yerleşmiştir. Başlangıçta
genellikle vasıfsız göçmen işçi olarak gelen bu kuşak ve ardından ikinci ve
üçüncü nesiller içinde, başta Faslı Araplar, ardından, aşağı yukarı denk
sayıda, çoğu Emirdağ, Afyon kökenli Türkler ve eski bir Belçika sömürgesi olan
Kongo'lu Afrikalılar köken sıralamasında ilk üçü oluşturmaktadırlar.
1970'lerden itibaren özellikle AB resmi kurumlarının sağladığı iş imkânları
nedeniyle yabancı kökenli nüfusa, AB ülkeleri kökenli ve daha kalifiye bir
topluluk da eklenmiştir ve sayıları artmaktadır.
Brüksel nüfusuna bu yollarla
dahil olmuş yabancı kökenlilerin toplam nüfusun %28.5'ini oluşturduğu
hesaplanmaktadır. İstanbul ile benzerlikler arz eden bu süreç sonrasında son
30-40 yılda Batı Avrupa'da nüfus, kültür ve mimari yapısı Brüksel kadar değişmiş
kent yoktur denilebilir. Bu süreç içinde bir gettolaşma da doğmuş, yerli
Brükselliler belli semtlerde ağırlıklarını muhafaza eder, buralara adeta
'çekilir'ken, Faslı, Türk ve Afrikalı semtleri ve bir AB kurumları ve
çalışanları mahallesi oluşmuştur.
Brüksel Gezisi / Belçika
Bu sefer size Avrupa Birliği’nin
ve çikolatanın başkenti Brüksel ile
ilgili birşeyler yazacağım. 4 günlük bir Brüksel Gezisi planı bu şehir için
yeterli olacak ve sizi mutlu edecektir..
İstanbul’dan Brüksel’e Türk Hava
Yolları ile 3 saat 25 dk da gidebiliyorsunuz. Günde karşılıklı olmak üzere
ortalama 5-6 sefer düzenleniyor.
Brüksel Gezisi için herzamanki
gibi kısa notlarla başlayalım;
• Brüksel
Para birimi Euro ( EUR )
• İstanbul
Brüksel Saat farkı: Bizden 1 saat geride,
• Brüksel
Uçuş süresi : 3:25 saat,
• Brüksel
Havalimanı merkez mesafesi tren ile 12dk. ( 8.5 EUR)
• Havalimanı
– Merkez : Taksi ile (40 EUR)
• Gezmek
için max 2 gün yeterli.
Bildiğiniz gibi Belçika denilince
akla ilk Çikolata ve bilimum resmi kurum gelir. Hani hep denir ya Ankara
başkent olmasaydı köy olurdu diye, Brüksel için de aynı şeyi söyleyebiliriz
aslında.
Brüksel küçük, tarihi ve keyifli
bir şehir izlenimi yarattı bende. Bir Avrupa gezisi esnasında yolunuzun üzerine
denk getirebileceğiniz merkezilikte, geçerken uğradım iyiki uğramışım
diyebileceğiniz güzellikte bir şehir. Benim Brüksel ziyaretinizle ilgili
önereceğim şey; 1 haftalık bir gezi planı ile Brüksel, Brugge, Amsterdam,
Lüxemburg’u rahatça gezebilirsiniz. Bu yazdığım şehirlerin hepsi tren ile
Brüksele 1 saat, araba ile 2 saat mesafede. Yani bu anlamda Brüksel konum
itibariyle gezginlere çok yarayan bir şehir.
Gelelim şehir notlarımıza;
Şehre indiğimde ilk tespitim, bu
şehirde kimse kimseye benzemiyor. Neredeyim ben acaba? hissi oldu. Brüksel
Dünya’nın en kozmopolit şehirlerinden biri. Neredeyse tüm milletlerden insanlar
bu şehirde yerleşik bir biçimde yaşıyor ve bu da şehrin insan karakteristiğini
çok etkiliyor. Hani iddia ediyorum, gözünüz kapalı bu şehre sizi bıraksalar,
nerede olduğunuzu asla tahmin edemezsiniz
Brüksel Gezilecek yerler;
• Grand
Palace
• Royal
Palace ( Kraliyet Sarayı )
• Manneken
Pis ( İşeyen çocuk heykeli )
• Chocolate
Museum ( Çikolata Müzesi )
• Atomium
• Mini
Europe
Mutlaka Yapılması Gereken Şeyler;
• Waffle
• Butik
kahvecilerde bir kahve
• Tabiki
çikolata tadımı ve alışverişi
• 250
çeşit biradan zevkinize göre tadım
• Midye
ve patates kızartması,
• Deniz
ürünleri, özellikle Somon
• Bol
bol yürüyüş
Bu yazdığım yerlerden sadece
Atomium ve Mini Europe merkeze biraz uzak durumda. Geri kalan tüm noktalar
maksimum 5dk yürüyüş mesafesinde olduğu için rahatlıkla ve kısa sürede hepsini
ziyaret edebilirsiniz.
Bunların yanında parlamento
bölgesi denen Avrupa Birliği ve diğer uluslararası kurumların bulunduğu bölgeyi
de görmenizi tavsiye ediyorum. Turistler için bu bölge de ilgi çekici olabilir.
Brüksel’de birçok Avrupa
ülkesinde olduğu gibi tren ve metro ulaşımı gayet rahat. İstediğiniz yerlere bu
şekilde ulaşabilirsiniz. Özellikle havalimanı ulaşımınız için muhakkak treni
tavsiye ediyorum. 12 dk. da merkeze gelebiliyorsunuz. Aynı yolu taksiyle 40dk
kadar sürede alabilirsiniz.
Otelinizi de merkezde
ayarlarsanız şehri gezmenizde çok pratik olacaktır. Ben Thon Hotel’de kaldım.
Merkezde bulunan bir iş oteli. Basit, kullanışlı ve merkezi bir otel. Size de
tavsiye ederim. Kahvaltıda yiyecek birşeyler bulabiliyorsunuz .
Aslında şehrin benim en çok
beğendiğim yanı sokakları oldu. Özellikle Grand Palace bölgesindeki ara
sokaklarda ilginç manzaralara rastlayabiliyorsunuz. Tarih, sanat, etnik her
yönüyle dopdolu bir şehir Bruksel. Sokaklardaki dükkanların birçoğu çizgiroman
gibi süslenmiş çikolata dükkanları ile bezenmiş. heryerden bir çikolata, waffle
ve kahve kokusu alıyorsunuz. Bu da insanı yürürken bile mutlu etmeye yetiyor.
Şehirde size tavsiye edeceğim bir
yer de Balıkçılar sokağı. Grand Palace yakınında yer alan bu sokak aynı Taksim
Nevizade gibi sağlı sollu balıkçıların yer aldığı bir sokak. Kendinizi yabancı
hissetmeyeceksiniz yani
Burada Bruksel denince akla gelen
bir diğer şey olan meşhur midyelerden yiyebilirsiniz. Midyeler resimdeki gibi
yaklaşık 40 tane döküm bir tencerede geliyor. İçindeki sosu siz seçiyorsunuz ve
yanında gelen patates kızartmasıyla afiyetle yiyorsunuz. Biz Bruksel’in Dünyaca
ünlü mekanı olan Leon’a gittik. Bu tabağın maliyeti 25 EUR. çok ucuz sayılmaz
ama her gün de yemiyorsunuz ya değil mi
Size küçük bir ipucu olsun. Pazar
günleri akşam 18:00 den sonra midyeyi sınırsız yiyebiliyorsunuz. Ama yiyebilene
tabiki. malum sonra sıkıntı yaratabilir
Grand Palace
Bu meydan için, gördüğüm en iyi
meydanlardan diyebilirim. 4 tarafı harika mimarisi olan binalarla çevrili ve
gerçekten muhakkak görülmesi gereken bir meydan. Meydanda yer alan kafelerde
oturup içeceğinizi yudumlayıp anın keyfini çıkarmak için ideal. Benim gittiğim
haftasonu meydanda bira festivali vardı ve aşırı kalabalıktan ve görüntü
kirliliğinden muzdarip olsak ta yine de harikaydı.
Royal Palace:
Grand Palace’a 5 dk yürüme
mesafesinde Bruksel Parkı’nın (Parc de Bruxelles) hemen karşısındaki kraliyet
sarayı. Aslında turist için bir numarası yok
ama zaten sınırlı olan turistik yerlerden biri ve bu görkemli sarayı
görmeden dönmeyin diyelim. Karşısındaki parkta da güzel bir yürüyüş ve çimlere
uzanıp kısa bir mola verip yeşilin keyfini çıkarabilirsiniz.
Brüksel Gezi Notları
Brüksel, Belçika’nın başkenti ve
aynı zamanda Avrupa Birliği’nin ev sahibi şehri. AB Komisyonu, AB Bakanlar
Kurulu ve AB Parlamentosu’nun burada olmasının yanı sıra NATO Merkez Karargahı
da Brüksel’de yer alıyor. Brüksel, bataklığın içindeki yerleşim yeri anlamına
geliyor, bunun sebebi ise yüzyıllar önce bataklığın kurutulması ile şehrin
ortaya çıkarılması. Bunların dışında Brüksel, çikolatanın, biranın, waffle’ın,
patates kızartmasının ve Tenten’in şehri
Son olarak havalimanı ulaşımından
bahsetmem gerekirse, Brüksel’de iki adet havalimanı bulunuyor, National ve
Charleroi.
National, THY gibi firmaların iniş
yaptığı havalimanı, merkez istasyondan tek tren ile 20 dakikada ulaşım
sağlayabilirsiniz. Havalimanından geçen birçok tren hattı bulunuyor, herhangi
birini tercih edebilirsiniz.
Charleroi, Pegasus gibi daha ufak
firmaların iniş yaptığı havalimanı, aslına bakarsanız Brüksel’le uzaktan
yakından alakası olmayan, insanı Pegasus’tan bilet aldığına bin pişman eden bir
havalimanı Merkez istasyondaki
kiosklardan kişi başı 16€’a Charleroi South tren bileti ve 6€’a Tec otobüs
bileti satın aldıktan sonra 1buçuk saatlik bir tren yolculuğu ve sonrasında
yarım saatlik bir otobüs yolculuğu sizleri bekliyor. Valizlerle zor bir
yolculuk yapmanın yanında ulaştığınız havalimanı, bizim küçük şehir
havalimanlarından bile daha küçük. Benden size ufak bir tavsiye, Brüksel’e gelecekseniz
Pegasus ile gelmeyin
Gezilecek Yerler
Kolaylık olması açısından
Brüksel’de gezilecek yerleri iki başlığa ayırdım, Merkez yani yürüyerek
gezebileceğiniz yerler ve Merkez Dışı, araçla ulaşım sağlamanız gereken yerler.
Merkez dediğim bölge yaklaşık
4-5km, 1 günde hepsini bitirebilirsiniz. Sizin için google maps rotasıda
oluşturdum, dilerseniz buradan kullanabilirsiniz.
Brüksel’de ilk görülmesi gereken,
minik ama şehrin en önemli simgesi olan Manneken Pis yani İşeyen Çocuk
Heykeli Büyük beklentilerle gelmezseniz
hayal kırıklığına uğramazsınız çünkü heykel minicik Benim burada takdir ettiğim, bu küçücük
heykeli şehrin simgesi haline getirebilmeyi başarmış olmaları. Heykel hakkında
pek çok hikaye anlatılıyor, kaybolan daha sonra işerken bulunan bir çocuk,
savaşta patlamak üzere olan bombanın üzerine işeyerek söndüren bir çocuk, çıkan
yangını işeyerek söndüren bir çocuk ve bunun gibi onlarca hikaye daha,
hangisinin doğru olduğu konusunda bir bilgi bulunmuyor
Brüksel’in en ünlü meydanı Grand
Place, orjinal adıyla Grote Markt. Avrupa’da meydan kültürü çok yaygın ve
gezdiğim meydanlar arasında en beğendiklerimden biri oldu burası. En cezbedici
tarafı, meydanın tarihi ve mimarisi muhteşem binalarla çevrili olması.
Meydanda görmeniz gereken tarihi
yapıların başında Hotel de Ville yani Belediye Binası geliyor. Belediye
Binası’nın 96m’lik bir kulesi var ve iddiaya göre, mimarı kulede yaptığı
hataları kabul edemeyince kendini bu kuleden aşağı atmış ve hayatını kaybetmiş.
Hotel de Ville
Belediye Binası’nın hemen
yanında, dokunanın bir daha Brüksel’e geleceğine inanılan Pirinç Kadın ve Köpek
Heykeli bulunuyor. Bende bir daha gitmeyi çok istediğimden dokunmadan
edemedim Belediye Binası’nın hemen karşısında
ise Maison du Roi yani Kralın Evi yer alıyor, gerçekten etkileyici bir mimariye
sahip.
Kralın Evi
Meydanda bulunan diğer binaların
da mimarisi muhteşem, zaten bu meydanın en önemli özelliği Barok, Gotik ve
Louis XIV mimarı tarzlarının bir arada bulunması ve uyum içinde olmaları.
Meydanın bir diğer özelliği ise, her iki senede bir, Ağustos ayında, 2bin
m2’lik Flower Carpet, çiçekten halı festivalı yapılıyor olması. Bu sene 12
Ağustos 2016’da başlayıp 15’ine kadar devam edecek, ilgilenenlere duyurulur
Grand Place yakınında mutlaka
görülmesi gereken çok güzel bir pasaj bulunuyor St. Hubert Pasajı. Pasajın üstü
tamamen cam kaplı, içerisinde tasarım ürünler satan mağazalar, çikolatacılar,
dantel dükkanları, kitapçılar ve cafeler bulunuyor.
St. Hubert Pasajı
St. Michael & St. Gudula
Katedrali, Brüksel’in en güzel dini yapılarından biri. Gotik mimariye sahip
katedral, Victor Hugo tarafından ‘gotik mimarinin en sade eseri’ olarak
nitelendirilmiş. Katedrale giriş ücretsiz. Paris’teki Notre Dame Katedrali’ne
çok benziyor.
St. Michael & St. Gudula Katedrali
Katedral yakınlarında biraz
soluklanmak isterseniz dinlenebileceğiniz bir park bulunuyor Brussels Park. Çok
büyük olmasada, yine bizi kıskandıran cinsten bir şehir parkı, bizde niye yok
dedirtiyor
Göletin oradan parka girip,
içerisinden aşağıya doğru yürümeye devam ederseniz karşınıza Royal Palace yani
Kraliyet Sarayı çıkıyor. Sarayın bahçesi çok güzel, dilerseniz ziyaret
edebilirsiniz çünkü günümüzde kraliyet ailesi burada yaşamıyor, şehrin dışında
bulunan Laeken Kalesi’nde yaşıyorlar.
Kraliyet Sarayı
Kraliyet Sarayı’nın hemen yanında
St. Jacques Sur Kilisesi bulunuyor. Bu kilise Brüksel’in en güzel
kiliselerinden biri. Zamanında Habsburg yönetiminin resmi kilisesi olarak
kullanılıyormuş. Kiliseye giriş ücretsiz.
St. Jacques Sur Kilisesi
Kiliseye yakın bir konumda,
Brüksel’in ünlü meydanlarından biri olan Grand Sablon yer alıyor. Meydanın
biraz yukarısında Petit Sablon adında, şirinlik abidesi bir park bulunuyor,
binaların içinde kalmış ancak sanki bambaşka bir yerdeymiş hissiyatı veriyor.
Petit Sablon
Parkın karşısında ise bir diğer
güzel kilise Notre Dame de La Chapelle yer alıyor. Bu kilise 1134 yılında
yapılmış ve muhteşem bir mimariye sahip. Kiliseye giriş ücretsiz.
Notre Dame de La Chapelle
Bu bölgede dolaşırken şans eseri
karşımıza Brüksel Adalet Sarayı çıktı, aslında listemizde yoktu ancak bu
görkemli yapıyı görmezden gelmek pek mümkün değildi. Uzun süredir tadilatta
olduğu için, etrafı iskelet kaplı olsa da, görülmeye değer bir yapı olduğunu
söyleyebilirim. Petit Sablon önündeki yoldan dümdüz aşağı devam ederseniz
karşınıza çıkacaktır.
Adalet Sarayı
Adalet Sarayı’nın hemen önünde
Kayıp Asker Anıtı ve seyir terası bulunuyor. Bu bölge yüksekte kaldığı için,
şehre yukardan bakabiliyorsunuz ve şehrin alt katına inmek içinde bir asansör
bulunuyor, daha önce böyle bir asansöre hiç binmemiştim
Buraya kadar saydığım her yeri
yürüyerek gezebilirsiniz. Şimdi geçelim merkez dışında kalan, araç kullanmanız
gereken yerlere. Hazırladığım google maps linkine buradan ulaşabilirsiniz.
Benim rotamın ilk sırasında Sacre
Couer Bazilikası bulunuyor. Bazilika, şehir manzarasına hakim bir tepede yer
alıyor. Dünyanın en büyük art deco binası olma özelliğini taşıyor. Art deco
nedir derseniz Fransız menşeli bir sanat akımı. Bazilika, kuşbakışı
bakıldığında haç şeklinde tasarlanmış. İçerisine giriş ücretsiz ancak kulesine
çıkıp manzara izlemek isterseniz 5€ ödemeniz gerekiyor. Merkezden 2 numaralı
metro ile Elisabeth durağında indikten sonra, 87 numaralı otobüse binerek,
Riethuisen durağında inip ulaşabilirsiniz.
Sacre Couer Bazilikası
Bazilikadan sonra, benim en çok
gitmek istediğim yer var sırada, Mini Europe. İstanbul’da Miniatürk’ü çok seven
biri olarak, burayı da merak ediyordum. Mini Europe, minik minyatür eserlerden
oluşan, Avrupa’daki ünlü yapıların sergilendiği, 350 eserlik bir açık hava müzesi.
Mini Europe, merkeze yarım saat
uzaklıkta bir konumda bulunuyor. 6 Numaralı metro ile Heysel durağında inerek
ulaşım sağlayabilirsiniz. Giriş ücreti kişi başı 15€. İçerisi gerçekten çok
güzel, ben her eseri detaylı bir şekilde incelemeye kalkınca gezmeyi 2 saatte
bitiremedim Eserlerin önünde butonlar
bulunuyor, bu butonlara basınca müzik başlıyor ve eserler hareketleniyor Gemiler yüzüyor, trenler geçiyor, yunus
balıkları denizde zıplıyor, değirmenler dönüyor, minik yangına gemiler müdahale
ediyor, finikülerler çalışıyor ve bunun gibi daha nice atraksiyon
gerçekleşiyor
Minik Sacre Couer
Mini Europe, Brüksel’de en keyif
aldığım yer oldu ancak içeride Türkiye’den hiçbir eser görememek beni ziyadesiyle
üzdü. En azından Ayasofya’yı görmeyi ümit ederek gitmiştim. Türkiye’ye dair
gördüğüm tek şey, Türk Hava Yolları’nın uçağı oldu, o da sanırım sponsorluk
için orada konumlandırılmıştı.
Mini Europe’un hemen yanında
Brüksel’in en önemli simgelerinden biri olan Atomium yer alıyor. Atomium, 1958
yılında yapılmış, bir demir kristalinin 165 milyar kez büyütülmüş hali.
Atomium
2 küre dışında diğerleri ziyarete
açık. Giriş ücreti kişi başı 12€, Mini Europe ile birlikte alınırsa 24,5€
oluyor. En üst kulede restoran bulunuyor ve manzarası çok güzel. Benim
klostrofobim olduğu için Atomium’a giremedim, ben Mini Europe’dayken Osman’da
Atomium’a girdi. Fotoğraflarını gösterince iyiki girmemişim dedim, küreler
arasındaki merdivenler gerçekten çok boğucu, sizinde aynı sıkıntınız var ise
girmeyin derim.
Atomium’dan sonra tam ters
konumda kalan Parc Cinquantenaire var sırada. Burası Brüksel’in en büyük şehir
parkı. İçerisinde Zafer Takı, önemli bir çeşme, Autoworld ve Askeri Müze
bulunuyor. 1 numaralı metro ile Schuman durağında inerek ulaşabilirsiniz.
Zafer Takı
Son olarak parka yakın bir
konumda Avrupa Komisyon Binası yer alıyor, dilerseniz parktan yürüyerek
ulaşabilirsiniz.
Komisyon Binası
Yeme İçme
Gelelim Brüksel’de ne yenir ne
içilir kısmına. Öncelikle Brüksel çikolatanın, biranın,waffle’ın ve patates
kızartmasının başkenti Her yerde
çikolata dükkanlarına rastlayabilir, her restoranda her markette kaç çeşit bira
satıldığıyla ilgili afişleri görebilir, sokaklarda waffle ve patates kızartması
yiyen insanlarla karşılaşabilirsiniz.
Waffle yemek için, Grand Place
meydanına yakın bir konumda bulunan Maison Dandoy’u tercih edebilirsiniz. İki
çeşit waffle yapıyorlar ancak üzerine konulacak malzemeleri siz menüden
seçiyorsunuz. Fotoğrafta gördüğünüz şekerli waffle 4€, dondurmalı olan ise 6€.
Patates kızartması
yiyebileceğiniz en güzel yer bence Maison Antoine. Parc Cinquantenaire
yakınında bulunuyor. Buradan patates kızartmanızı ve soslarınızı alıp, hemen
yan tarafta bulunan cafelerden birine oturup içecek söyleyerek mideye
indirebilirsiniz Patates kızartması
gerçekten çok lezzetli, fiyatı 3€, her bir sos ise 0,70€.
Maison Antoine
Patatesler nefis
Brüksel’de o kadar fazla bira
çeşidi varki, sırf bu sebeple Guinness Rekorlar Kitabına giren bir mekan
bulunuyor, Delirium Café. 2004 çeşit bira ile 2004 yılında rekor kırmış ve her
bira kendi özel bardağında ve bardak altlığında servis ediliyor. Delirium Café,
Jeanneke Pis’in sokağında bulunuyor.
Brüksel’de en merak ettiğim
restoran, Paris’te deneyimlediğimiz Leon de Bruxelles’in orjinal yeriydi yani
buradaki adıyla Chez Leon. Burası ünlü bir midye restoranı, Delirium’a yakın
bir konumda, balıkçıların sıralandığı bir sokakta yer alıyor. Midyeleri
gerçekten çok lezzetli ancak itiraf edeyim, ben Paris’teki şubesini daha çok
sevmiştim.
Biz burada bir Complet Leon (fix
menu tarzında içecek ve salata ile birlikte geliyor) ve bir Mussels Provençale
(domates soslu peynirli midye) söyledik, 61€ hesap ödedik.
Mussels Provençale
Menünün salatası
Yemek için tercih edebileceğiniz
başka bir mekan ise Houtsiplou. Burası bir burger dükkanı, Grand Place’a yakın
bir konumda yer alıyor. Hamburgerleri gerçekten lezzetli. Menülerinde hangi
ürünün içinde ne olduğuna dair minik ikonik anlatımlar mevcut yani
hamburgerinizde domuz eti mi var dana eti mi var anlayabiliyorsunuz. Biz burayı
çok sevdik.
Hamburgerler salata ya da patates
kızartması ile servis ediliyorlar. Ben Houtsiplou Burger yedim çok lezzetliydi,
Osman Classico yedi, o birazcık az pişmiş tabiri caizse kanlı şekilde
getiriliyor bilginiz olsun. Hamburgerler 15,5€, biz aşağıdaki masaya 38€ hesap
ödedik.
Son olarak hayatımda yediğim en
güzel köpüğe sahip Aux Merveilleux’dan bahsedeyim. Konumu meydana çok yakın,
çeşit çeşit bezeler ya da köpükler adı her neyse ondan üretiyorlar Çok lezzetli, mutlaka uğrayın derim.
Alışveriş
Bizim gezdiğimiz iki tane ünlü
alışveriş caddesi bulunuyor, bunlar Rue Neuve ve Rue Antoine Dansaert. Rue
Antoine Dansaert, daha çok tasarım markaların bulunduğu cadde, Rue Neuve ise,
her markayı bulabileceğiniz çok güzel bir alışveriş caddesi. Bu caddeyi güzel
yapan en önemli özelliği Primark’a sahip olması Primark, gönlünüzce alışveriş
yapabileceğiniz çok ucuz bir mağaza, 2€’a ayakkabılar, 4€’a pantolonlar satın
alabilirsiniz Mutlaka uğrayın pişman
olmazsınız.
Yine cadde üzerinde Hema isimli
bir dükkan var, burada da çok güzel, çeşitli ve ucuz ürünler satılıyor. Alt
katı market gibi, üst katında ise farklı tasarımlı her çeşit ürün var.
Brüksel’e özgü birşeyler almak
isterseniz, ilk seçeneğiniz Çikolata! Çeşitli çikolata markaları var, en
ünlüleri Marcolini, Mary’s, Neuhaus, Wittamer ve Leonidas. Birbirlerinden çok
farkları bulunmuyor, bu sebeple sizde benim gibi, vitrinini en çok beğendiğiniz
çikolatacıdan alışveriş yapabilirsiniz
Çikolata fiyatları da benzer, 100gr çikolatayı ortalama 6€ civarında
satıyorlar.
Dantel satın alabilirsiniz,
Brüksel’de her yerde dantel dükkanları var. Buraya özgü alınacak ürünlerin
başında geliyor ancak biz Türkiye’den gittiğimiz için pek ilgimizi çekmedi
açıkçası
Dantel vitrini
Tenten buralı olduğu için
hediyelik eşyaları satılıyor. Grand Place’den St. Hubert Pasajı’na giderken,
yolda bir Tenten mağazası bulunuyor. İçerisi çok güzel, satın almayacaksanız
bile girmenizi tavsiye ederim.
Tenten Mağazası
Minik figürler
Benim çok sevdiğim La Cure
Gourmande mağazası da bulunuyor Brüksel’de. Buradan beğendiğiniz kutuyu alıp,
dilediğiniz kurabiyelerle doldurup satın alabilirsiniz. Kurabiyeleri gerçekten
çok lezzetli.
La Cure Gourmande
İlginizi çekerse Place du Jeu de
Balle’de her gün öğlene kadar bit pazarı kuruluyor, orayı ziyaret
edebilirsiniz.
Son olarak Brüksel’de Chic Outlet
Shopping’in bir merkezi bulunuyor, Maasmechelen Outlet Villageancak merkeze
trenle 2buçuk saatlik uzaklıkta yer aldığı için biz gitmeye vakit bulamadık.
Brüksel yazımı tamamlamadan önce
ilgimi çeken ancak ne olduğunu bilmediğim bir detaydan bahsedeyim. Akşam
sokaklarında yürürken, bazı binalara yansıyan görüntüler gördük, çok hoşumuza
gitti,sizlerle de paylaşmak istedim.
Sizler için hazırladığım Brüksel
Turist Haritasını aşağıya ekledim. Brüksel benim en çok sevdiğim şehirlerden
biri oldu, dilerim sizlerde de aynı etkiyi bırakır. Keyifli seyahatler
dilerim
BRÜKSEL GEZİ NOTLARI 1: GRAND
PLACE
Brüksel kendi halinde, düzenli ve
yaşaması kolay bir şehirdir. Bürokratiktir, aslında Ankara’nın Avrupalı
olanıdır. Ama aslında Ankara’dan çok farklı ve güzel olandır. AB kurumlarında
çalışan 30 bin kişi şehre renklilik katmış, kozmopolit olmasını sağlamıştır.
Sokakta yürürken her dilde konuşmalar, gülüşmeler kulağınıza çarpar. Bu nedenle de Dünya’nın büyük metropollerine
kıyasla çok daha az nüfusu olmasına karşı son derece uluslararası bir yaşam
tarzı şehrin ciğerlerine sinmiştir. Özetle ben severim Brüksel’i. Birilerinin haksızlık
ettiğini duyduğum zaman da savunmaya geçerim. Brüksel’i sevmemelerinin aslında
şehri bilmemelerinden kaynaklandığını anlatmaya çalışırım.
En son geçen hafta bir toplantı
için Brüksel’e gitmeden önce farkettim ki bu çok sevdiğim şehrin tek bir fotoğrafı
dahi yok bende. İşte bu yüzden bir kısmını daha önce de gezdiğim müzeleri
hafızamı tazelemek için yeniden gezdim ve bu defa şehrin sokaklarını daha
dikkatle inceleyerek gezdim.
Gezdiklerimi, gördüklerimi,
yiyip, içtiklerimi tek bir yazıya sığdırmama imkan yok. O yüzden, yavaş yavaş,
vaktimin ve bilgimin yettiği kadar size Brükseli ama aslında benim Brükselimi
anlatacağım. Önce klasiklerle başlayacağız, arada ben Brüksel’e gidip geldikçe
bu seriye yeni yerler, yeni fotoğraflar da ekleyeceğim. Uyarıyorum bu
uzunca bir yazı dizisinin ilk postu ve
çok büyük ihtimalle sizi bıktırana kadar Brüksel yazacağım. Başlıyoruz:
Grand Place ve Civarı:
Brüksel’e gelen her turistin ilk
uğradığı yer burası. Tarihi 12. yüzyıla
dayanan bu meydan şehrin ekonomik, sosyal ve siyasi merkezi konumunda imiş.
1400′lerde meydanda inşa edilen Belediye Binası Grand Place’ın önemini daha da
artırmış. 1500′lerde şehrin farklı meslek gruplarının loncaları meydan
etrafında binalarını inşa etmeye başlamışlar.
Ancak 1600lerin sonunda Brüksel 14. Louis’nin emri üzerine Fransız
ordusu tarafından bombalanınca, meydan da ciddi bir yıkımla karşı karşıya
kalmış. Ancak, meydanın en güçlü ve
zengin misafirleri olan loncalar Grand Place’ı yeniden inşa etmişler ve bunu yaparken de mimari açıdan da barok ve
gotik tarzları ustaca birleştirmişler.
Bugün Grand Place başta Le Roi
d’Espagne olmak üzere, çok sayıda pub ve restoranla çevrelenmiş, gündüzleri
ressamları, sokak sanatçılarını ve muazzam bir turist kalabalığını
izleyebileceğiniz Avrupa’nın en güzel meydanlarından biri. İşte o yüzden lütfen
bu meydanda kısa bir tur attıktan sonra publardan birine girip bir bira
söyleyerek, etrafı izlemeyi ihmal etmeyin. Meydan gece ayrı, gündüz ayrı
güzeldir o yüzden her ikisini de kaçırmamaya çalışın. Yılbaşında meydana
kocaman bir yeni yıl ağacı kurulur ve hatta çeşitli festivaller de doğrudan
burada düzenlenir. Ben bir defasında Asterix festivaline denk gelmiştim.
Meydan aynı zamanda Belçika Bira
İmalatçıları Müzesi (Museum of Belgian Brewers),Kakao ve Çikolata Müzesi, Brüksel Şehir Müzesi (City of Brussels
Museum) ve Brüksel Kostüm ve Dantel Müzesi’ne (Brussels Museum of Costume and
Lace) de ev sahipliği yapıyor. Bira İmalatçıları Müzesinde bir bardak bira
ikramı da fiyata dahil, ne yazık ki sadece Cumartesi ve pazar günleri açık o
nedenle ben girip gezemedim. Brüksel Şehir Müzesi, pek çoklarınızın bildiği
Manneken Pis-İşeyen Çocuk- heykelinin
kostümlerine de ev sahiplği yapıyor. Heykel ufak tefek o yüzden ilk kez görüp
da hayal kırıklığı yaşamayan daha hiç görmedim. Yine de ilk kez gidiyorsanız
önce heykeli sonrada müzede sergilenen ve her hafta değiştirilen kıyafetlerini
görebilirsiniz.
Grand Place’da karşınıza çıkan
bir diğer heykel ise Belediye Binasının hemen yan tarafında ayakucunda bir
köpekle uyuyan prinç kadın heykeli. Bu heykelin eline dokunan herkes yeniden
Brüksel’e gelmeyi garantiliyormuş.
Belediye Binası ile ilgili bir de
efsane var ki, söylenceye göre binayı bitirdiğinde bir tarafının diğer tarafına
göre daha dar olduğunu farkeden mimar kendini en tepesinden atıp intihar etmiş.
Gerçekten de binayı ortadan ikiye ayıran kulenin sağ tarafı ile sol tarafı aynı
uzunlukta değil. Ancak bunun nedeni nedir, gerçekten mimar hatası mıdır,
adamcağız hakikaten de kederine dayanamayıp intihar etmiş midir bunlar meçhul.
Bilen var ise ve yazarsa sevinirim.
Bir sonraki yazımızda Grand Place
civarından devam ederek, Galeries Royales St. Hubert’i keşfedeceğiz.
BRÜKSEL GEZİSİ
1.GÜN:
Birden Brükselde kendimi
Avrupa'da gördüğüm belki de en ihtişamlı meydanı olan Grande Place'ta buldum.
Meydanın etrafı ihtişamlı binalarla çevrili ve her gece ışık ve ses gösterisi
oluyormuş. Benimde şansıma, gittiğim zaman ışık ve ses gösterisi vardı. Bu
hayatımda gördüğüm en ilginç ışık ve ses gösterisiydi. Sanki meydandaki
binaların dili varmış ve konuşuyormuş gibilerdi. Meydanın tam ortasında ise
noel ve yeni yıl konseptine uygun bir noel ağacı duruyordu
Meydandan hemen dönünce
karşınızda "Galeries Royal St. Hubert" i göreceksiniz. Burası
içerisinde ufak dükkanların ve cafelerin bulunduğu şirin bir pasaj görünümünde.
İçerisinde hediyelik eşya olarak dantel ve çikolata almanız mümkün.
Meydanda baya vakit geçirdikten
sonra meydana çıkan dar sokaklardan birine dalıp balık lokantalarının olduğu
bir sokaktan geçtim. Dar sokakta sağlı-sollu olarak pek çok deniz ürünlerinin
menülerde yer aldığı güzel restaurantlar bulunmakta. Sokak bitiminde karşınıza
"Chez Leon" çıkıyor. Bende ününü daha önceden duyduğum ve Brüksel'de
mutlaka ziyaret edilmesi gereken restaurantlardan biri olarak duyduğum
"Chez Leon"a gittim. Geç bir saat olmasına rağmen restaurant baya
doluydu ve üst katta yer buldum. Restaurant baya büyük ve menüsü gerçekten de
muhteşem. "Chez Leon"un midyeleri meşhur Brüksel'de kaldığım 2 gün
boyunca midyeleri hüplettim resmen. Benim tavsiyem domates soslu ve peynirli
midye tadı gerçekten muhteşem. Menünün avantajı yemeklerin resimlerini
görebilmeniz, böylece herhangi bir sürprizle karşılaşmıyorsunuz. Midyelerinin
yanına meşhur Belçika birası ve patates kızartması istemeyi unutmayın! Ben
"Chez Leon"u çok sevdiğim için ertesi gün de gidip midyeli makarna
sipariş verdim. Her iki yemekte oldukça başarılıydı.
Belçika'nın biraları ve
çikolataları meşhur. Her adım başında bir çikolatacıya ve bira satılan yerlere
rastlamanız mümkün. Bar-Gece kulübü olarak ise Guinness Rekorlar Kitabı'na en
çok bira çeşidiyle giren "Delirium" u tavsiye ediyorum. Burası Chez
Leon'un hemen yan tarafında ve güzel müzikler çalınan bir yer. Burada her şeyin
birasını bulmak mümkün. Ben tercihimi çilekli biradan yana kullandım. Bu arada
Delirium'un her katı farklı bir bar olarak dizayn edilmiş. Örnek vermek
gerekirse bir katı sırf bira katı, diğer katı tekila katı olarak dizayn
edilmiş.
Eğer Yunan yemeklerine
meraklıysanız adeta sizi Yunanistan'da hissettirecek olan Yunan
restaurantlarının bulunduğu sokağa dalmanız mümkün.
Artık saat baya ilerlediği için
Belçika'nın simgelerinden birisi olan "Manneken Pis" e ( İşeyen Çocuk
Heykeli) ne de uğrayıp otele gittim. Manneken Pis'in gün içerisinde kıyafetleri
değiştiriliyor ve günün farklı saatlerinde uğrarsanız farklı kıyafetlerle
kendisini görmeniz mümkün. Brüksel'da hatta Manneken Pis'in kıyafetlerinin
sergilendiği bir müze varmış benim pek ilgili çekmediği için gitmedim.
2. GÜN:
1 hafta öncesinde Brüksel'de olan
arkadaşlarımın fotoğraflarından Brüksel'in baya kar yağışlı olduğunu görmüştüm.
Şansıma hava soğuk fakat yağışsızdı
böylece son ana kadar şehri gezme şansım oldu.
Öncelikle Brüksel'in alışveriş
caddesine gittim ve burada istediğiniz her türlü markayı bulmanız mümkün.
Eğer çizgi filmlere meraklıysanız çizgi film
müzesine gitmenizi tavsiye ederim.
Çizgi film müzesine gittikten
sonra Brüksel'in diğer bir simgesi olan "Atomium"u merak ediyorum.
Atomium şehrin biraz dışında olduğu için metroya binmenizi tavsiye ederim.
Metroyla yaklaşık olarak yarım saatlik bir yolculuktan sonra Atomium'a geldim.
Atomium, 1958 yılında Expo 58 fuarı için yapılmıştır. André Waterkeyn
tarafından tasarlanmış olup 102-metre (335-feet) yüksekliğinde, dokuz çelik
kürenin birleştirilmesi ile oluşmaktadır. Demirin kristal kafes yapısının 165
milyon kez büyütülmesinden esinlenmiştir. Expo fuarı süresince sadece 6 ay
boyunca durması beklenirken günümüzde Brüksel'in sembolü haline gelmiştir.
Küreler 12 boru ile birbirine bağlanmış ve yürüyen merdivenlerle fuar hollerine
geçiş yapılmıştır. En yüksekteki küre Brüksel'in panoramik görüntüsüne
hakimdir. Kürelere yürüyen merdivenlerle ulaşılabilmektedir.
Atomium gezimde bittikten sonra
Avrupa'nın başkenti sayılan Brüksel'de önemli bir yere sahip olan Avrupa
Parlamentosu'nu ziyaret ettim. Uluslararası hukuk alanında master yaptığım için
hep Avrupa'daki mahkemeler, meclisler vb. Avrupa kurumları dikkatimi çekmektedir.
Avrupa Parlamentosu gezimi de
tamamladıktan sonra sırada Belçika Kraliyet Sarayı (Royal Place) gezisi vardı.
Parlamentodan yaklaşık 10 dakikalık yürümeyle Kraliyet sarayına ulaşmanız
mümkün. Aralık ayında bile bahçenin bakımı ve güzelliği görülmeye gerçekten
değer.
Kraliyet Sarayındaki gezimde
bittikten sonra tekrar şehrin kalbinin attığı yer olan Grotte Markt'a gitmeye
karar verdim. Royal Place'dan Grotte Markt'a uzanan yol gerçekten de keyifli.
Bu arada Karl Marx belli bir süre
Brüksel'de yaşamış. Brüksel'de yaşadığı bina da Grand Place'da yer alıyor.
Bu arada Grand Place'ta
ayakucunda köpek olan bir kadın heykeli var. Eğer heykelin eline dokunursanız
tekrar Brüksel'e gelirmişsiniz. Bakalım tekrar gelecek miyim:)
Bu arada Brüksel'in waffle
cenneti olduğunu belirtmeden geçemeyeceğim. Şehir adeta çikolata ve waffle
kokuyor. En güzel wafflecıların Manneken Pis heykelinin yanındakilerin olduğu
tarafıma söylendiği için bende orda waffle yedim. Manneken Pis heykelinin
yanındaki wafflecının önünde çikolatadan elinde waffle tutan işeyen çocuk
maketi de bulunmaktadır. Turistler orda da ellerinde wafflelarıyla
fotoğraflarını çektirmekte. Waffel ın üstünde yer alan işeyen çocuk şekeri de
hoş bir ayrıntı olarak tasarlanmış. dr 2013
AyAAA
Arzu edenler için daha farklı
başka bir programı da tavsiye edebilirim, program akışı B kent gezisini içeren
bir kompozisyona sahip olacak şekilde tasarladım, beğenirseniz bunu da
denemenizi tavsiye edebilirim.
Brüksel (A) – Gent (B) – Brugge
(C) – Ostende (D) – Antwerpen (E) – Brüksel (F)
Brüksel Tatil Rotamız
Hotel De Ville – Brüksel
ve ilk olarak Avrupa Birliği’nin
başkenti Brüksel’deydik…
Brüksel denilince aklıma ilk
olarak yıllarca Brüksel muhabiri olarak çalışan, geçtiğimiz ay kaybettiğimiz
rahmetli Mehmet Ali Birand gelir. Brüksel Belçika’nın başkenti olmasının
dışında Avrupa Birliği ve NATO’nun da başkenti olması nedeniyle ana haber
bültenlerindeki önemini hep korumuştur. Bu nedenle Brüksel benim için Ankara
demekti, siyah takım elbiseli insanlar demekti. Çocukluğumun ana haber
bültenlerindeki Brüksel’ini 2012 Mayıs Ayı’nda görmek nasip oldu bana.
Grand Place – Brüksel
15. yüzyıldan kalma Grand Place
her turist gibi bizim de Brüksel’deki ilk durağımızdı. Burayı bulmak meydanda
yer alan Hotel De Ville’nin devasa kubbesi sayesinde oldukça kolaylaşıyor. Orta
Çağ’dan kalma yapıları, cafeleri ve restoranlarıyla bu meydan ilk bakışta
insanı cezbedecek türden. Bu meydanda Voltaire’in bir süre ikamet ettiği binayı
da görebilirsiniz. Her binanın üstünda yapım yılları yazıyor.
Grand Place – Brüksel
Mini Avrupa – Brüksel Maketi
Bu meydanda dikkati çeken diğer
bir yapı gotik mimarisyle göz dolduran Belediye Binası (Hotel De Ville).Brüksel
tatilinizi 15-18 Ağustos tarihleri arasına denk getirmeyi başarabilirseniz
Grand Place’e kurulan çiçek halısını görebilirsiniz. Bu tarihler arasında
kutlanan Tapis de Fleurs sayesinde her yer çiçek bahçesine dönüşüyormuş. Biz
çiçek halısını Grand Place’de bulamamış olsak da, Mini Avrupa’yı gezerken bunun
maketini gördük ve çok beğendik.
Hotel De Ville – Brüksel
Hotel De Ville
1695 yılında Fransız bombalarına
hedef olsa da zarar görmeden bu saldırıdan kurtulan bina gece ışıklandırmasıyla
oldukça görkemli:
Belçika’nın 1990’lı yıllara kadar
Almanya’dan II.Dünya Savaş tazminatı olarak elektrik aldığını biliyor muydunuz?
Bu nedenle ülke geceleri ışıl ışıl…
Bu meydanda insan sıkılmadan
saatler geçirebilir. Zaten sonrasında neredeyse tüm sokaklar bu meydana çıktığı
için tekrar tekrar bu meydanı gezme, görme şansımız oldu.
Brüksel sokaklarında dolaşırken
sürekli karşımıza çıkan çocuk heykelinin hikmetini ilerleyen günlerde
anlayabildik. Bu heykelin ismi Manneken-Pis. Yani İşeyen Çocuk. Brüksel ile
adeta bütünleşmiş. Biz önce caddelerde, dükkanlarda bu çocuk heykelini görünce
şaşırmadık değil. Ertesi gün ise heykelin orjinalini gidip gördük.
Mannken Pis
Orjinal Manneken-Pis Heykeli
Rue de l’Etuve Meydanı’nda
bulunan ve 16. yüzyıldan kalma orjinal heykel o kadar küçüktü ki başlangıçta
hepimiz bir hayal kırıklığı yaşadık.
Atomium
Bu Expo’ya ait birkaç bilgi: 1958
yılında yapılan Expo’nun hazırlığı 60.000.000 çalışma saatinde tamamlanmış.
Expo’yu 41.454.412 kişi ziyaret etmiş.
Tek güne ait rekor ise 713.664 ziyaretçi ve bu Expo’nun en yaşlı
ziyaretçisi 105 yaşındaymış.1958 yılındaki Expo için yapılan ve bir atomun 165
milyon kez büyütülmüş şekli olan Atomium’u gezmek isteyenlerin tek ihtiyacı
sabır… İçini gezebilmek için insanın üstün bir sabra sahip olması şart. Uzun
uzun beklenen sıralar hiç ama hiç bitmiyor. Gezip gördükten sonra da hani içini
görmesek de olurmuş diyor insan. Beklentiyi yüksek tutmamak da fayda var…
Eğer hava açıksa buradaki
teleskoplarla Eyfel Kulesi’ni görmek mümkünmüş. Bize bu manzara nasip olmadı.
Atomium sonrası ise hemen
yanındaki alana kurulmuş olan Mini Avrupa’yla birlikte küçük bir Avrupa turu
yapmış olduk. Gezmesi çok ama çok keyifli. Biz burayı gezerken daha gezecek ne
kadar çok yer varmış diyerek hayıflanmadık değil. Henüz görmeye fırsat
bulamadığımız güzel Avrupa şehirlerinin maketleri arasında dolaşarak yeni gezi
rotalarımızı belirledik. Yalnız Atomium ile aynı gün gezildiğinde günün sonunda
yorulan bacakların dinlenmesi için birkaç saate ihtiyacınız olacak benden
söylemesi…
Brüksel’in antikaya merakını ben
bilmiyordum. Eğer antikaya ya da 2.el eşyalara meraklı iseniz bu şehir size
güzel imkanlar sunacaktır.
2. El Pazarından
2. El Pazarından
Aile albümünü satan bile vardı…
Brüksel’e ait birkaç ipucu:
• Belçika
biralarıyla ünlü bir ülke. 250 çeşit birası varmış. Gitmişken deneyin derim.
• Biz
zamanımız varken Grand Place’de yeralan Bira Müzesi’ni de gidip gezdik. Eğer
vaktiniz varsa bira yapımını anlatan bu müzeyi gezebilirsiniz. İçerisinde çok
fazla birşey yok. Ancak orada biranın yapım aşamalarını gösteren videoları
izleyebilirsiniz. Ayrıca bilete ödediğiniz fiyata bir bira dahil (Kişi başı
giriş ücreti 5€).
• Schuman
ve Leopold bölgelerindeki Avrupa Birliği Binalarını gidip görebilirsiniz.
• Marolles
Bölgesi’ndeki Rue Haute Brüksel’in en otantik kısmı olarak geçiyor. 16.
yüzyılın ünlü ressamı Bruegel burada yaşamış. Zamanınız varsa burayı gidip
görebilirsiniz.
• Her
gün saat 14:30’da başlayan tarihi şehir turlarına katılabilirsiniz. Toplanma
noktası Grand Place’de ki Turist Bilgilendirme Bürosu önü. Fiyatı ise kişi başı
10€. Bu tura katılarak rehber eşliğinde yürüyerek şehri keşfedebilirsiniz.
• Brüksel’i
bisiklet ile de keşfedebilirsiniz. Bunun için de 25€ ödemeniz gerekiyor. 1
Nisan-30 Kasım arasında günlük yapılan bu turlar sabah saat 10:00’da başlıyor.
Toplanma noktası Hotel De Ville önü.
• Brüksel’de
Grand Place’in arka tarafındaki restoranlar tamamen turistik (Rue des
Bouchers). Biz bu tip yerlerden olabildiğince uzak durmaya çalışıyoruz. Yine de
buradaki mekanlara gidip baktık. Ancak içimize sinmedi. Brüksel sokaklarında
dolaşırken Rouppe Plein Place’de çok güzel bir restoran bulduk. İsmi
Houtsiplou. Orada Belçika’nın ünlü patates kızartmasını yedik. Ayrıca bu
restoranda çok lezzetli makarnalar yedik. Oldukça keyifli bir yer.
Brüksel’deki restoran ve
aktiviteler üzerine tavsiyeler:
1. Balık için Rugby Man, steak için de Belgian Blue
(Sint-Katelijne Meydanı’nda)
2.Belçika’nın ünlü istiridyeleri yanında patetes
kızartmalarıyla denenebilir (Mossels Natuur met frieten).
3. Sakın Rue des Bouchers’deki restoranlarda yemek yemeyin
demiş. Buna tamamen katılıyorum.
4. Güzel bir atmosferde yemek yemek için Belga Queen
(Wolvengracht Caddesi)
5. Ayrıca Antoine Dansaert Caddesi’nde güzel mekanlar
bulabilirsiniz
6. Birşeyler içmek için Grand Place’de De Koning van Spanje
adlı mekan
7. Çok hoş bir Brüksel manzarası eşliğinde birşeyler içmek
için Müzik Enstrumanları Müzesi’nin üst katındaki restoran (Warendepark’ın
yanı). Biz buraya gitmek çok istedik. Ancak Atomium ve Mini Avrupa gezisi
sonrası o kadar çok yorulmuştuk ki burayı aramak için enerjimiz kalmamıştı.
Belki siz gidip orada manzaranın keyfini çıkartabilirsiniz.
8. Antika Pazarları muhakkak gezilmeli (ZAVEL ya da SABLON)
9. Alış-veriş içinse Louisa Laan (burada güzel ve pahalı
mağazaları bulabilirsiniz) ya da Nieuwstraat.
ve Brüksel caddelerinden birkaç
manzara:
Aşağıdaki fotoğrafta ise
Belçika’nın her yerinde bulabileceğiniz waffle’lar. Ama ne yazık ki beni pek
cezbetmediler. Ben ancak Brugge’da zevkime göre waffle bulabildim. Orada
turistik olmayan bir yerde dondurmalı waffle yedik ve ben çok beğendim.
Artık bir turist cennetine (ya da
cehennemine) dönüşmüş Brüksel’i geride bırakıp daha romantik şehirlere doğru
yola çıktık. Ve sırada EN romantik şehir Gent var.
Kalbim Gent’te kaldı… Bir Orta
Çağ şehri olan Gent, tarihi binaları ve farklı mimarisiyle büyüleyici.
Gent’te ilk olarak küçük
teknelerle bir kanal turu yapmanızı tavsiye ederim (Tekne turu 28€ / 4 kişi).
Tekne turundan birkaç fotoğrafı burada paylaşıyorum:
Graslei ve Korenlei Gent –
Belçika
Gent – Belçika
Gent – Belçika
Kont Kalesi Gent – Belçika
Gent – Belçika
Eğer küçük bir şehir turu
istiyorsanız , geziniz Sint.Veerleplein önünden başlasın. Burası eski bir balık
pazarı. Turist bilgilendirme bürosu da burada bulunuyor. Gent’teki turist
bürosu oldukça iyi. Şehre gelir gelmez buraya gelmenizde ve şehir hakkında
bilgi almanızda fayda var. Çünkü şehirde turistler için çok farklı
alternatifler mevcut.
Eski Balık Pazarı’ndan başlayarak
Kont Kalesi önünden yürümeye devam ediyoruz.(Castle of the Counts). Bu kale
tarihi şehrin merkezinde yer alıyor. 1180 yılında inşa edilmiş bu kalede
zindanlar, en son 1861 yılında kullanılmış giyotinler bulunuyor.
Kont Kalesi Gent – Belçika
Şehrin sokaklarında yürümeye devam
ettik ve Lieve Köprüsü’nden geçtik. Burası 13. yüzyılda şehrin merkezi ile
Kuzey Denizi arasındaki ilk yapay bağlantıymış. Bu nedenle ekonomik açıdan
oldukça önemli bir nokta. Günüzmüzde ise turistlerin botlarla gezdiği bir kanal
burası.
Gent – Belçika
Gent’in manzarasının tadını
çıkartabileceğiniz başka bir nokta ise Appelbrug Parkı. Biz buradan geçerek
Design Müzesi’ne doğru ilerleyelim. Eğer ilginiz varsa bu müzede çok farklı
tasarımlar sergileniyor.
Ve biraz daha ilerleyerek bizi
muhteşem manzarasıyla adeta çarpan Graslei ve Korenlei bölgesine ulaşalım..
Gent’in ilk limanını oluşturan bu bölge 11.yüzyıldan kalma. Kanalın sağında ve
solunda yer alan binalar çok farklı bir mimariye sahip. Buradaki tarihi
binaların oluşturduğu manzara Avrupa’daki en güzel manzaraların içinde yer
alıyor. Emin olun burayı gördükten sonra hiç pişman olmayacaksınız.
Graslei ve Korenlei Gent –
Belçika
Gent – Belçika
Bu turumuz sırasında Great
Butchers’ Hall dikkatimizi çekti. Burada Belçika’ya ait lezzetleri deneyebilirsiniz.
Great Butchers’ Hall Gent –
Belçika
Bu tur sırasında Gent’in tarihi
katedrallerini ve binalarını gezme fırsatımız oldu. Bu binalardan bazıları
şunlar: St-Michiels Kerk, St-Niklaaskerk, Belfort ve St-Baafs Katedrali.
Gent – Belçika
Gent – Belçika
Gent’in dünyaca ünlü ikinci
yüksek kulesi olan Belfry’dan manzara…
Belçika
ve gece Gent ayrı bir güzel…
Gent- Belçika
Şehrin tarihi mekanlarını tek tek
burada anlatmak istemiyorum. Biz yaptığımız tarih turuyla bu mekanları keşfetme
fırsatı yakalamış olduk. Ancak yine de akıllarda kalan bu tarihi mekanların
birlikte yaratıkları ‘Gent şehir manzarası’. Gent’e gelin ve manzaranın keyfini
çıkarın derim.
Gent şehrinde kahvaltı için
bulduğumuz cafe bir antikacıydı. Antika eşyaların arasında kahvaltı yaptık ve
İstanbul’a defalarca gelmiş cafe sahibiyle koyu bir sohbete koyulduk. Mekanın
ismi Bistro & Antiek Montpanesse. Keyifli bir mekan ve Gent’te yediğimiz
burna benzeyen şekerlemeler… İsmi Neuzen…
Biz Belçika’nın ünlü
çikolatalarını Gent’ten aldık. Ancak Belçika’nın her yerinde çikolata satın
alabileceğiniz güzel dükkanlar var. Gözünüze hoş gelen bir yerden satın
alabilirsiniz.
Sırada masalsı Brugge şehri var…
Brugge tam bir açık hava müze
şehri gibi. Brugge şehrini keşfetmek için kanalda tekne turu yapabilir ya da
bizim gibi bisiklet kiralayıp bisikletle şehir turu yapabilirsiniz (Bisiklet
kiralama 4 kişi için 28€, turist bilgilendirme bürosu yanında).
Ve Brugge’daki bisiklet
turumuzdan birkaç kare:
Provinciaal Hof (Şehir İdare
Binası)
Brugge
Tarihi taş köpü
Brugge sokaklarında patates
kızartmasının keyfini çıkartırken…..
Aşağıda sağda yeralan fotoğraf o
harika dondurmalı waffle’ı aldığımız yer. Solda yer alan fotoğraf ise Back to
the Future filmindeki orjinal araba…
Avrupa’daki en iyi korunmuş
ortaçağ şehirlerinden biri olan Brugge’a muhakka gelin ve bu güzel şehri
keşfedin…
Biz bu güzel şehri bisikletle
keşfettikten sonra tarihi sokaklarında dolaştık. Gece ise kanallardan birine
bakan güzel bir cafede manzaranın keyfini çıkarttık…
Burada yemek için Prinsenhof’u
önerebilirim.
Ayrıca HALVE MAAN’ı gidip
görebilirsiniz ve orada Straffe Hendrik birasını deneyebilirsiniz.
Eğer farklı biralar denemek
isterseniz tavsiyem turistik olmayan DE GARRE (Bredelstraat, meydanın
arkasındaki dar sokaklardan birinde).
Okuduğumuz bloglardan Ostende
şehrinin de görülmeye değer bir şehir olduğunu öğrenmiştik. Brugge’dan çok uzak
bir mesafede olmadığı için gidip görelim dedik. Ancak tarihi şehirler Brugge ve
Gent’te hiç benzemeyen, sıradan bir şehir görüntüsü çizen Ostende bizden geçer
not alamadı… Bence oraya gitmek yerine
Knokke-Zoute bölgesini gidip gezebilirsiniz. Burası Belçika’nın oldukça lüks
sahil kesimi. Lüks evleri ve arabaları birarada göreceğiniz bu yerde keyifli
bir zaman geçirebilirsiniz.
Dünya Elmas Merkezi Antwerpen…
Antwerpen – Belçika
Antwerpen küçük, tarihi bir
şehir. Bu şehri atla gezmeye karar verdik (Kişi başı 6€, yaklaşık 1 saat
sürüyor). Tarihi şehrin merkezindeki meydandan başlayan bu tur ile kısa sürede
Antwerpen şehrini keşfedebilirsiniz.
Antwerpen
Deniz kıyısında yeralan ve eski
denizaltıların ve gemilerin sergilendiği bir müzeyi de gezdik…
Antwerpen şehri dünyanın pırlanta
merkezi. Pırlanta almak çikolata almaya pek benzemediğinden, biz bakmakla
yetindik. Ancak niyetiniz ve buna ayrılmış bir bütçeniz varsa, buraya gelmişken
neden olmasın :))
Biz Belçika’nın tüm şehirlerinde
yaptığımız gibi burada da meydana bakan bir cafede keyif yapmadan şehirden
ayrılmadık.
Ve bir de ‘Red Light District’e
gidip bir bakalım dedik. Camekanların arkasında dans edip, müşterilerin
ilgisini çekmeye çalışan oldukça genç ve güzel hayat kadınlarının cadde boyu
sıralandığı bu cadde kültürü Brüksel ve Amsterdam gibi daha büyük şehirlerle
bütünleşse de Belçika’nın hemen hemen tüm şehirlerine yayılmış durumda. Bu
caddede yapılacak kısa bir yürüyüşün kimseye bir zararı olmaz. Hem tehlikeli de
değil. Gidip görülebilir.
Biz Belçika’nın EN’lerini de
seçtik. İşte EN’ler:
Gündüzü ayrı gecesi ayrı EN güzel
şehir Gent
EN lezzetli patates kızartması
Brüksel’de… İçi yumuşak, dışı kıtır :))
EN muhteşem waffle Brugge’da….
EN öğretici aktivite Mini Avrupa,
Brüksel
EN gereksiz aktivite Atomium,
Brüksel
EN keyifli aktivite Kanal Boyu
Akşam Keyfi, Gent ve Brugge
EN karaktersiz şehir Ostende
EN pahalı aktivite Mini Avrupa ve
Atomium, Brüksel
EN antik Cafe Gent’te kahvaltı
yaptığımız mekan
EN kosmopolit şehir Brüksel
EN hayal kırıklığı yaratan
aktivite Bira Müzesi, Brüksel
Belçika tüm EN’leriyle güzel bir
tatildi bizim için. Belçika’ya yolunuzu muhakkak düşürün derim…
BRÜKSEL İPUÇLARI: YEME İÇME,
ALIŞVERİŞ VE DİĞERLERİ
Brüksel enteresan, tartışmaya
açık bir şehir. Enteresan derken bu sözcüğü “ilginç, ilgi çekici” anlamında
kullanmadığımı da belirtmek isterim. Buraya gitmeden önce, orada yıllarca
yaşamış olandan yalnızca tatil için gitmiş olana kadar birçok insandan “Başka
gidecek yer mi bulamadın?” tepkisi aldım. Şimdi bu girişin üstüne, “onlar öyle
dediler ama Brüksel’e bayıldım” gibi bir cümle bekliyorsanız yanılıyorsunuz.
Bana kalırsa Brüksel dev bir geçiş noktası. Bunu havaalanına indiğinizde
şehirle ilgili değil Amsterdam ya da Paris ile ilgili reklamlar görmenizden ya
da şehir genelinde çeşit çeşit ırkın cirit atmasından mütevellit çok rahat
anlayabilirsiniz. Afyon gibi düşünün. Afyon nasıl dev bir dinlenme tesisiyse,
burası da dev bir geçiş noktası bence. Tabi ki seveni, bağlılık duyanı da
vardır, bunlar hep kişisel görüş,
Ne Zaman Gidilir& Ne Giyilir?
Bildiğiniz üzere Belçika,
Hollanda ve Fransa’nın arasında bir noktada kalıyor. Dolayısıyla hava
koşulları, özellikle kışın, bize kıyasla biraz daha keskin ve soğuk. Bunu göz
önünde bulundurarak, gidebileceğiniz en iyi zaman aralığı Haziran-Eylül. Böylece
zatürre olmadan, huzur içinde dolaşabilirsiniz. Zaten şehir çok küçük olduğu
için herhangi bir toplu taşımaya ihtiyaç duymayacağınızdan, yeni bir şehri
yürüyerek tanımak için ideal bir hava sıcaklığına sahip olabilirsiniz. Ben illa
başka zaman gideceğim diyorsanız da, daha önce Kasım ayında Brüksel’de bulunmuş
birisi olarak, o civarda da “gezilemeyecek kadar soğuk” olmadığını
söyleyebilirim. Bana kalırsa, Aralık, Ocak, Şubat üçlüsünde gitmediğiniz
sürece, idare edilebilir bir soğuk oluyor.
Ne giyeceğiniz konusunda göz
önünde bulundurmanız gereken şey, her an yağmur yağabilme olasılığı. Orada
bulunduğum her gün mutlaka yağmur yağdığını düşünürsek, yanınıza mutlaka
şemsiye almalısınız. Bunun dışında, oranın bizden daha kuzeyde olduğu için daha
keskin bir soğuğu olduğunu göz önünde bulundurarak, hava tahminlerine göre
hareket edebilirsiniz. Tek aklınızda bulundurmanız gereken, buranın 5
derecesiyle, oranın 5 derecesi bir değil.
Bütçe ve Ulaşım
Brüksel Avrupa Parlementosu’na ev
sahipliği yaptığı ve Avrupa Birliği ile ilgili birçok yapıya sahip olduğu için,
yaşam standartları yüksek kabul edilen bir şehir, dolayısıyla bütçenizi
oluştururken bunu da göz önünde bulundurmalısınız. Size yardımı dokunması
açısından şöyle bir aralık verebilirim; Amsterdam’dan pahalı, Paris’ten ucuz.
2013 yılına göre günlük hayatınızda harcama yapabileceğiniz birkaç detayı not
aldım, oradan bir sonuca varabilirsiniz bence;
Grand Place’ta bir kahve: 3,50
Euro (şehrin en turistik noktası)
Ortalama bir restoranda yemek:
13-15 Euro civarı
Delirium’da bir bira: 3-3,50 Euro
(gidebileceğiniz en turistik bar)
Chez Leon’da Yerel Midye
Deneyimi: 22-25 Euro Civarı (koca bir tencere dolusu midye olduğunu unutmayın)
Su: 1,5-2 Euro
Yerel bir kafede bira tadımı (6
adet bira gelen versiyonu için): 15-18 Euro Civarı
Eğer müze gezmek gibi bir
niyetiniz var ise, Brussels Pass kullanabilirsiniz, bütçenizi daraltmanızda
kesinlikle katkısı oluyor. Bu kart, bana kalırsa şehirde çok da fazla
kullanmayacağınız toplu taşıma, şehri dolaştıran tur otobüsleri ve çeşitli
restoranlarda indirimler sağlıyor. Şehrin birçok önemli müze ve turistik yerini
dahilinde bulunduran bu kartın 3 versiyonu mevcut:
24 saat: 24 Euro
48 saat: 34 Euro
72 saat: 48 Euro
Nereleri ziyaret etmeyi
düşündüğünüze göre bu kartı alıp almayacağınıza karar verebilirsiniz.
– Kartı internetten satın
alırsanız, Grand Place’da bulunan turist ofisinden, tren istasyonundan ya da
müzelerden temin etmeniz mümkün.
-Yine internetten kart satın
alacaklar için önemli bir bilgi, kartı satın aldığınıza dair size gelen mail’in
çıktısını almayı unutmayın, aksi takdirde kartı vermemek gibi bir kıllık
yapabiliyorlar.
-Satın almak ve daha fazla bilgi
için:
http://visitbrussels.be/bitc/front/content/displayDetail/group/CONTENT/id/529.do
http://visitbrussels.be/bitc/front/content/displayDetail/group/CONTENT/id/529.do
–Başka şehirlere geçiş için tabi
ki treni kullanacaksınız. Bu şekilde Antwerpen, Brugge, Gent gibi Belçika
şehirlerine geçebilir ya da “burada duracağıma başka ülkeye giderim” diyerek
Amsterdam, Paris gibi şehirlere geçebilirsiniz.
Brüksel-Amsterdam: Bilet
fiyatları 50 Euro-80 Euro arası değişiyor.
2-2,5 saat civarı sürüyor.
Brüksel-Paris: Bilet fiyatları 50
Euro-90 Euro arası değişiyor
1,5-2 saat civarı sürüyor.
Brüksel-Antwerp: Bilet fiyatları
10 Euro-15 Euro arası değişiyor
50 dk-1 saat civarı sürüyor.
Brüksel-Brugge: Bilet fiyatları
18 Euro-30 Euro arası değişiyor.
50dk- 1 saat civarı sürüyor.
Yeme-İçme
Aslında bu başlığı yalnızca bir
cümleyle noktalayabilirdim; Bira ve Midye. Ama tabi ki konuyu biraz
detaylandıracağım, çünkü Taksim’de sokakta yediğimiz midyeden çok farklı bir
midyeyle ve “Bu nasıl bira ulan” diyebileceğiniz tarzda biralarla karşılaşmanız
muhtemel. Hazırsanız, bu dosyayı aralıyorum.
Midye
Brüksel’in nam saldığı konulardan
biri midyedir. Kaşarlı, domatesli, pesto soslu, soğanlı şeklinde uzayıp giden,
varlığından bile haberdar olmadığınız çeşitlerde karşılaşabilirsiniz. Haliyle
midye yiyebileceğiniz çeşit çeşit yer de mevcut, fakat bunlardan en ünlüsü
kuşkusuz, Chez Leon. Biz de her popüler olanı kötüleme hastalığına
yakalananların aksine gidip burayı denedik ve pek beğendik. Midyeyle doyulur mu
ulan demeyin, çünkü tencere ebatlarında bir kabın içinde, 30 civarı midyeyi
önünüze koyduklarında, “bununla doyar mıyım?”dan çok, “bunu nasıl bitireceğim”i
düşünür oluyorsunuz.
-Yanına patates kızartması ve
bira makbuldür.
-Her zaman öyle midir bilmiyorum
ama, servis konusunda biraz yavaş olduklarını söyleyebilirim. Fakat “beklenen
an gelecekse çekilen çile kutsaldır” ve “denizden babam çıksa yerim”
felsefelerini kafanıza birleştirerek, müthiş midye deneyimini yaşamak için
sinirlenmeden beklemeye değer.
-Chez Leon, 11:30 ve 23:00 arası
açık. Grand Place’a çok yakın bir noktada.
Bira
Belçika dedin mi akıllara gelen
ikinci konu ise tabi ki bira. Bira sevin ya da sevmeyin, burada mutlaka
kafanıza göre bir şey bulacaksınız. Bunun için Brüksel’de gidebileceğiniz en
popüler ve en çok çeşide sahip yer ise kuşkusuz: Delirium.
-Delirium’un en önemli özelliği,
bilmemkaçbin bira çeşidi ile Guiness Rekorlar Kitabı’na girmiş olması. Zaten
mekana gittiğinizde de orada Guiness logosunu göreceksiniz.
-Burada size hitap edecek bir
bira çeşidini mutlaka bulursunuz derken çok ciddiydim. Örneğin ben Passion
Fruit Beer’a ve Kriek’e (vişneli bira) bayıldım. Meyveli şeyleri seviyorsanız
kesinlikle denemelisiniz. Hatta abartıp Grand Place’ın paralelinde kalan Beer
Temple isimli mağazadan, burada içtiğiniz biralardan alıp evinize
götürebilirsiniz. Ben yaptım, pişman değilim, yine olsa yine yaparım.
-Delirium Chez Leon’a çok yakın
bir noktada bulunuyor. Yalnız Delirium adında bir cafe de var, onunla
karıştırmayın. Sonra bu kız yalan söylemiş diye arkamdan konuşmayın. Gitmeniz
gereken Delirium, Amerikan filmlerindeki “College Bar” görünümlü, duvarlarında
çeşit çeşit bira reklam ve görselinin asılı olduğu bir mekan.
-Gitmişken mutlaka Beer Tasting,
yani bira tadımı yapmalısınız. Bunda da mantık şöyle: Gidiyorsunuz, kafanıza
uyan menülerden birini ve içmek istediğiniz bira sayısını seçiyorsunuz,
akabinde size ortalama boyutlardaki bardaklarda çeşit çeşit bira geliyor. Böylece
Belçika’ya özgü biraların hepsinin şöyle bir tadına bakmış oluyorsunuz. Bira
bardaklarının boyutunu ise şu şekilde açıklayabilirim: İki kişi 10 bardak
söyledik, ve sarhoş olmadık.
-Gidip Leffe ve Duvel içeceğim
diye başka tatlardan mahrum kalmayın, onlardan Migros’ta da var. (Valla Migros
reklamı değil)
Çikolata
Brüksel’de her yerde, her daim
karşınıza çıkacak, akşam 10’da her yer kapanınca bile açık kalmaya devam eden
mekanlar belli, Çikolatacılar. Bir sürü çeşit, bir sürü seçenek mevcut. Adeta
“dönerken Ceren’e ne alayım” sorusunun cevabı gibi, oradan buradan çıkıyor,
hediyelik eşya ihtiyacınızı karşılıyorlar. Hangi çikolatacının daha iyi olduğu
konusunda bir ipucu vermek istemiyorum, çünkü “sen ne anlarsın bre deyyus”
diyebilirsiniz ama, ben buradaki çikolataların o kadar da hastası olduğumu
söyleyemeyeceğim. Burada cezbedici olan konu, çeşitlilik.
-Ben çikolata ihtiyacımı
Leonidas’tan giderdim ve ortalama bulsam da orayı tercih edebilirsiniz diye
düşünüyorum.
-Vitrinlerde gördüğünüz çikolata
kaplı çileğe kanacak olursanız, Godiva’dan almayın. Zaten Godiva Belçika
markası bile değil ama, yine de olur da almaya heveslenirseniz çikolatası leş
gibi. Leş gibi ağır bir tanım oldu di mi. Olsun, almayın siz.
-Grand Place’dan dalacağınız her
sokak çikolatacı dolu. Birkaç farklı çikolatacıyı deneyerek favorinizi
bulabilirsiniz. Ancak eğer şehir değiştirmeyi düşünüyorsanız, Brugge’daki
çikolatacılar daha güzel, çikolata alışverişinizi oraya saklayabilirsiniz.
Waffle
Brüksel’in en güzel yanı,
sokaklarda daimi olarak burnunuza gelen waffle kokusu. İnsanı obez olmaya
sürükleyen bu kokuya karşı koymanız mümkün değil. Herhangi bir kafeye
oturduğunuzda waffle bulmanız mümkün, ancak hepsi aynı derecede güzel değil
tabi ki.
-Burada waffle siparişi
verdiğinizde önünüze gelen şeye “BU WAFFLE DEĞİL Kİ” tepkisi verebilirsiniz.
Hayır, o bir waffle. Ve evet bizdekilerden biraz farklı olduğu aşikar. Siyah,
beyaz, muz, çikolata, kestane Allah ne verdiyse tekniğimizi orada uygulamamız
biraz zor olabilir. Ancak yine de oldukça lezzetli. Denemeden döneni linç
ediyoruz.
-Lezzet pınarı gibi bir waffle
için, Waffle Factory’nin ününe kapılmayın, önünden geçip giderek Dandoy’a
uğrayın, bu iyiliğimi de unutmayın.
Le Pain Quotidien
İstanbul’da da karşınıza
çıkabilecek bu zincir, aslında Belçika çıkışlı ve oldukça lezzetli bir kahvaltı
için kesinlikle doğru adres. İstanbul’da olan yeri niye tavsiye ediyorsunuz
demeyin, ben de sabah çok aç olmam nedeniyle hadi şurada yiyelim bari diyerek
girdiğim bu mekanda yediklerimi çok beğenip, Brüksel’deki favori kahvaltı
mekanım ilan ettim.
-Grand Place’ı kutup yıldızımız
olarak belirlediğimizi fark etmişsinizdir. Bu yüzden siz de oraya çok yakın
olan Galeries Royales Saint Hubert şubesine uğrayabilirsiniz.
-Masalarda duran marmelat, ve
çikolatalı bir takım şeylerden, beyaz çikolata içerikli olanı deneyin. Akabinde
çalma kararı da alabilirsiniz. Ama çalmayın. Çünkü zaten satıyorlar.
Bunlar dışında;
-Turist istilasına uğramamış bir
yerde patates denemek istiyorsanız Rue de Midi de bulunanManneken Frites’i
deneyebilirsiniz. Fiyatlar uygun, patates lezzetli.
-Her şehirde Hard Rock Cafe‘ye
uğramak gibi bir geleneğiniz varsa, buradaki tam olarak Grand Place da
bulunuyor.
Alışveriş
Alışveriş yapmak gibi bir
niyetiniz varsa uğramanız gereken bölgeler, Rue Neuve ve Rue Antoine Dansaert.
Rue Neuve daha çok hazır giyim üzerine, birçok bilinen markayı bulmanız mümkün.
Civarında alışveriş merkezleri bulmanız
da mümkün. Antoine Dansaert ise daha farklı tasarımcılar bulabileceğiniz bir
bölge. Hatırlatmakta fayda var, 18:00’dan sonra mağazalar genellikle kapanıyor.
-Eğer sizin çocukluğunuz da benim
gibi “Tintin” okuyarak geçtiyse gülümseyin, başkentine geldiniz. Tişört,
bardak, kitap, kart ne ararsanız alacağınız çok sevimli bir mağaza mevcut,
bence buraya kesinlikle uğramalısınız. Grand Place’dan, Galeries Royales Saint
Hubert’e doğru giden sokağa girerseniz görmemeniz mümkün değil.
-Brüksel anneannenizi küçük
sürprizlerle şaşırtmak için harika bir yer. Neden? Çünkü ortalıkta dantel
alabileceğiniz bir sürü yer mevcut. Benim anneannem “ben daha güzelini yaparım”
diye sinirlense de, sizin anneanneniz belki yeniliklere açık bir kadındır.
Dayayın danteli.
-İnternette, Brüksel’de de
Forever 21 bulunduğuna dair bilgiler görebilirsiniz, ancak mağazada yangın
çıktığı için maalesef artık yok. En azından henüz tekrar açmak gibi bir
girişimde bulunmamışlar.
-Alışveriş konusunda devreleri
yaktıysanız sizi Urban Outfitters ve Forever 21’i de bulabileceğiniz Antwerp’e
alalım. Bu yüzden Antwerp ile ilgili her türlü bilgi şurada mevcut:
http://oitheblog.com/2013/11/20/hizlandirilmis-antwerp-turu/
İpuçları
-Pazar günü her yer kapalı.
Nerdeyse tuvaletleri bile kapayacaklar. O yüzden hiçbir işinizi pazara
bırakmayın.
-Brüksel’e özel bir ilginiz yoksa
ve sadece turistik bir gezi yapmak amacındaysanız, 3 gün bence kesinlikle
yeterli.
-Sokak ve cadde isimleri hem
Flemenkçe hem de Fransızca yazıyor, iki adet tabela görürseniz kafanız
karışmasın.
-Gözünüz duvarlarda olsun. Her an
her yerde dev bir çizgi roman çizimi, ya da muhteşem sokak sanatı örneklerine
şahit olabilirsiniz.
Brüksel Gezisi Hakkında Bilgiler
Belçika‘nın başkenti olan
Brüksel, Avrupa’nın en önemli şehirlerinden biri. Avrupa Birliği’nin birçok
önemli yapısına ev sahipliği yapmasının yanında şehirde yer alan turistik gezi
noktaları ile her yıl milyonlarca gezgin buraya akın ediyor. Şehre günübirlik
gelip gidenlerin sayısı ise azımsanamayacak kadar yüksek.
Brüksel aynı zamanda ülkemizden
düzenlenen Benelux turlarının da vazgeçilmez adreslerinden biri. Paris,
Lüksemburg, Amsterdam çıkışlı turların bir çoğu Brüksel’de en azından 1-2 gece
konaklama içeriyor. Brüksel’e bu turlara katılarak gidebileceğiniz gibi kendi
turunuzu oluşturarak da gidebilirsiniz. Tabi her şehirde olduğu gibi eğlenceli
ve dolu dolu bir Brüksel gezisi için biraz araştırma yapmakta fayda var.
Brüksel Hakkında Bilgiler
Brüksel, Belçika’nın ve Brüksel
Bölgesi’nin başkentidir. İçerisinde yer alan Avrupa Birliği ile ilgili birçok
kurum nedeniyle Avrupa Birliği’nin başkenti de sayılmaktadır. Avrupa’da
oynadığı önemli rolü ve merkezi bir noktada yer almanı nedeniyle kültürlerin
eriyip birbirine karıştığı yer olarak da bilinmektedir. Bölgenin nüfusu
yaklaşık 2 milyonken, Brüksel şehir nüfusu 1 milyondur.
Brüksel, 19. yüzyılda Belçika’nın
şehir merkezinde bulunan birçok yapı yeni okul, askeri üs, saray ve idari bina
inşası amacıyla yıkılmış ya da zarar verilmiş durumdaydı. Sonrasında
yenilenerek günümüzdeki görünümüne kavuşmuştur. Fakat tarihin izlerini görmek
yine de mümkündür. Brüksel şehir meydanı UNESCO dünya tarih mirası listesinde
yer almaktadır. Orta Çağ esintileri ile 21. yüzyıl sürrealizmini bir arada
görmek istiyorsanız Brüksel gitmeniz gereken bir Avrupa kentidir.
Brüksel Tarihi: Brüksel’in bir
yerleşim yeri olarak kullanılması 7. yüzyıla kadar gitmektedir. Bu yüzyılda
Senne Nehri kenarında günümüzde Place Saint Gery olarak bilinen şapelin yapımı
ile yerleşim başlamıştır. Fakat Brüksel’in resmi olarak kuruluşu 10. yüzyılda
Low Lotharingia Dükü Charles’ın şehri kurması ile gerçekleşmiştir.
Brüksel tarihi Brugge ve Köln ile
bağlantısı ile zaman içerisinde hızla gelişmiştir. Şehrin ilk kısmı 11.
yüzyılda tamamlanmıştır. Nüfus artışı ile bu dönemde şehir duvarları yapılmıştır.
Bundan kısa bir dönem sonra şehir sakinlerini korumak ve endüstrileşmeyi
artırmak için ikinci bir duvar inşa edilmiştir. 12. yüzyıldan itibaren Brüksel
dünya tarih sahnesinde yer alan önemli bir kent olmaya başlamıştır. Brabant
Dükü’nün Brüksel’i başkent yapmasının ardından şehrin yükselişi neredeyse 3
yüzyıl devam etmiştir. Bu dönemde en çok gelişen alanlardan biri ticarettir.
Brüksel tarihinde ticaretin en canlı olduğu dönemlerden biri bu günlerdir.
Paris ve Venedik gibi Avrupa devi şehirlere özellikle dekorasyon ürünlerinin
ticareti yapılmaya başlanmıştır ve bu, büyük bir gelir kaynağı haline
gelmiştir.
Brüksel tarihinde şehir
mimarisinin canlandığı ve şekillendiği dönem 15. yüzyıla denk gelmektedir. Bu
dönemde Belediye Binası ve kralın sarayı inşa edilen temel yapılardandır.
Brüksel tarihinde 15. yüzyıl şehrin eski havasını geçici olarak kaybetmiştir.
Eski günlerine V. Charles ile 16. yüzyıl başlarında tekrar kavuşmuştur. 16.
yüzyılda nüfus artışı ile dikkat çekmektedir.
Brüksel için acı dolu dönemlerden
biri Fransa Kralı XIV. Louis tarafından şehrin 17. yüzyılsonlarında
bombalanmasıdır. Bu olay şehrin büyük bir kısmının harabe haline dönüşmesine
neden olmuştur. 17. yüzyıl ise ekonomik gelişim ile Brüksel’in kendini
gösterdiği bir dönem olmuştur. Bu dönemde çeşitli isyanlar meydana gelse de
yine de gelişim ve yenilik ağırlıklı bir yüzyıl olmuştur. Hollanda Birleşik
Krallığı’ndan Hollanda’nın bağımsızlığını kazanması ile günümüzdeki başkent
oluşturulmuştur.
I. Leopold ile Brüksel
yenilenmeye başlamıştır. Öncelikle şehir duvarları yıkılmış yerine şehri
çevreleyen bulvarlar inşa edilmiştir. Şehirde bulunan metro hattı da bu dönemde
yapılmıştır. 19. yüzyıla gelindiğinde Brüksel nüfusu yaklaşık 125.000’e
ulaşmıştır.
I. ve II. Dünya Savaşları Brüksel
tarihini etkileyen temel olaylardan biridir. Şehir büyük kayıplara uğramasa da
savaşlardan her açıdan etkilenmiştir. 20. yüzyılın ortalarından itibaren
modernleşme ve yenileştirme çalışmaları hız kazanmıştır. Bu dönemde ulaşım
anlamında dev adımlar atılırken Brüksel ayrıca Avrupa Birliği’nin merkezi
haline gelmiştir. 1970’lerden sonra politik yenilikler söz konusudur. Günümüz
Brüksel tarihi ise mimari, sanat, refahı çağrıştıran ve Avrupa’da en çok
ziyaret edilen yerlerden biri olan bir kenti yansıtmaktadır. Son zamanlarda
Brüksel nüfusunun 1 milyonu geçtiği bilinmektedir.
Vize&Pasaport: Türk
vatandaşlarının Brüksel gezisi için Belçika’dan Schengen Vizesi almaları
gerekmektedir. Eğer güncel bir vizeniz yoksa Brüksel gezinizden önce vize
almanız gerekiyor.
Dil: Fransızca, Flemenkçe ve
Almanca ülkede en çok konuşulan diller olup İngilizce çoğu turistik bölgede
konuşulmaktadır.
Resmi Tatiller
• 1
Ocak (Yılbaşı )
• Paskalya
Pazartesi – değişiyor
• 1
Mayıs (İşçi Bayramı)
•
21 Temmuz (Ulusal Gün)
• 15
Ağustos (Hz. Meryem’in Göğe Yükseldiği Gün)
• 1
Kasım (Azizler Günü)
• 11
Kasım (Anma Günü)
• 25
Aralık (Noel)
İklim & Gezi İçin En Uygun
Zaman: Brüksel hava durumu tipik Kuzey Avrupa iklimi özelliklerini
yansıtmaktadır. Kış döneminde soğuk günler yaşansa da bu günler sık sık
görülmemektedir. Kış döneminde ortalama sıcaklık değerleri 2 – 5 derece
arasında seyretmektedir. Brüksel’de ilkbahar yağmur demektir. Kısa süreli yağış
geçişleri bu mevsimde yaşanmaktadır. Yaz ayları – Haziran ve Ağustos arası –
genellikle ılıktır. Hava sıcaklığı 22 derece civarında seyretmektedir. Yaz
dönemi de olsa akşam saatleri serin olabilmektedir. Bu nedenle yanınızda ince
bir ceket bulundurmanızda fayda vardır.
Ilık yaz mevsimi, ılıman kışları
ve yıl boyunca devam eden çeşitli programları ile aslında Brüksel gezi zamanı
olarak her dönem uygundur. Fakat özellikle Temmuz ayı yoğun ziyaretçi akınının
olduğu bir aydır. Hava sıcaklığının 23 derece civarında seyrettiği bu günlerde
turistik noktalar oldukça kalabalık olabilmektedir.
Ağustos ayı nispeten daha sakin
bir aydır. Çünkü bu dönemde yerel halkın bir kısmı izin kullanır ve bazı yerler
bir süreliğine kapalı olabilmektedir. Ağustos ayında düzenlenen Grand Place Flower
Carpet (Büyük Saray Çiçek Halısı) isimli festival Avrupa içinden birçok
gezginin bu ayda buraya akın etmesindeki en önemli nedenlerden biridir.
Dikkat çeken diğer
organizasyonların çoğu ise Aralık ayında düzenlenmektedir. Bu da Brüksel’de
turist yoğunluğu yaşanan dönemlerden olmasını sağlar. Kış dönemi olmasına
rağmen hava koşullarının ılıman olması da Brüksel gezi zamanı olarak uygun
görülmesini sağlamaktadır.
Brüksel’de kış döneminde hava
sıcaklığı 5 derece civarında seyretmektedir. Kimilerine göre Brüksel için en
uygun gezi zamanı Nisan ve Mayıs aylarıdır. Gökyüzünün açık olduğu ve hava
sıcaklığının ne çok soğuk ne de çok sıcak olduğu bu iki ay şehri gezmek,
bisiklete binmek ve doğanın tadını çıkarmak için uygun dönemlerdir. Ayrıca
turist yoğunluğunun bu iki ay içerisinde çok fazla olmaması da tercih edilme
ihtimalini artırmaktadır.
Saat Farkı: Belçika, Türkiye
saatinden 1 saat geridedir. Yani Türkiye’de saatler 14.00 ise Brüksel’de saat
13.00’tür.
Para Birimi: Brüksel’de Avrupa
Birliği’nin resmi para birimi olan Euro kullanılır. 5, 10, 20, 50, 200 ve
500’lük banknotları bulunan Euro’nun 1, 2, 5, 10, 20, 50 Cent’lik bozuk
paralarının yanında 1€ ve 2€’luk bozuklukları da vardır. 1 Euro 100 Cent’e eş
değerdir. Mağazalar alışveriş esnasında 50 Euro üzeri banknot kabul
etmeyebilir. (Brüksel’de alışveriş ile gerekli olabilecek tüm bilgileri Brüksel
Alışveriş Rehberi sayfasında bulabilirsiniz.)
Elektrik: Brüksel’de Türkiye ile
aynı priz tipi kullanılır. Elektronik aletlerinizi herhangi bir dönüştürücü
olmadan sorunsuzca kullanabilirsiniz. Otel odalarında priz sayısı kısıtlı
olabileceğinden yanınızda usb çoğaltıcı vb. bulundurmayı düşünebilirsiniz.
Telefon: Belçika’nın ülke telefon
kodu +32, Brüksel’in şehir kodu ise
02’dür. Yani Türkiye’den Brüksel’i arama yapmak için telefon numaranızı +322
xxx xxx şeklinde çevirmeniz gerekmektedir. Brüksel’den Türkiye’yi aramak içinse
00 90 222 555 xx xx şeklinde arama yapabilirsiniz.
Türk Konsolosluğu: Adres: 4, Rue
Montoyer, 1000 Bruxelles/ Telefon: +32 2 548 93 40
Hastane, Eczane & Dişçi:
Brüksel’de sağlık hizmetlerinden yararlanmanız gerekirse başvurabileceğiniz
bazı hastane ve eczaneler şunlardır:
• Helpline:
24 saat hizmet veren hastanede İngilizce konuşan çalışanlar da vardır. Telefon
numarası 02 648 40 14’dir. Genel sağlık hizmetlerinin yanı sıra diş hekimi
seçenekleri de mevcuttur.
• Hospital
St Pierre: 24 saat acil sağlık hizmeti sunan bu hastane merkezi bir noktada
bulunmaktadır. Telefon numarası 02 535 31 11, acil durumlar için 02 535 40
51’dir. Adresi Rue Haute & Rue de l’Abricotier’dir.
• Cliniques
Universitaires St-Luc: Acil bölümü de bulunan bir hastanedir. Av. Hippocrate 10
adresindeki hastanenin telefon numarası 02/764 11 11’dir. Metro ile Alma
istasyonundan ulaşılabilir.
Brüksel’de eczaneye gitmeniz
gerekirse en merkezdeki seçenek Grande Pharmacie de Brouckère’dir. Passage du
Nord 10 – 12 adresinde bulunmaktadır. Telefon numarası 02/218 05 07’dir. Metro ile De Brouckere
istasyonundan ulaşılabilir.
Brüksel’de Gezilecek Yerler
Brüksel gezilecek yerler konusunda
diğer Avrupa şehirleri kadar zengin seçeneklere sahip olmasa da 1-2 günlük bir
gezi boyunca çok keyifli anlar geçirebileceğiniz yerlere sahip. Şehrin en güzel
ve en hareketli noktası Grand Place. Başta Avrupa olmak üzere dünyanın en güzel
meydanlarından olan bu meydan çevresinde birçok önemli yapı yer alıyor. Hotel
de Ville yani Belediye Sarayı bunların en önemlisi. Şehrin simge yapılarından
biri olan Manneken Pis yani İşeyen Çocuk Heykeli ise hemen meydana yakın bir
konumda yer alıyor. Şehrin bir diğer ünlü simgesi Atomium ise şehrin biraz
kenarında yer alıyor. Bu yapının hemen yanında Avrupa’daki önemli yapıların
minyatürlerinin sergilendiği ünlü Mini Europe Park var. Cathedrale Saint-Michel
et Gudule, Galeries Royales de Saint-Hubert ve Centre Belge de la Bande
Dessinee ise şehirde gezip görmeniz gereken diğer önemli yerlerden.
HOLLANDA AMSTERDAM
Amsterdam’da Görülecek Yerler
Zamanınız varsa Oude Kerk
Kilisesi, Magere Brug Köprüsü, Albert Cuypmarkt pazarı, Artis ZOO hayvanat
bahçesi, Vondelpark, Hortus Botanik Bahçesi, Scheepvaartmuseum Denizcilik
Müzesi, Nieuwe Kerk Kilisesi, Gizli Amstelkring Kilisesi, Nieuw Dakota Sanat
Merkezi, Allard Pierson Müzesi, Yahudi Tarihi Müzesi, Jordaanmuseum, Rembrandt
Evi, Het Grachtenhuis Kanal Evi Müzesi, Yazar Multatuli Müzesi, içinde sahibi
ailenin yaşadığı özel Museum van Loon kanal evi, Verzetsmuseum II. Dünya Savaşı
Direniş Müzesi, Erotic Museum, Hash, Marijuana and Hemp Museum, Heineken Bira
Müzesi, Sex Museum, Dövme Müzesi, World Peace Museum, Tassen Museum Hendrikje
Çanta Müzesi, Peynir Müzesi, Uitvaart Museum Tot Zover Cenaze Müzesi,
Pijpenkabinet Pipo Müzesi, EYE Film Institute Film Müzesi, De Appel Sanat
Merkezi, Amstelhof Hermitage Amsterdam Müzesi de Amsterdam’da gezilecek
görülecek yerlerarasında.
Amsterdam Gezi Rehberi
İki kez gittiğim Amsterdam
Hollanda’nın ekonomi, kültür, sanat ve turizm merkezi. Hakkında Amsterdam gezi
notları yazdığım bu güzel kent kanalları, tarihi evleri, sanat müzeleri, modern
yaşamı, kozmopolit halkı, gece eğlencesiyle Türkiye’den en çok gidilmek istenen
yerlerden biri. İster tarih-kültür meraklısı olun, ister özgürce eğlenmek
isteyin veya peynir gurmesi olun, Amsterdam’ı seveceksiniz. Hiçbiri size göre
değilse, bu tarihi Avrupa kentinin sakinlik ve zarifliğini beğeneceksiniz. İşte
size bir Amsterdam gezisi için bilgiler, pratik bir Amsterdam gezi rehberi.
Amsterdam Schiphol Havaalanından
Kent Merkezine Ulaşım
Havalimanından merkezdeki Central
Station‘a giden tren için biletinizi sarı-mavi makinelerden 3.90 Avroya
alabilirsiniz, gişeden alırsanız yarım Avro daha pahalı. Çoğu makine banka ve
kredi kartı da kabul ediyor. “Comfort class” bilet almaya gerek yok, “second
class” bilet Sprinter, Intercity ve gece trenlerinde geçerli, sadece Thalys
için değil. İstasyon havaalanının altında ve iki farklı hat var. Merkezdeki
Centraalistasyonuna gitmek için Amsterdam Centraal veya Amsterdam CS yazana
binmeniz gerekiyor. Hafta içi gece 1 ile 5 arası saatte bir tren var, onun
dışında sık.
Amsterdam Central Station –
Merkez İstasyon ulaşım bilgileri.
197 numaralı otobüsle
Leidseplein’e gidebilirsiniz, OV-chipkaart ile bu yolculuk 2.38, biletle ise 4
Avroya mal olur. Mecbur kalmadıkça taksi tutmayın, 40-50 Avro tutar, kötü bir
taksiciye denk gelmezseniz.
Amsterdam gezilmesi kolay bir
kent. Gezilecek görülecek yerlerin tamamına yakını, merkezinde Central Station
olan yarım daire içerisinde. Buradaki Old Center (eski kent merkezi) eşmerkezli
altı tane iç içe kanalla çevreleniyor; Singel, Herengracht, Keizersgracht,
Prinsengracht, Lijnbaansgracht ve Singelgracht. Bunlar Canal Ring‘i
oluşturuyor. Bahsettiğim 2km yarıçaplı yarım dairenin içerisinde bütün önemli
turistik yerler, oteller, ünlü gezilecek yerler bulunuyor. Kent nüfusunun yüzde
doksanı, turistlerin hiç gitmediği, bu alanın dışında yaşıyor. Zamanınız varsa
yürüyüş ve yemek için dışını da tavsiye ederim.
Birçok kişi Amsterdam’ı özgürlük
ve hoşgörü konusundaki ünü nedeniyle ziyaret ediyor. Fuhuş yasal, yaygın ve görülür
durumda. Küçük miktarda esrar satışı ve kullanımına (yasal olmasa da) izin
veriliyor. Ancak bunlar “ne istersem yaparım” anlamına gelmiyor. Her türlü
eğlencenin, görüşün, cinsel eğilimin, insanın yadırganmadan kabul gördüğü bu
kentte sorumlu davranalım. Örneğin bisikletleriyle kuğu gibi süzülen insanların
yolunu kapatmayalım.
Bu arada Hollanda’nın bir
uyuşturucu ülkesi veya esrarın tamamen serbest olduğu bir yer olduğuna dair
yanlış bir genel kanı var. Dünyada esrarın üretimini, dağıtımını ve satışını
(denetim altında) yasallaştıran tek ülke Uruguay olup, ülkeyi merak edenler
gezi yazılarımı okuyabilir. Gelelim Amsterdam gezi rehberi olarak yazdıklarıma.
Amsterdam’da Gezilecek Yerler
Amsterdam gezilecek yerler
bakımından zengin ve renkli bir kent. Çoğu yere yürüyerek gidebilirsiniz.
1. Dam Meydanı
Şehrin kalbi olan Dam Meydanı
görülmeden olmaz. 1808 yılında Napolyon ve birlikleri kenti işgal ettiğinde
yönetimi bu meydanda devraldılar. Meydana hakim Kraliyet Sarayı (Koninklijk
Paleis) eskiden belediye binasıydı. Klasik tarzdaki ön cephesi ve güzel
heykelleri, kente ve yönetimine övgü için yapılmış. Dam Meydanı bugün
rengarenk, huzurlu ve ünlü bir yer. Bu fotoğrafım ilk gidişimden olduğu için
eski.
Dam Meydanı (Square)
2. Madame Tussauds Müzesi
Dam Meydanı’nda bulunan alışveriş
merkezinin üst dört katındaki Madame Tussauds Müzesi’nde Hollanda tarihini
canlandıran sergiler ve hem Hollanda’dan hem de uluslararası ünlü kişilerin,
sanatçı, oyuncu ve politikacıların balmumu heykelleri var. Burayı bir müzeden
çok eğlence yeri olarak görebiliriz. Bilet ücreti yetişkinler için 22 Avro,
çocuklar için 18 Avro. Bu fotoğraf da ilk gidişimden ama yazıdaki bilgiler
güncel.
3. Rijkmuseum Devlet Müzesi
Hollanda’daki dünyanın en büyük
ve seçkin sanat müzelerinden olan Rijkmuseum eşsiz bir tablo, baskı ve fotoğraf
koleksiyonuna sahip. Kısa süre önce yenilenen, Museumstraat Caddesi’nde yer
alan müzedeki sanat eserleri Orta Çağdan Rönesans’a ve yirminci yüzyıla kadar
kronolojik bir sırayla dört katta sergileniyor.
Rijkmuseum Amsterdam, Hollanda.
Müzenin girişi 18 yaş üzerine 15
Avro, 18 yaş altındakiler ve Museumkaart sahiplerine ücretsiz. Yılın 365 günü
09:00 ile 16:30 arası açık olan müzenin girişinde çok sıra oluyor. Museumkaart
veya e-bilet alırsanız ya da biletinizi otelden alırsanız sadece dışarıdaki
herkesin beklediği sıraya girer, gişe sırasına girmezsiniz. Central Station’dan
2 veya 5, ya da Zuid istasyonundan 5 numaralı tramvaya binip Hobbemastraat
durağında inerek ulaşabilirsiniz.
4. Anne Frank Evi
Amsterdam’da görülecek yerler
arasında en ünlülerden biri kuşkusuz Anne Frank Evi. Kanal kenarı evlerinden
birindeki gizli ilave bölümde iki Yahudi aile İkinci Dünya Savaşı’nda 2 yıl
Nazilerden saklandı. İhbar edilip yakalanarak Bergen-Belsen toplama kampına
götürüldüler. Kampta öldüğünde 15 yaşında olan Anne Frank, bu evde yazdığı
günlüğüyle tüm dünyaca tanınır hale geldi.
Anne Frank Müzesi’nde gizli
odaları, günlüğün orijinalini ve Nazi dönemindeki nefreti anlatan bir sergiyi
görebilirsiniz. Sabah 09:00’da açılan müze kışın 19:00, yazın 21:00’de
kapanıyor. Giriş yetişkinlere 9 Avro, 10-17 yaşlara 4.5 Avro, küçüklere
ücretsiz. Kent merkezindeki Prinsengracht Caddesi 263 numaradaki Anne Frank
Evi’ne Central Station’dan yürüyerek en fazla 20 dakikada gidebilirsiniz. 13,
14, 17 numaralı tramvaylar ve 170, 172, 174 numaralı otobüslerle Westermarkt
durağında inilerek de ulaşılabilir.
5. Van Gogh Müzesi
Van Gogh Müzesi’nin ilginç
Mimarili iki binasından biri Hollandalı Gerrit Rietveld, diğeri Japon Kisho
Kurokawa imzalı. Dünyanın en zengin Vincent Van Gogh koleksiyonunun yanı sıra
19. yüzyıldan diğer sanatçıların eserleri de sergileniyor. Yetişkin bilet
ücreti 17 Avro olup, 18 yaş altı ve I amsterdam kartı sahiplerine ücretsiz. 09:00
ile 17:00 arasında açık olan Van Gogh Müzesi, Cumaları 22:00’de kapanıyor.
Paulus Potterstraat Caddesi 7 numaradaki müzeye 2 veya 5 numaralı tramvaya
binip Van Baerlestraat durağında inerek gidebilirsiniz. Kendi kulağını kesen
büyük ressama saygılar.
6. Stedelijk Müzesi
Dünyanın en zengin modern sanat
koleksiyonlarından birine sahip Stedelijk Müzesi veya Belediye Müzesi, küvete
benzeyen acayip bir binada. Doksan bin modern resim, heykel, fotoğraf, grafik,
tasarım ve video sergilenen Stedelijk Müzesi Amsterdam’da gezilecek yerler
arasında en önemlilerinden birisi. Tam bilet 15 Avro, öğrenci 7.5 Avro, 18 yaş
altı ücretsiz. 10:00-18:00 arası açık olan müze, Perşembeleri 22:00’de
kapanıyor. 2 veya 5 numaralı tramvaya binip Van Baerlestraat durağında inerek
ulaşabilirsiniz.
7. Amsterdam Kanalları
Kent güzel kanalları sayesinde
“Kuzeyin Venedik’i” olarak anılıyor. Kanal tursuz bir Amsterdam gezisieksik
kalır. Kanalları ve eski evleri iyice görebilmek için gündüz, büyüleyici ve
romantik bir gezi için ise köprülerin ve evlerin aydınlatıldığı akşam saatlerini
tercih etmek uygun olur. Amsterdam kanallarının merkezdeki en önemlileri,
Prinsengracht, Herengracht, Keizersgracht ve Singel adlı ana kanallar. Jordaan
semtinde de çok sayıda küçük ve güzel kanal var.
Kentte kanal turu yapan çok
sayıda firmanın teknelerini merkezde görmek mümkün. Örneğin bir kanal gezisini
yukarıdaki gibi teknelerle gündüz 13 Avro, akşam 15 Avroya yapabilir, ya da 60
Avroya şık bir teknede iyi bir akşam yemeği eşliğinde kanalların keyfine
varabilirsiniz.
8. Begijnhof
Eski evlerle çevrili bu avluda
Orta Çağ’dan kalma bir kilise ve 34 numarada Amsterdam’ın en eski evi var. Dam
Meydanı’na çok yakın olan Begijnhof’da eskiden rahibeler yaşarmış, bugün de
bekar kadınlar yaşıyor. Sakinleri rahatsız etmemek için gürültüden kaçınmak
gerekiyor. Hollanda’da sakin bir yaşam adası.
9. Red Light District
Amsterdam’ın ünlü kırmızı ışık
semti Red Light District fuhuş semtinden çok turist ailelerin bile güvenle
gezdiği bir eğlence merkezi gibi. Kanal kenarındaki evlerin kırmızı ışıklı
pencerelerinde çalışan kızlar kendilerini sergiliyorlar. Fotoğraf çekmek yasak,
makineniz elden gidebilir. Çok güvenli ve sürekli kamerayla polis gözetiminde
bir bölge olsa da gece ve ara sokaklardan geçerken dikkatli olmakta yarar var.
Yasal fuhuşun merkezi olmasına rağmen bir yaşam alanı olmayı da sürdüren Red
Light District kafe, bar, genelev, lokanta, sex shop, gece kulübü dolu. İlginç
görülecek yerler arasında.
10. Rembrandtplein
Rembrantplein Meydanı heykelleri,
pub’ları, lokantaları, kefeleri ve otelleriyle turistler için görülmesi gereken
yerler arasında yer alıyor. Gerçek Hollanda müziği çalan geleneksel barlar var.
Yazın teras kafeler dolup taşıyor. Meydandaki küçük parkta banka oturup
dinlenerek etrafı seyretmek hoş. Bu parkta, semtte yaşamış olan ressam
Rembrandt’ın en ünlü eseri Gece Nöbeti (Night Watch) tablosu dökme bronz
heykellerle temsil ediliyor. Hemen arkasında gördüğünüz yüksek olan ise
Rembrandt’ın heykeli. Gece kulüpleri, barlar, pırlanta ve hediyelik eşya
dükkanları var.
11. Leidseplein
Leidseplein Meydanı ve çevresi
Amsterdam’ın en ünlü gece hayatı semti. Restoranlar, kulüpler, canlı jazz ve
blues çalan barlar, Coffee Shop’lar, sinema ve tiyatrolarıyla renkli ve canlı
bir bölge. Sokak müzisyenleri, hokkabazlar, ateş yutanlar, çeşit çeşit
göstericiler gece meydanı şenlendiriyor.
12. Amsterdam Müzesi
Kent merkezindeki müze Amsterdam
tarihini anlatıyor. Sabit sanat eserlerinin yanı sıra halk, sanat, moda, el
sanatları üzerine süreli sergiler de düzenleniyor. 1578’den itibaren yetimhane
olarak kullanılan binası 18. yüzyılda klasik tarzda yenilendi, 1976’da
Amsterdam Tarih Müzesi oldu. 10:00-17:00 arası açık olan müzenin tam bilet
ücreti 10 Avro. 5-18 yaşlara 5 Avro, 65 yaş üzerine 7.5 Avro. 5 yaş altı
çocuklara, Museumkaart, I amsterdam City Card sahiplerine ücretsiz. Dam
Meydanı’ndan birkaç dakikada yürünebiliyor; Kalverstraat Caddesi, 92 numarada.
13. Coffeshops
Coffeshop’lar Hollanda
hükümetinin 1970’lerde “sert” ve “hafif” uyuşturucuları yasada ayırmasından bu
yana Amsterdam’da bulunuyor. Normal kafelerle karıştırılmaması gereken,
pencerelerinde resmi çıkartma olan Coffeeshop’larda sınırlı miktarda esrar
(cannabis) ve haşhaş (marihuana) satılıyor. Ortamı görmek için bir tanesine
girilebilir, içmeyin sakın.
Amsterda’da esrar satılan bir
coffeeshop.
14. Yeldeğirmenleri
Hollanda deyince akla
yeldeğirmeni gelir ve Amsterdam merkezinde bile sekiz tane var ama sadece ikisi
ziyaret edilebiliyor. Bunlardan birisi aşağıda gördüğünüz Molen van Stolen
adlı, Akersluis Caddesi’ndeki ünlü ve turistik yeldeğirmeni. Ancak ben çok daha
az bilinen De Otter yeldeğirmenini tavsiye ederim. Jordaan semtinin
Ledenberchstraat Caddesi’nde ve Dam Meydanı’ndan yürüyerek 15 dakika sürüyor.
Sahibi burada lüks apartmanlar inşa etmek isteyen kent planlamacılarıyla
mücadele ediyor. Testere işi olarak türünün son örneği olan bu yeldeğirmeni her
an yok olabilir.
Amsterdam’da Görülecek Yerler
Zamanınız varsa Oude Kerk
Kilisesi, Magere Brug Köprüsü, Albert Cuypmarkt pazarı, Artis ZOO hayvanat
bahçesi, Vondelpark, Hortus Botanik Bahçesi, Scheepvaartmuseum Denizcilik
Müzesi, Nieuwe Kerk Kilisesi, Gizli Amstelkring Kilisesi, Nieuw Dakota Sanat
Merkezi, Allard Pierson Müzesi, Yahudi Tarihi Müzesi, Jordaanmuseum, Rembrandt
Evi, Het Grachtenhuis Kanal Evi Müzesi, Yazar Multatuli Müzesi, içinde sahibi
ailenin yaşadığı özel Museum van Loon kanal evi, Verzetsmuseum II. Dünya Savaşı
Direniş Müzesi, Erotic Museum, Hash, Marijuana and Hemp Museum, Heineken Bira
Müzesi, Sex Museum, Dövme Müzesi, World Peace Museum, Tassen Museum Hendrikje
Çanta Müzesi, Peynir Müzesi, Uitvaart Museum Tot Zover Cenaze Müzesi,
Pijpenkabinet Pipo Müzesi, EYE Film Institute Film Müzesi, De Appel Sanat
Merkezi, Amstelhof Hermitage Amsterdam Müzesi de Amsterdam’da gezilecek
görülecek yerlerarasında.
Museum Card ve I amsterdam Card
Museum Card (Museumkaart) Bir yıl
geçerli müze kartı yetişkinlere 59.90 Avro, 18 yaş altına 32.45 Avro. Bir form
doldurup parasını ödeyince, yanında avantajlarını anlatan bir kitapçıkla
birlikte hemen veriliyor. Müze kartı müzelerden ve Leidseplein 26 numaradaki
Uitburo’dan alınabiliyor.
Kısa süreli ziyaretler için ise I
amsterdam Card mantıklı olabilir. Bu kart kentteki müzelere ve toplu taşımaya
ücretsiz erişim ve birçok turistik yerde indirim sağlıyor, yanında bir de kent
haritası veriliyor. Bu I amsterdam City Card veya Amsterdam Card adlı indirim
kartının ücretleri süreye göre değişiyor; 48 saat geçerli I amsterdam City Card
ücreti 59 euro, 72 saat geçerli I amsterdam City Card indirim kartı fiyatı 69
euro, ve 96 saat geçerli Amsterdam Kart ücreti 79 euro. Bu turist indirim kartı
ile süresi boyunca tüm toplu taşımadan (tramvay, otobüs, metro) ücretsiz
yararlanabilirsiniz, ki 48 saatlik ulaşım kartı 12 eurodur. Ayrıca ücretsiz bir
Volendam Marken arası kanal gezisi (normalde fiyatı 16 euro) yapabilir, Van
Gogh Müzesi (17 avro), De Nieuwe Kerk (15 euro), Artis Royal Zoo (19.95 euro),
Stedelijk Museum (15 euro) ve Het Scheepvaartmuseum (15 euro) adlı turistik
yerleri parasız ziyaret ederek kartsız 110 euro tutacak bir Amsterdam gezisini
bedava gerçekleştirebilirsiniz.
I amsterdam City Card adlı
indirim kartını Schiphol Havaalanı Arrivals 2 terminalindeki Holland Tourist
Information bürosundan, Arrivals 4 terminalindeki Connexxion Help Desk yardım
masasından, kent merkezindeki Central Station karşısındaki Stationsplein’den,
Museumplein 4’te Museumshop’tan, Waterlooplein’deki Operadan ve bir çok müzeden
satın alabilirsiniz.
Hollanda dünyada yaşam kalitesi
en yüksek ülkeler arasında yer alıyor.
Amsterdam’da Bedavaya Yapılacak
Şeyler
Pahalı bir kent olan Amsterdam’ı
ucuza gezmek istiyorsanız önerilerim var. Öncelikle otele para vermeyip ilgili
yazımda anlattığım CouchSurfing ağı sayesinde evlerde bedava kalın. Bu sisteme
üye olmak istemezseniz arama motorlarına “home stay” yazıp aratarak otel ve
hostellerden daha ucuza yerel halkın evinde oda kiralayabilirsiniz. İşte size
Amsterdam’da bedava yapılacak şeyler:
Para harcamadan bir gün:
Kanalları dolaşın, Bloemenmarket çiçek pazarını ve Albert Cuypstraat pazarını
ziyaret edin, Magere Brug Köprüsü’nü
görün ve akşam üzeri Vondelpark’ta dinlenin.
River IJ GVB tekneleri: Central
Station’un Kuzey tarafından kalkan teknelerle gezi bedava.
Ücretsiz öğle vakti konserleri:
Concertgebouw (her Çarşamba 12:30), Het muziektheater (her Salı 12:00),
MuziekGebouw aan’t IJ (ayın ikinci Salısı 12:30), Ignatiushuis (her Salı
12:30), Westerkerk Kilisesi (her Cuma org konseri, 13:00).
Cuma akşamı paten: Her hafta
farklı bir rota izleyen, ücretsiz ve neşeli paten turu.
Nemo Science Müzesi Terası:
Yazları müzenin terasından manzarayı izleyebilirsiniz.
OBA Amsterdam Halk Kütüphanesi:
Oosterdokskade’deki kütüphanede gazete-dergi okuyup dinlenebilirsiniz. En üst
kattaki terasının manzarası güzel.
Rijksmuseum’un bahçesi: Mimari
örnekleri.
Schuttersgallerij: On yedinci
yüzyıl tabloları sergileniyor.
Vondelpark open-air theatre: Açık
hava tiyatrosunda yazları Cuma akşamları, Cumartesi ve Pazar günleri
etkinlikler yapılıyor.
Bostheater open-air theatre:
Amsterdam Kalesi’ndeki açık hava tiyatrosunda Pazarları ücretsiz karaoke
partileri oluyor. Yiyeceğinizi götürürseniz buradaki mangalları
kullanabilirsiniz.
Başka bir yazımda Amsterdam’da
eğlence, yeme-içme ve alışverişten bahsedeceğim.
Amsterdam:
Gezilecek Yerler ve
Hayatta Kalma Rehberi
Amsterdam’a Ne Zaman Gidilir?
Amsterdam’ın kişisel tarihimde
önemli bir yeri var. “Hayatım boyunca en çok üşüdüğüm şehir” tanımlamasını
yıllardır kimseye kaptırmayan Amsterdam’a, benim gibi yaz insanıysanız,
mümkünse yazın gidin. Hadi yazın gitmediniz, sonbahar başı, ilkbahar sonu
gidin. Biz Türkiye’de böyle bir soğuğa alışkın olmadığımızdan olsa gerek,
orası 10 derece bile olsa,
Türkiye’deki 10 dereceye kıyasla çok
daha keskin ve vurucu bir soğuk oluyor.
Amsterdam’da Ne Giyilir?
Kişisel deneyimimden yola çıkacak
olursak, ben Amsterdam’a ilk kez Kasım ayında gittim. Her yurdum insanı gibi,
internete girip hava durumuna baktım, Türkiye’den “birazcık” daha soğuk olduğunu
gördüm ve kıyafetlerimi ona göre seçtim. Fakat oraya gittiğimde kıyafetlerim o
kadar yetersiz geldi ki, 2 günümü kiraladığımız evde yatak döşek yatarak
geçirdim. Benim bu muhteşem deneyimimden ders çıkarmak gerekirse, sıcak olmayan
bir dönemde gidecekseniz, hava durumunu Türkiye ile bir tutarak
değerlendirmeyin. Oradaki iklim bir başka. En kalın kıyafetlerinizi alın. Hatta
bu tip iklime sahip yerlere daha önce gitmişliğiniz yoksa, önce gidip daha
kalın kıyafetler satın alın ve onlarla gidin.
Giyim konusunda göz önünde
bulundurmanız gereken bir nokta da, ani yağmurlar. Yanınızda mutlaka bir
yağmurluk ya da bere bulundurun. Ben ilk gün yanıma almadığım saçım ve
makyajımla Japon korku filmi karakterlerinde dönmüştüm. Instagram’a fotoğraf
koyamazsınız sonra.
Son olarak eğer yazın
gidecekseniz, göz önünde bulundurmanız gereken tek konu, büyük ihtimalle
bisiklete binecek olmanız. İlk günler Amsterdam halkının yarattığı çılgın
bisiklet trafiğine adapte olamayabilir, çeşitli düşme/çarpışma tehlikeleri atlatabilirsiniz.
Bu gibi durumlarda bacaklarınızın yara bere içinde kalmaması açısından, şort,
etek vs. yanında kot, pantolon gibi şeyler götürmenizde de fayda var. Önce
sağlam kalın, sonra gezersiniz.
Amsterdam Bütçesi ve Amsterdam’da
Konaklama Mevzusu
Amsterdam, ne Paris kadar pahalı
ne de Berlin kadar uygun. Tabi bu tamamen kişisel bir yorum ve bulunduğunuz
aktivitelerle de alakalı. Konuyu günlük harcamalardan yola çıkarak
detaylandıracak olursak;
-Kahve: 2,3 Euro civarı
-Su: 1,5-2 Euro civarı
-Ortalama, hafif iyiye çalan bir
bir restoranda ana yemek: 14-20 Euro arası
-Bira: 3-5 Euro arası
Tabi ki burada bütçenizi minimuma
çekmenin çeşitli yöntemleri de var;
-I-Amsterdam Card: Bu kart,Van
Gogh Musem ve Stedelijk Museum gibi müzelerin de içinde bulunduğu yaklaşık 40
müzeye giriş, kanal turu, geçerlilik süresi boyunca toplu taşıma araçlarını
limitsiz kullanma gibi çeşitli olanaklar sağlıyor. 24, 48 ve 72 saatlik olarak
3 farklı versiyonu var. Sırasıyla 42, 52, 62 Euro gibi bir fiyatlandırması var.
Birçok şehirde bu “turist kartı” sistemi uygulanmasına rağmen, paranızın
karşılığını en iyi şekilde alabileceğiniz şehirlerden biri kesinlikle burası.
İnternetten satın aldıktan sonra, Amsterdam Schipol Havaalanı dahil birçok
noktadan teslim alma imkanınız da var. Kesin bilgi: Bu kartı satın almak,
kesinlikle daha az para harcamanızı sağlıyor.
Daha detaylı bilgi
için:http://www.iamsterdam.com/en-GB/experience/deals/i-amsterdam-city-card
-Amsterdam’da ev kiralama ya da
Hostel: Hostel, yurtdışında konaklamanın en uygun yoludur. Bu şekilde hem yeni
insanlarla tanışabilir, hem konaklamaya ayıracağınız parayı başka şeylere
harcayabilirsiniz. Ben bir takım hırsızlık olaylarının yaşanabilmesinden ve tek
kişilik oda bulamadığım takdirde tanımadığım insanlarla aynı yerde uyumak
durumunda kalmamdan dolayı, genellikle başka seçenekler bulmaya
çalışanlardanım. Ama Amsterdam’da durum böyle değil. Çok da ucuz bir hostel
olarak kabul edemeyeceğiniz St Christophers Inn at the Winston, kalabileceğiniz
en güzel hostellerden biri. Kesinlikle tavsiye ederim. Zaten orada kalmasanız
bile önünün her daim manyaklar gibi kalabalık olmasından ne kadar sevildiğini
fark edeceksiniz.
Konaklamayla ilgili otel dışı
ikinci bir seçeneğiniz de ev kiralamak olabilir. Biz, PH Apartment Suits
aracılığıyla, şehir merkezinde, klasik Hollanda stili binalardan birinde, gayet
güzel dekore edilmiş bir dairede kaldık. Birkaç kişi kaldığınız takdirde,
ödemeyi bölüştüğümüz için, makul bir fiyata denk geldi. Özellikle kalabalık
gidecekseniz kesinlikle değerlendirebilirseniz, gayet güvenilir ve akıllıca.
İlgileneneler
için:http://www.booking.com/hotel/nl/prince-hendrik-suites.tr.html
-Bunlar dışında eğer bizim gibi
ev kiralamış bulunduysanız ya da Türkiye’ye dönerken peynir, stroopwafel, bira
gibi Hollanda’ya özgü bir şeyler almak niyetindeyseniz adresiniz şehrin dört
bir yanında bulunanAlbert Heijn marketleri. Buradan daha uygun fiyatlı bulma
ihtimaliniz düşük.
Amsterdam’da Coffee Shop Meselesi
Yukarıda da söylediğim gibi,
uyuşturucu kötüdür, uyuşturucu kullanmayın, uyuşturucu tüm kötülüklerin
anasıdır ve yerin dibine batsın-dır. İkinci kez sosyal mesajımı verdikten
sonra, her ne olursa olsun, Amsterdam rehberi hazırlayıp Coffee Shop’lardan
bahsetmemek, yüz binlerce insanı “birkaç çapulcu” diye nitelendirmekten farksız
olacağından, gördüklerimi bildiklerimi aktarmak istiyorum.
Amsterdam’da sabah 8’de kahvaltı
yapmak için dışarı çıktığınız andan itibaren, sokakta bulunduğunuz süre boyunca
her daim burnunuza “ot kokusu” gelecek, kaçarınız yok. İlk başta “yok canım,
sabahın köründe de içmiyorlardır artık” falan diyorsunuz ama yok, gayet de
içiyorlar. Herhangi bir köşe başında, bir ara sokakta ya da caddede Coffe Shop
görmeniz mümkün. Anladığım kadarıyla, özellikle turistler arasında en popüler
olanı “The Bulldog”. Bir zincir olduğu için, Red Light Disctrict dahil birçok
yerde görebilmeniz mümkün.
Coffee shop’larda kesinlikle
alkol satılmıyor. Bu konuda çok katılar ve özellikle turistik olanların
girişlerinde belirtiliyor.
Amsterdam Gezilecek Yerler
Amsterdam’da yapacak şey çok.
Hiçbir yere gitmezseniz, bisikletinizle şehrin sokaklarında güvenle
kaybolabilirsiniz. Ne acıdır ki, Türkiye’de “bisiklet” ve “güven” sözcüklerini
bir arada bile kullanamayacağınız için, oradayken keyfini çıkarın derim. Bir
turist olarak, ilk gidişiniz ise, görmeden dönmemeniz gereken birkaç yeri
sıralamak gerekirse:
Red Light District
Bildiğiniz üzere Hollanda’da,
fahişelik legal. Amsterdam’da, 18 yaşın üstünde bir Avrupa Birliği
vatandaşıysanız, gidip fahişe olmanızın hiçbir sakıncası yok. Son derece legal
ve bir meslek olarak kabul ediliyor. Yeter ki kurallara uygun hareket edin, ve
mesleğinizi sokakta değil, izin verilen bölgelerde icra edin.
Red Light District, Türkçesiyle,
“Kırmızı Fener Mahallesi/Bölgesi” ise, çoğumuzun bildiği gibi, Amsterdam’da
bulunan, bu işlere ayrılmış, bu nedenle namı alıp yürümüş olan bölge. Bu
şekilde tanıtıldığında kulağa ürkütücü gibi gelse de, aslında civarında
Amsterdam’ın en eski kiliselerinden Oude Kerk’in, coffee shopların, kafelerin
bulunduğu, son derece turistik ve güvenli bir bölge. Öyle ki, insanlar gecenin
bir vakti çocuklarıyla bile gelip dolaşıyorlar, camların içinde kendilerini
sergilemekte olan bayanları inceliyorlar ya da sırf yollarının üstü olduğundan
kafalarını bile kaldırmadan geçip gidiveriyorlar.
Burayla ilgili aklınızda
bulundurmanız gereken birkaç ipucu var:
-Kesinlikle -vitrinlerin-
içindeki ablaların fotoğrafını çekmeyin. İnanılmaz agresifleşiyor, hatta
bulundukları yerden çıkıp sizi kovalayabiliyorlar. 4 kız Amsterdam sokaklarında
topuklarımız popomuza vura vura kaçmak zorunda kaldık, oradan biliyorum.
-Camında kırmızı ışık yananlar
kadın, mavi ışık yananlar transeksüel oluyor-muş.
-Civarda uyuşturucu ya da kadın
pazarlamaya çalışan, nedendir bilinmez genellikle zenci olan arkadaşlar
olabiliyor. Onlarla muhattap olmayın. Çünkü söz ettiğimiz bu iki şey
Amsterdam’da legal olsa da, bu arkadaşlarla iletişim kurarak ulaşılmaya
çalışıldığı takdirde, illegal bir duruma dönüşüyor.
-Bölgede çeşit çeşit show’lar
mevcut. Özellikle “Casa Rosso” benim aylarca, “Dünyanın bir yerinde böyle bir
şeyin mütemadiyen devam ettiğine inanamıyorum” diye dolaşmama neden oldu. Eğer
mideniz kaldırmıyorsa, seks turizmi etik değerlerinizle hiçbir şekilde
bağdaşmıyorsa gitmeyin. Çünkü “Casa Rosso”, “Live Sex Show” olarak adlandırabileceğimiz
bir etkinlik. Oldukça dürüst bir
adlandırma oldu, çünkü etkinliğin içeriği tam olarak bu. Akşam 7’den gece 3’e
kadar açık. 1 kişi, 2 içki dahil, 50 Euro.
Konuyla ilgili merakını
gideremeyenler için, şöyle bir şey mevcut:
Rijksmuseum
Rijksmuseum
Coffee Shop’lar ve Red Light
District gibi nadide bölgeleri keşfettikten sonra ani bir kararla müzelere
geçiş yapıyoruz. Rijksmuseum, Hollanda’daki en büyük sanat ve tarih müzesi.
Diğer önemli müzelerin de bulunduğu Museumplein bölgesinde. Müzenin bir kısmı,
çok uzun süredir tadilattaydı ancak 2013 yılında tekrar kullanıma açıldı.
Özellikle Vermeer, Rembrandt, Jan Steen gibi sanatçıların eserlerini görmek
isterseniz, kesinlikle ziyaret etmelisiniz.
-Her gün 9 ile 17:00 arası açık.
I-amsterdam Card ile kapıdaki sıraları atlatabiliyorsunuz. Giriş 15 euro.
-Orada tanıştığımız Hollandalı
arkadaşlar buranın adını “RAYKS” diye telaffuz ediyor. Öyle söylemezseniz de
genellikle anlayamıyorlar. Aklınızda bulunsun.
Van Gogh Museum
Çoğu insanın, civarındaki diğer
müzelere kıyasla küçük bulmasına rağmen, benim Van Gogh’a karşı boş olmamam
nedeniyle, öncelikli olarak gezdiğim müzelerden biri oldu burası. Rijksmuseum
ile Stedelijk Musem arasında konumlanmış Van Gogh Müzesi’nin girişinde,
genellikle çılgınlar gibi sıra oluyor. Fakat I-amsterdam card ile bu sırayı
atlayıp, bekleyenlere sinsi sinsi gülümseyerek, “zorunuza mı gitti hee?”
bakışları atarak tuhaf bir gurur içinde yanlarından geçip gidebiliyorsunuz.
“Potato Eaters”, “The Bedroom”, “The Yellowhouse” gibi “bunların orjinalini
gördüğüme inanamıyorum” şeklinde çığlık attırabilecek eserlerini, bu müzede
görmeniz mümkün. “The Starry Night”ı görmek isteyenler, sizi Moma’ya doğru
alalım.
-Her gün 9 ile 6 arası açık.
Giriş, I-amsterdam Card dahilinde.
Stedelijk Museum
Kişisel yorumumu söyleyecek
olursam, Van Gogh müzesi ile birlikte Hollanda’da gitmiş olduğum en iyi
müzelerden, Amsterdam’ın modern sanat müzesi. Bu da Museumplein bölgesinde
bulunuyor. İçeride Pollock, Kandinsky, Marlene Dumas, Gilbert&George eserleri
görüp sevinçten çıldırmanız mümkün. Modern sanata ilginiz var ise,
kaçıracağınızı sanmıyorum.
-Her gün 9 ile 18:00 arası açık.
I-amsterdam Card dahilinde.
Stedelijk Museum
Anne Frank House
Anne Frank’i çoğunuz
biliyorsunuzdur. Bu küçük Yahudi kız, İkinci Dünya Savaşı döneminde, Nazi
işgali sırasında, Amsterdam’da saklandığı yerde bir günlük tutmaya başlar.
İçeride onunla birlikte hayatlarını kurtarmak için saklanmaya çalışan 8
kişiden, yalnızca bir kişi sağ kurtulabilir. Bu kişi Anne Frank’in günlüğünün
günümüze kadar ulaşmasını sağlar. Kanımca Amsterdam’a gittiğinizde görmeniz
gereken en önemli yerlerden biri olan Anne Frank Huis, insanın üzerinde
inanılmaz bir etki bırakıyor.
-I-amsterdam Card burada geçerli
değil, ve hava isterseniz -10 derece olsun, kapıda inanılmaz fazla sıra oluyor.
Bu durumu atlatmak için çözümünüz kesinlikle online bilet almak. Ancak onu
almak bile baya sancılı bir süreç olduğu için gitmeden önce sık sık şurayı
kontrol etmeniz gerekiyor. Aksi takdirde
1,5 saat civarı bir bekleme süreci geçirebilirsiniz, bu konuda gayet ciddiyiz.
-Biletler 9 Euro. Her gün
9:00’dan 19:00’a, Cumartesi 21:00’a kadar açık.
Dam Square
Dam Square
Dam Meydanı, Amsterdam’a gidip de
görmeden dönerseniz, uçaktayken “ulan bir terslik var ama..” hissine kapılacağınız,
kısaca oraya gittiğinizde mutlaka görmeniz gereken yerlerden. Meydanda
Amsterdam Kraliyet Sarayı, Nieuwe Kerk, Madame Tussaud’s Müzesi ve National
Monument’ı görmeniz mümkün. Bana kalırsa oldukça ihtişamlı ve güzel bir meydan.
Aynı zamanda alışveriş yapabileceğinizKalverstraat ve de Bijenkorf da tam
olarak bu meydanda ve civarındalar. Burada gezip dolaştıktan sonra meydan ve
civarına yayılmış onlarca kafeden birinde, oturarak etrafı inceleyebilir,
soluklanıp bir soğuk ayran içebilirsiniz. (tabi ki içemezsiniz)
-Meydanda özellikle turistlere
yönelik çeşitli şovlar ve atraksiyonlar olabiliyor. Bu sırada çeşitli hırsızlık
olayları yaşanabiliyor. Öyle ağzınızı açmış etkinlik izlerken cüzdanınızdan
olmayın.
-Daha önce başka bir şehirde
Madame Tussauds Müzesi’ne gittiyseniz artık Allah aşkına şurada gitmeyin.
Yapacak 50 tane şey var, daha kaç kere balmumundan Tina Turner göreceksiniz
arkadaşlar lütfen ama.
-Nieuwe Kerk’in içinde son
zamanlarda çeşitli etkinlik ve sergiler oluyor. Benim orada olduğum dönemlerden
birinde Andy Warhol Exhibition vardı ve sevinçten aklımı kaçırmıştım. Geçerken
bir göz atmakta fayda var. Üstelik buradaki etkinlikler I-Amsterdam Card
dahilinde.
Kalvarstraat
Burası Amsterdam’ın en turistik
caddelerinden biri olarak biliniyor. Musallat olan sokak müzisyenleri, bakın
ben havada duruyorumculuk yapan sokak sanatçıları, Urban Outfitters, Forever 21
gibi Türkiye’de bulamayacağınız türlü türlü mağaza ve çeşit çeşit restoran
cadde üzerinde mevcut. Özellikle Dam Square civarındaysanız buraya da bir göz
atabilirsiniz.
Erotic Museum
Burası adından da anlaşıldığı
üzere erotizm üzerine kurulmuş bir müze. Benim buraya girmemin öncelikli
sebebi, daha önce Prag’da görmüş olduğum “Sex Machines Museum” tadında bir şey
beklentimin olmasıydı. Orası gerçekten enteresan şeylere şahit olduğum bir
müzeydi çünkü. Fakat Prag’dakinin aksine burası, biraz ticari kaygılarla
kurulmuş, “Sex Sells” mantığıyla yapılmış bir müze gibiydi. İçeri girince gülüp
eğleneceğiniz ya da enteresan bulabileceğiniz içerikler tabi ki mevcut. Ancak
bence gitmenize gerek yok. Buraya gideceğinize Red Light’e gidersiniz.
-Giriş 7 Euro. Gece 1’e kadar
açık.
Waterlooplein
Bu bölge adeta bir ikinci el
cenneti. Üstelik yalnızca kıyafet değil, elektronik, kitap, hediyelik, plak ve
daha aklıma gelmeyecek bir sürü “ıvır-zıvır”a buradan ulaşabilirsiniz. Dam
Square’den 15 dakika yürüme mesafesi, Red Light District’in hemen arkasında
kalıyor.
-Buraya kadar gitmişken Rembrandt
House’un yakınlarında olduğunuz için orayı da es geçmeyerek, hem Rembrandt’ın
evini, hem de eserlerini görebilirsiniz. Giriş 10 euro, I-Amsterdam Card
geçerli.
Jordaan
Amsterdam’ın Cihangir’i
diyebileceğimiz Jordaan, turist yoğunluğunun çok daha az olduğu, kendinizi
lokal hissedebileceğiniz bir bölge. Güzel kafeler, yerel insanlar, çeşit çeşit
sakallı bıyıklı hipster ile dolu bu bölgede siz de benim gibi kendinizi
huzurlu, hatta “evde” hissedebilirsiniz. Yazarken, “burayı söylemesem de daha
fazla insan haberdar olmasa mı acaba” diye düşündüm, ama çok iyi biri olduğum
için hadi yazayım dedim, görüyorsunuz, dev hizmet…
-Buraya gitmişken bölgede
uğrayabileceğiniz birkaç başarılı restoran adı vermek istiyorum; Los Pilones(leziz
bir Meksika restoranı), Japanese Pancake World (daha önce yemediğiniz tarzda
pancakeler deneyebilirsiniz) ve Anne Frank Huis yakınlarındaki Proeverij 274.
Heineken Experience
Geldik çoğu insanın ilgisini
çeken, benim ise bir heves gidip, kapıdaki kuyruğun da etkisiyle
beklentilerimin yükselmesinin ardından, sıkıntılar içinde çıktığım yere.
Efendim burası ünlü bira markası Heineken’in fabrikası. Ancak adamlar burayı,
zekice bir pazarlama tekniği geliştirerek,
insanların gezebileceği, biranın yapım aşamasını öğrenebileceği, beleş bira
içebileceği, eğlenebileceği bir alana dönüştürmüşler.
Giriş 17 Euro civarı bir şey.
Mutlaka gidin diyebileceğim bir deneyim olduğunu söyleyemeyeceğim, ayrıca özellikle çok
kalabalık olduğunda beklemeye değmez diye düşünüyorum.
Vondelpark
Biz küçük ve güzel parkımız
Gezi’yi elimizde tutmak için sokaklarda dayak yiyip can verirken, Amsterdam’da
şehrin ortasında bu güzel parka, hiçbir polis saldırısı olmadan ulaşabilir,
çimlerine uzanabilir, sevgilinizle öpüşebilir, piknik yapabilir, sakin sakin
kitabınızı okuyabilirsiniz. Üstelik
bunları ister başınız açık, ister baş örtüsüyle isterseniz kafanıza Darth Vader
başlığıyla yapabilirsiniz. Çünkü burası Amsterdam, özgürsünüz.
İpuçları
– Siz de benim gibi her gittiğiniz şehirde
bir süpermarkete uğrama alışkanlığı edinin. Çok farklı tatları, diğer yerlerde
alacağınızdan çok daha ucuza bulabilirsiniz. Örneğin Amsterdam’dan, 3-5 euro’ya kafam kadar Gouda Peynirinizi
almadan dönmeyin.
– Hayatınızın en iyi elmalı tartlarından
birini yemek isterseniz mutlaka Cafe Winkel‘e uğrayın.
– Bisiklet trafiğine gerçekten çok dikkat
edin. Çünkü çok alışmışlar, çok hızlılar, bizde olduğu gibi bisikleti sadece
“bakkala yardım eden çırak çocuklar” kullanmıyor. İşe gidiyorlar,
arkadaşlarıyla buluşmaya çıkıyorlar, alışveriş yapıyorlar ve bunların hepsini
bisikletle yapıyorlar. Bu yüzden dikkatli olmazsanız, size bir bisikletin
çarpma olasılığı, bir arabanın ya da otobüsün çarpma olasılığından çok daha
fazla. Evet tamam itiraf ediyoruz, aramızdan birine bisiklet çarptı.
– Herkes sular seller gibi İngilizce
konuşuyor. O konuda bir çekinceniz olmasın.
– Özellikle turistik bölgelerde
taksicilere güvenmeyin. Yürüseniz 30 saniyede gidebileceğiniz mesafeyi, sizi
arkadan dolandırarak 10 dakikada götürebiliyorlar. Güvenmeyin dediklerimizin
%90’ı da Türk bu arada, küfür ederken falan dikkatli olun.
– Çok güzel vintage mağazalar var, eğer
ilgi alanınız ise, mutlaka birkaçına uğramalısınız.
– Gay Bar’lara gidin, gece en çok
eğlenebileceğiniz yerler gerçekten buralar.
Orada duyduğum bir cümle ile,
yazıma son vermek isterim;
Amsterdam Notları
Öncelikle Hollanda hakkında kısa
bir bilgi vererek ülkeyi zihninizde oluşturmaya çalışayım. İlk olarak
Hollanda’ya “Holland” demek yanlış bir kullanımdır, tüm ülke için kullanmak
istenmeyen hatta aşağılayıcı bir ifadedir. Çünkü “Holland”, “Netherland”ı
oluşturan 12 eyaletten sadece ikisi için kullanılır. “Netherland” ise “lowland”
anlamına gelmektedir
.
Kuzeyden güneye yaklaşık 300 km,
batıdan doğuya yaklaşık 170 km, yüzölçümü Konya kadar, nüfusu İstanbul kadar
olan Hollanda dünyadaki 16. en büyük ekonomidir ve kişi başına düşen gelir
sıralamasında 7. sıradadır. Benelüks ülkelerinden biri ve Avrupanın en büyük
limanına sahiptir.
Yukarıda soldaki harita
Hollanda’nın sınırlarını göstermektedir, sağdaki ise ülkede deniz seviyesinin
altında kalan yerleri göstermektedir. Denizi doldurarak 2.500 kilometrekare
ülkelerini genişletmişlerdir. Hatta şöyle bir deyiş vardır “God created the
earth, but the Dutch created the Netherlands.” Tarih boyunca en büyük
problemleri sel baskınları olan bu ülkede suyla mücadele, hayatın bir parçası
haline gelmiştir.
Hollandalıların İngilizceye
kazandırdıkları bir sözcük olan “polder” kazanılan ve tarıma elverişli hale
getirilen düz arazi anlamına gelmektedir ve onlar için çok şey ifade
etmektedir.
Tam da bu noktada Hollanda
deyince akla gelen yel değirmenlerinden bahsetmek yerinde olur. Elektriğin
olmadığı dönemlerde oluşturulanpolder’lardan suyu tahliye etmek iç
in kullanılırmış. Hatta o kadar
yaygın kullanılırmış ki 1850’li yıllarda sayıları 6 milyon
civarındaymış.Uçağımız Amsterdam Schipol Havalimanı’na inişe geçerken ülkenin
özeti niteliğinde bir kare yakalıyorum.
Schipol Havalimanı’nda uçaktan
inerken hemen karşımızda iki tane iri cüsseli asker bizi karşılıyor, bazılarını
durdurup pasaport kontrolü yapıyorlar. Yüzlerindeki ifade o kadar soğuk ve sert
ki insan kendinden şüphe ediyor; acaba bir suç mu işledim diye. Biraz ilerde işlemlerimizi
yapan memurlar ise nispeten daha insani. Daha sonra öğreniyoruz ki sadece
Türkiye’den gelen uçağa askerleri dikmişler. Bir ülkeye ilk giriş için iyi bir
intiba bırakmadı bende maalesef.
Havaalanından otelimize doğru
yola çıktık, otelimizBijlmer denilen Amsterdam Zuidoost(Güneydoğu Amsterdam)’da
yer alıyor. Bu bölge tarihi Amsterdam’a metroyla 15-20 dakikalık mesafede,
yüksek binalar için planlanmış, ofisler ve konutlar yer almakta. Ancak zamanla
burada daha ‘alt sınıf’ insanların yerleşmesi ile burası planlandığı gibi bir
yer olamamış. Hatta bir zamanlar şehirde en çok suç oranın olduğu bölgeymiş.
Buraya şehrin ‘siyah’ bölümü denilirmiş. Bulunduğum süre zarfında bir sorunla
karşılaşmadım.
Otele yerleştikten sonra, kısa
bir süreliğine orada bulunan bir arkadaşımla görüşmek için iletişime geçtim. O
da beni alması için birini gönderdi. Ancak arkadaş motorsikletle gelmişti. İlk
önce bir şey olmaz diye düşündüm, yanılmışım.
Yeni bir şey öğrenmiş oldum;
arkada da olsan virajlarda hangi tarafa dönülüyorsa o tarafa eğilmek
gerekiyormuş. Kask olmasına rağmen soğuk öyle işledi ki, yolculuktan sonra
yüzümü 10-15 dk hissedemedim. Tekrar denemeyi düşünmüyorum.
Amsterdam Arena, 1996
Metro istasyonu Ajax’ın stadı
Amsterdam Arena’ya iki dakika mesafede. İlk günümüzde hatta bir maç vardı,
metroya giderken mecbur stadın önünden geçtiğimiz için taraftarların içine
karıştık.
Burada stadyum etrafında sokak
tuvaletleri dikkatimi çekiyor. Bunlar festival ve maç gibi kalabalık insan
gruplarının bir araya geldiği dönemlerde sokak tuvaletlerini görmek mümkün.
Manzarası pek hoş olmasa da bunun insanlara kolaylık olmasından daha başka bir
amacı var. Buralarda toplanan idrardan maliyeti yüksekte olsa gübre üretiliyor.
Burada asıl sağlanan fayda asidik olan ürin, kanalizasyon sistemine karışmadığı
için ciddi bir bakım-onarım maliyetinden kar edilmesiymiş. Bu konuda Amsterdam
Su İdaresi –Waternet’in kapsamlı çalışmaları var.
Grimshaw Architects,2007
Burada zaten görmek istediklerim
listemde yer alan bu metro istasyonun otele en yakın metro istasyonu olması
sevindiriciydi. Bu mimarlık ofisinin diğer projeleri de incelenmeye değer.
Buradan Centraal Station’a
ulaştığınızda artık şehir merkezindesiniz. Yeri gelmişken unutmadan ulaşım için
metro, tramvay ve otobüslerde geçerli bir saatlik 2,9 euro, günlük 7,5 euro, 5
günlük 26 euro’ya bilet almak mümkün.
Ancak çok tercih edilen bir başka araç bisiklet, ilerde anlatacağım.
Burada muhakkak görülmesi gereken
bir çok yer sayılabilir. Ben bunların tamamından bahsetmek niyetinde değilim.
Bir ucundan dokunacağım sadece.
Amsterdam aşağıdaki haritadaki
gibi merkezden dışarıya doğru kanallarla çevrili. Merkez istasyona ulaştıktan
sonra yürüyerek şehri keşfetmeye başlayabilirsiniz.
Amsterdam Kraliyet Sarayı,1655
Karşınıza ilk çıkacak, şehrin en
çok bilinen yeri Dam Meydanı’dır. Bu meydanda Amsterdam Kraliyet Sarayı, Madame
Tussaud’s Müzesi, Nieuwe Kerk (Yeni Kilise) ve Ulusal Anıt bulunmaktadır.
İlgilenenler için Madame Tussaud’s balmumu heykel müzesi ilginç olabilir.
Şimdi biraz müzelerden
bahsedelim.
Museumplein etrafında bir çok
müze olan meydan, sıkça karşılaşılan plein tahmin edileceği üzere meydan demek.
Hollanda ulusal müzesidir. Müzede
daha çok klasik sanat ve tarih alanındaki eserler yer almaktadır. Burada ilgimi
çeken şey, müzenin içinden yaya ve bisikletlerin geçebilmesi.
Önünde fotoğraf çekinmeyenlerin
feci şekilde azarlandığı I amsterdam bu müzenin önünde yer almaktadır.
Hollanda Altın Çağı’na ait geniş
bir koleksiyon yer alır. Burada Avrupa ve Hollanda sanat tarihinin en önemli
ressamlarından, “Işığın ve gölgelerin ressamı” Rembrandt (1606-1669)’ı analım
ve en çok bilinen bir tablosunu paylaşalım.
The Night Watch, Rembrandt van
Rijn, 1642
Çok uzakta olmayan
Rembrandtplein’da ise resamın ve Gece Devriyesi (The Night Watch) tablosunun
heykelleri yer almaktadır.
Rembrandtplein
Rijksmuseum’dan az ileride Van
Gogh Müzesi yer almaktadır.
Gerrit Rietveld,1973
Mimarı Gerrit Rietveld 1920’lerde
aktif olan De Stijl akımının önemli bir temsilcisidir.
De Stijl’den biraz bahsedelim. De
Stijl anlamı ‘the style’ olan, mimar ve ressam Theo van Deosburg öncülüğünde
1917’de temelleri atılan bir sanat akımıdır. Diğer kurucuları heykeltıraş
Vantongerloo, mimar JJP Oud, tasarımcı Rietveld ve ressam Mondrian’dır.
Temelde duyguyu bir kenara
bırakıp, ana renkler ve düz çizgiler kullanılır. Hakikat, belirlilik, açıklık,
yalınlık, basitlik, konstrüktif olma, fonksiyonel olma, ortaklık, objektiflik
ana ilkelerdir. Daha sonradan Bauhaus ve Enternasyonel Stil’i etkilemiş bir
akımdır.
Bir tablo, bir mobilya ve bir de
bina ile bu akımı örneklendirelim.
Van Gogh Müzesi’ne geri dönecek
olursak burada Rietveld, açık mekan ve ışık ile geometrik şekillerde tasarımını
vurgulamıştır.
Burada en kayda değer ise
yukarıdan dökülen ışıkla canlanan merdivenlerdir.
Rietveld deyince Schröder
Evi’nden bahsetmemek olmaz.
Rietveld Schröder House, Utrecht,
1924
Van Gogh Müzesi’nin Exposition
Wing olarak anılan kısmı ise Japon Mimar Kisho Kurokawa’ya aittir. Kurukawa’nın
da yaklaşımı temel geometrik şekillerdir. Burada doğu ve batının mimarlık ve
felsefe prensipleri bir aradadır, rasyonel batı geometrisiyle asimetrik doğu
birlikteliği.
Kisho Kurokawa, 1999
O kadar müzeden bahsettik, kendi
kulağını kesen ilginç ressam Van Gogh’un da bir eserini verelim.
The Starry Night, 1889
Aynı meydandaki Stedelijk Museum
ise modern sanatlar ve tasarım müzesidir. Eski müzeye bitişik olarak tasarlanan
yeni kısmın formu dikkat çekiyor.
Benthem Crouwel Architects, 2012
Ancak benim dikkatimi çeken
müzeden daha çok hemen önündeki bir market; Albert Heijn Van Baerlestraat. Çatısı meydanla bütünleşen bu
yapı fikir olarak ilerde bahsedeceğim Renzo Piano’nun Nemo’sunu hatırlatıyor.
Hemen karşıda yer alan
Concertgebouw ise akustik açısından dünyada ilk üç sırada yer alır.
Concertgebouw, 1886
Yazımızın 2. bölümüne ilginç bir yer olan Zaanse Schans ile devam
edeceğiz.
Amsterdam Gezi Notları
Centraal Station' dan şehre giriş
yaptık. Centraal Station'ın mimarisi ve görkemi sizi etkileyen ilk şey olacak
Amsterdam'da.
Centraal Station, Merkez tren
istasyonu
Şehir içinde ulaşım oldukça
rahat, tramvaylar ve otobüsler var. Yürüyerek de gezilebilecek bir şehir
aslında, ama yine de bazen kendinizi yormamak için toplu taşıma gerekiyor.
Özellikle de oteliniz şehir dışındaysa kullanmanız şart. Toplu taşıma için 2
seçenek var:
Birinci seçenek, I Amsterdam
kartı satın alıyorsunuz, hem toplu taşıma sınırsız, hem de bazı aktivitler
ücretsiz (kanal turu gibi) ve bazı müzelere bedava veya indirimli giriş
sağlıyor. Gitmeden önce sitesine girip bakın, hangi aktivitelere katılmayı
düşünüyorsanız sizin için ekonomik olup olmadığına karar verin. Sitesi için
buyrun tıklayın.
İkinci seçenek bizim gibi çok
müze gezme odaklı olmayanlar için. Biz GVB'nin 72 saatlik sınırsız ulaşım
kartını aldık. 16.5 euro idi. Bu kartı hem tramvaya binerken hem de inerken
okutuyorsunuz. GVB sınırsız şehiriçi ulaşım kartı fiyatları için sitesine tıklayın.
Otobüs ve tramvay kullanacağımız
zaman gidip duraklara bakıyorduk, her durakta oradan hangi numaraların geçtiği
ve hangi duraklarda durduğunun listesi var. Centraal Station yani merkez tren
istasyonunun önünden kalkan 5 numaralı tramvay benim favorim oldu, çünkü en
turistik yerlede duruyordu.
Amsterdam kanallar şehri, kuzeyin
Venedik'i olarak anılıyor. Aslında Venedik'ten daha fazla kanala sahipmiş.
Şehirde yapılacaklar listesinin en başına kanal turunu koyabilirsiniz. Böytlece
şehri panaromik olarak görmüş oluyorsunuz. Turist tekneleri sizi gezdiriyor,
bir yandan İngilizce anlatım var. Tur 1 saat sürüyor, ücreti 15 euroydu. Kalkış
noktaları yine Centraal Station meydanında.
Kanal turu esnasında Amsterdam'ın
tipik binalarını görüyoruz. Aslında bütün sokaklar aynı gibi geliyor, evlerin
farklılıkları ayrıntılarda gizli. Her binanın tepesinde birer kanca var, bunlar
yükleri makaralar ile üst katlara taşımak içinmiş.
Evlerin yamukluğuna dikkat!
Dancing House deniliyormuş bunlara, yani dans eden evler
Kanallarda yüzen evler
göreceksiniz, boat house olarak geçiyor. Buralarda yaşayanlar var gerçekten. Ki
turistlere kiraya da veriliyormuş, ilginç bir deneyim olmaz mıydı? Bir de yüzen
gemi şeklinde lüks oteller var.
Stationsplein denilen merkez tren
istasyonunun olduğu meydan her şeyin merkezi gibi. Buradan meşhur Dam meydanı
yürüme mesafesinde. Dam meydanına giden 2 ana cadde var. Birisi Damrak caddesi,
diğeri ise Nieuwezijds Voorburgwal. Bu birbirine paralel 2 ana caddenin
aralarındaki sokaklara da girip çıkmak gerek, oldukça turistik bir bölge.
Dam meydanı Amsterdam'ın en
meşhur meydanı. Burada neler mi var? Amsterdam Kraliyet Sarayı (Koninklijk
Paleis), Hollanda hükümdarlarının taç giydiği bazilika Nieuwe Kerk, balmumu
heykeller müzesi Madam Tussaud var. Bunların yanı sıra bir çok turist grubu ve
jonglörler bu meydanda görecekleriniz arasında.
Bir başka önemli meydanımız
Rembrandtplein. Burası adını ünlü ressam Rembrandt Harmenszoon van Rijn' den
alıyor. Hatta meydanın ortasındaki heykel, sanatçının ünlü eseri "Night
Watch" ın temsiliymiş. Rembrandtplein kafelerin ve barların bol olduğu
eğlenceli ve renkli bir meydan. Buradaki Starbucks'ın dizaynı çok güzel, kahve
ve internet molası verebilirsiniz. Meydana çok yakın bir yerlerde Güllüoğlu
tatlıcısına da rastlayabilirsiniz.
Rembrandtplein
Rembrandtplein'e Dam'dan
yürüyerek gelin. Rokin caddesini de kullanabilirsiniz ama arka paralelindeki
Kalverstraat sadece yayalara açık ünlü bir alışveriş caddesi. Bu caddede
yürüyüp alışveriş yapabilirsiniz.
Remrandtplein'e yürüme
güzergahındaki önemli turistik noktalardan biri Begijnhof. Spui meydanına
çıktığınızda sorun yerini, içeriye bir tahta kapıdan giriyorsunuz. İçerisi
küçük bir köy gibi, eski ahşap bahçeli evler var. Eskiden rahibeler yaşıyormuş
bu bölgede.
Begijnhof'tan çıkınca Amsterdam
Çiçek Pazarı'na, yani Bloemenmarkt'a çok yakınsınız. Bu çiçek pazarından
sevdiklerinize çok güzel hediyeler alabilirsiniz.
Yine bir meydan var bahsetmek
istediğim, Leidseplein. Burası en canlı, en eğlenceli yerdi bana göre. Kafelerin
restoranların bol olduğu, gençliğin cıvıl cıvıl olduğu nokta. Biz yemeklerimizi
genelde bu bölgede yedik, yeme içme faslında anlatacağım...
Leidseplein Taksim Meydanı ise
İstiklal Caddesi Leidsestraat'tır. Ortasından geçen tramvay da bu benzetmemi doğruluyor.
Her ne kadar nostaljik olmasa da tramvay geçmesi buranın ulaşımını
kolaylaştırıyor. Leidsestraat üzerinde güzel dükkanlar var, yine bol bol gezin.
Benim en sevdiklerimden biri tasarım ürünler satan Pylones oldu. Dükkanların
pazar günü de açık olması ayrıca hoşuma gitti.
Son önemli meydanımız da
Museumsplein. Burası meşhur I Amsterdam yazısının da bulunduğu, müzeler
bölgesi. Amsterdam'ın en önemli müzelerinden Rijksmuseum'un önünde duruyor
mevzubahis yazımız.Van Gogh müzesi ve daha bir çok müze de bu civarda. Müzeler
çok revaçta, önlerinde hep sıra var. I Amsterdam yazısı da ayrı bir alem,
dünyanın bir çok yerinden turist burada fotoğraf çekilmeye geliyor.
Rijksmuseum ve I Amsterdam
Museumsplein'e gelmişken 10
dakika yürüyüp Vondelpark'a gidin. Burası yemyeşil, şehrin ortasında bambaşka
atmosferde bir park. Avrupa ve Amerika'daki bu tür parkları hep çok beğenip
kıskanmışımdır. Mümkünse bisikletle gezilecek bir park burası.
Amsterdam sadece meydanlardan
ibaret değil, hemen hemen her sokağında canlılık, eğlence ve aktivite var.
Görülmesi gereken diğer bölgelere gelirsek...
Red Light District, Kırmızı
fenerli evler bölgesi Amsterdam'ın özgürlükler şehri olmasının sebebi
diyebiliriz. Siz de burayı benim gibi bir cadde olarak hayal ediyor olabilirsiniz,
aslında burası bir bölge ve sınırları Zeedijk, Kloneniersburgwal, Damstraat ve
Warmoesstraat olarak belirlenmiş. Dam meydanından yürüyerek 5 dakika mesafede
olan bu bölge seks turizminin merkezi.
Sokaklarda kırmızı lambalı camlı
bölmeler var, camın arkasında bayanlar müşteri çekmeye çalışıyor. Vitrinden
içeri bakarak geziyor her yaştan turist. Buralarda kendini pazarlayan bayanlara
bakıp merak gidermek için gezenler sadece erkekler değil, bayanlar ve çocuklar
da çok bu bölgede. Bazen kapıyı aralayıp pazarlık edenleri de görüyorsunuz,
veya içeriden çıkanları... Bayanların fotoğraflarını çekmek yasak!
Seks shoplar ve seks temalı
hediyelik eşyalar satan bir çok dükkan var bu bölgede. Zaten Amsterdam'da her
yerde göreceğiniz "XXX" logosunın asıl anlamı farklı da olsa şu an
şehirdeki seks ve uyuşturucunun özgür olmasının bir sembolü haline gelmiş.
(Aslında x lerin şehiri koruduğuna inanılıyormuş)
Red light district ve diğer bir
çok yerde de karşınıza çıkabilecek olan Coffee Shop adı verilen kafelerde esrar
içmek ve içinde esrar olan keklerden yemek serbest. Bir çok turist bu Coffee
Shoplarda farklı deneyimler yaşamak için Amsterdam'a geliyormuş. En ünlü Coffe
Shop bir çok şubesini gördüğümüz Bulldog imiş.
Dam Meydanının batısında kalan
Heren-Gracht, Keizers-Gracht ve Prinsen-Gracht kanalları Amsterdam'ın en güzel
kanalları. Burada birbirini kesen 9 cadde (9 straatjes) isimli bölgede güzel
tasarım eşyaların satıldığı dükkanlar, lüks butikler, güzel kafeler var.
Amsterdamlı gençler turistik bölgelerde değil, asıl buralarda takılırlarmış.
Bu bölgede Runstraat üzerindeki
"De Kaaskamer" şehrin en iyi peynircisi diye duyduk, içeri girip
tattık ve biraz peynir aldık. Daha sonra turistik bölgelerde karşılaştığımız ve
bir kaç şubesini gördüğümüz Henri Willig
Cheese and More'un da çok popüler olduğunu öğrendik. Peynirleri vakumlu
ambalajlara koymuşlar, böylece hemen buzdolabına koymasanız da oluyor, eve
gidene kadar (belki daha uzun süre) idare ediyor.
Peynir almadan dönmeyin!
Yine bu bölgedeki Spuistraat
güzel alışveriş caddelerinden.
Museumsplein civarındayken
Ferdinand Bolstraat caddesi üzerinde yürünebilir. Buradaki Duikelman adlı
dükkanda binlerce çeşit mutfak eşyası satılıyor. Özellikle pastacıların
bayılacağı bir dükkan. Cadde üzerinde 68 numarada.
Ferdinand Bolstraat'ı dik kesen
caddelerden biri de Albert Cuypstraat. Buranın en önemli özelliği de
pazartesiden cumartesiye her gün burada sabah 9.30 akşam 17.30 saatleri
arasında pazar kurulması. Bu pazar kalabalık ve turistik, ama güzel ve ucuz şeylere rastlamak mümkün. Albert Cuyp
Market'ten başka Waterlooplein'de de güzel ve büyük bir pazar varmış ama biz
oraya gitmedik.
Amsterdam'da neler yapılır
sorusuna gelecek olursak,
Kanal turunu ilk sırada
saymıştık.
İlgi alanınıza göre müzelere
gidebilirsiniz. Yalnız çok dikkat etmeniz gereken kural, Amsterdam'da zamanınız
az ise müze biletlerini internetten veya oraya gittiğinizde turizm
acentalarından almaya özen gösterin. Çünkü sıralarda çok zaman harcanıyor.
Rijksmuseum, Van Gogh ve Madame Tussaud en ünlülerden.
Biz sanat müzelerini çok tercih
etmedik ama Anne Frank House müzesini gezmeden geri dönemezdik. Bileti
internetten aldığımız için çabucak girdik içeri. Anne Frank'ın 2. dünya savaşı
sırasında 2 yıl boyunca ailesiyle gizlendikleri evi geziyorsunuz. Bu evde
saklandıkları sırada Anne'nın yazdığı günlük daha sonra babası tarafından
bulunmuş, kitap olarak basılmış, filmi de çekilmiş. Ben "Anne Frank'ın Hatıra Defteri"
adlı kitabı yıllar önce okumuştum.Saklandıkları yeri ve Anne'nin notlarını yerinde
görmek, bir nevi tarihe tanıklık etmekti. Gerçekten etkileyici bir müze. Müzeyi
gezerken bile 1 saatte o daracık yerden sıkılıyorsunuz, Anne ve ailesinin 2 yıl
boyunca orada nasıl zaman geçirdiklerini hayal etmek çok acı.
Amsterdam Dungeon ise turistler
için tasarlanmış bir başka aktivite. Orta çağda Hollanda'da gerçekleşmiş
işkenceleri anlatan, Amsterdam'ın karanlık tarihine değinen bir show,
interaktif bir korku tüneli diyebiliriz. Merak ettik, gidelim dedik. Biletimiz
internetten almıştık, yine de bekliyorsunuz kapıda. En son akşam 5'te giriliyor
içeri. İçeride sürekli yer değiştiriyorsunuz, her yerde farklı showlar var.
Verdiğiniz 17.5 euroya değiyor mu, bizce hayır. Sadece aşağıdaki fotoğrafı
çekildiğimiz için mutluyuz :)
Heineken oranın en ünlü birası.
Zamanımız olsaydı Heineken Experience adlı aktiviteye katılmak isterdim. Bu
aktivitede Heineken birasının üretim aşamalarını tecrübe edip fabrikayı
geziyormuşsunuz ve bira tadıyormuşsunuz.
Amsterdam planımızda beni en ama
en çok heyecanlandıran aktivite de bisiklet turumuz olacaktı. Şöyle ki Amsterdam'da
bisiklet bir sembol, bir ulaşım aracı. Heryerde göreceğiniz bisikletlerin park
alanları oldukça geniş yerler kaplıyor.
Bu arada bisikletlerin eskiliği
göze çarpıyor, bu da çalınma riskinin yüksekliğindenmiş. Çoğu bisiklette fren
bile yok, geri pedal yaparak duruyorlarmış. Siz de Amsterdam'a gittiğinizde
canınız bisiklete binmek isteyecek, ama bu o kadar da kolay değil. Çünkü
önceden söylediğim gibi bisiklet burada bir ulaşım aracı, hızlı gidiyorlar. Siz
ise bisikletin üstünde bir elinizde harita ile nereye gideceğinizi bilemeden
yolları meşgul eden bir turist oluyorsunuz. Belki şehri iyice öğrendikten sonra
gezinizin son günlerinde günlüğü 7-8 dolara bisiklet kiralamayı
düşünebilirsiniz.
Neyse ama çok güzel bisiklet
turları var, bir rehber eşliğinde grup olarak sürüyorsunuz. Trip advisorda
gördüğüm kadarıyla Joy Ride Tours ile ilgili süper yorumlar yapmışlar. Biz de
rezervasyon yaptırdık, Vondelpark'ı gezip şehir dışına bisiklet ile çıkacaktık,
yel değirmenlerini görüp peynir alacaktık... Ama aksilik oldu, hava şartları
çok kötüydü ve biz gidemedik. Siz gidin bizim yerimize de olur mu? Ve mutlaka
bana anlatın nasıl geçtiğini.
Amsterdam'da neler yedik kısmına
gelirsek...
İlk gün asıl aradığımız yeri
bulamayarak bir İtalyan Restoranına girdik Leidseplein'in arka sokaklarında.
Antonios adlı bu mekanın pizzası güzeldi, fiyatları normaldi, 11.5 euroya
menüler vardı.
Asıl aradığımız yer iste Castell
Barbecue idi. Burası bir steakhouse, etseverler için cennet diye duyduk. Siz de
Amsterdam'da güzel romantik bir yemek yiyelim derseniz ve etle aranız iyiyse
buraya uğrayın. Lokasyon aslında çok kolay, Leidseplein'de kanal kenarı.
Mekanda şömine başında koltukta oturarak yiyorsunuz. Masa yok, kucakta yeniyor.
Biz Türkler olarak misafirliklerde kucakta yemeye alışkın olduğumuz için
zorlanmadık :) Brasil Fabuloso yedim ve gayet memnun kaldım. Fiyatlar ve online
rezervasyon için sitesine tıklayın.
Diğer bir gün de Foursquare den
sushicileri kurcaladım. Malum Türkiye'de sushi her yerde yok ve çok pahalı.
Gitmeden yiyelim dedik ve Sumo Sushi'yi bulduk Leidseplein'de. Buranın sistemi
"all you can eat" yani "yiyebildiğin kadar ye". Yemek
istediklerini sen seçiyorsun, çeşit çok fazlaydı, çorbalar da dahildi ve gelen
her parça çok lezzetliydi (bana göre). Biz öğlen yemeği için gittik ve kişi
başı 18.5 euro ödedik. Akşamları fiyat artıyormuş.
Sushimizi Sakuralar altında yedik
Bir gün Türk kahvaltısı edelim
dedik. Haleler 1 haftadır yurtdışında oldukları için hasret kalmışlar. Burada
Centraal Station'a yakın Nieuwezijds Voorburgwal'da İstanbul adlı bir yere
gittik. Buranın çorbaları güzeldi, kahvaltısından da memnun kaldık. Garsonlar
Türk'tü ve çok cana yakınlardı. Ağız tadıyla bir çorba içeyim diye Türk mekanı
isterseniz tavsiye ederim.
Pastanelere gelince, Melly's
Cookie Bar diye bir yer çarpmıştı gözüme Dam Meydanına çıkarken. Çok sevimli
bir görüntüsü var. Garsonları biraz antipatik gelse de gidilebilir bir mekan.
Yine Nieuwezijds Voorburgwal'da. Yine bir başka sevimlilik abidesi rengarenk
pastane de Ferdinand Bolstraat üzerinde De Taart van m’n Tante. Çok doluydu,
oturamadık. Red light bölgesindeki Metropolitan da cezbetti ama o an girmedik.
Melly's Cookie Bar
"Amsterdam'a geldim simit mi
yiyeceğim" demezseniz Simit Sarayı da varmış, Kerkstraat üzerinde. Bazen
insan yurtdışında yemek seçerken sıkıntı yaşıyor. Özellikle tatlı
kahvaltılıklardan hoşlanmayanlar için iyi bir seçenek bence.
Amsterdam'dan hediye veya
hatıralık bir şeyler alırken hiç zorlanmayacaksınız. Tasarıma çok önem veriliyor
anladığım kadarıyla. Binaların bir tarzı olduğu gibi hediyelik eşyaların da
tarzları var. Farklı tasarlanmış mutfak eşyaları, bateri bageti şeklinde chop
stickler, ilginç kontakt lens kapları gibi ürünler satan bir çok dükkan gördük.
Bıyık teması orada da çok moda, bıyık figürlü pipetler, anahtarlıklar, takma
bıyıklar her yerdeydi. XXX temalı yani seks ve uyuşturucu mesajları veren
hediyelikler de çoktu.
Peynir, çiçek pazarından soğan
laleleri, Hollanda'da clog denilen tahta ayakkabılı hediyelikler en
popülerleri.
Amsterdam'daki son günümüz 19
Mayıs'tı. Tesadüfen Türklerin motorsiklet ile geçit törenine rastladık.
Motorlarda Türk bayrağı dalgalanıyordu ve motorcuların sırtında "Ne mutlu
Türk'üm diyene" yazıyordu. Nereye gittiklerini bilsem arkalarından gitmek
isterdim. Duygu seline kapıldım, göz yaşlarımı tutabildim desem yalan.
Pratik Amsterdam Rehberi
Bu rehber, hızlıca okuyup direk
olarak bilgiyi alabileceğiniz, size Amsterdam'la ilgili en önemli noktalar
hakkında bilgi veren, Türkçe olarak hazırlanmış pratik ve tamamen ücretsizbir
turistik gezi rehberidir.
Bu rehberdeki tüm tavsiyeler
kendi kişisel görüşümdür; güncel ve daha detaylı bilgiler için bahsettiğim
noktaların resmi sitelerini ziyaret edebilirsiniz. En az iki kez gitmediğim
şehirlerin rehberini yapmıyorum. Diğer rehberlerim gibi bu rehber ile dolaşan
kişilerden de olumlu ve rehbere katkı sağlayacak yorumlar bekliyorum. Sağdaki
Hızlı Erişim menülerinden Amsterdam'da gezilecek yerler, müzeler hakkında bilgi
edinebilir, pratik öneriler bulabilirsiniz.
Gezmeniz / Görmeniz Gereken
Yerler
Dam Meydanı
Avrupa'daki şehirlerde Meydan
kültürü çok geniş ve geçerli. En küçük şehirlerde bile bizim en büyük diye
gördüğümüz meydanlardan daha geniş meydanlar bulmanız mümkün. Dam Meydanı da
Amsterdam için böyle bir Meydan. Istasyona doğru giden Rokin Caddesi ile
DamStraat'ın kesişiminde Madame Tussaud's Müzesi, Bijenkorj Alışveriş Merkezi
arasında kalan, ortasında basamaklarla çevrili anıtı ile bu büyük meydanı
farketmemeniz imkansız. Onlarca bisikletlinin yarattığı trafik modern bir
Hindistan manzarası gibi. Nerdeyse devamlı bir gösteri var. Gecenin bir
saatinde bile bir sokak sanatçısının ya da bir grubun gösterilerini izlemeniz
mümkün.
Kırmızı Fener Mahallesi (Red
Light District)
Dam Meydanı civarında,
Amsterdam'ın açık ve hoşgörü kültürünün bir sembolü hale gelmiş olan bu bölgede
şehrin genel evleri bulunuyor. Ancak bunlar bildiğiniz tarzın dışında vitrinler
halinde sergileniyor. Siz sokakta yürürken vitrindeki hayat kadınlarına
bakıyorsunuz. Aslında aynı bölgeden aynı konsept ile Belçika'da da var ancak
şehrin bu kadar ortasında değil. Aynı zamanda Sex Show'ların da merkezi burası.
Burada çok rahat bir şekilde eşinizle, dostunuzla gidebileceğiniz ve gerçekten
ilginç bir deneyim yaşayacağınız sex show mekanı "Casa Rosso
Theater". Buraya insanlar tamamen turistik amaçlarla gidiyor ancak gecenin
2'sinde bile sıra beklemeniz olası:)
Leidseplein
Bu meydan için Amsterdam'ın en
turistik ve en eğlenceli merkezi desem fazla abartmış olmam diye düşünüyorum.
Bu meydanda neredeyse hergün bir etkinlik var. Çevredeki birçok kafe ve
restoranlarda keyfinize göre yiyip içerbilir, canlı müzik ortamlarında güzel
bir akşam geçirebilirsiniz. Buradaki Cafe American en eski ve ünlü cafelerden.
Leidsestraat'ta trafiğe(ve bisiklete) kapalı alanda, küçük bir İstiklal Caddesi
havasında, gezinti yapmanızı öneriyorum. Kumar oynamayı seviyorsanız meşhur
Casino Holland'a çok yakın olduğunuzu hatırlatırım.
Rembrantplein
Leidseplein'den sonra şehrin
diğer eğlence merkezi. Burada da yemek yiyecek birçok mekan, cafe, bar
bulabilirsiniz. Aynı zamanda hızlıca ve küçük miktarlarla kumar
oynayabileceğiniz Casino'lar da bulunuyor.
Vondelpark
Küçücük Amsterdam'da, İstanbul'da
bulamayacağınız büyüklükte bir park Vondelpark..İçine girdiğinizde gerçekten
şehirden tamamen sıyrılabiliyorsunuz. Hem yürüyüş, hem bisiklet için ideal. Ama
bisiklet kiralayıp etrafında bir tur atmanızı tavsiye ederim. İçinde güzel bir
kaç kafe ve restoran da var. Özellikle fotoğraf çekecek çok güzel noktalar
bulabilirsiniz.
Gezmeniz Gereken Müzeler
Amsterdam küçük bir şehir
olmasına rağmen irili ufaklı birçok müzeye ev sahipliği yapıyor. Ben birçok
müze arasından en popüler olanları olarak bu müzeleri seçtim. Diğer müzeler
hakkında bilgiyiIamsterdam Card'ınız ile birlikte verilen kitapçıkta da
bulabilirsiniz.
Amsterdam'a müze gezmek için
geldiyseniz gideceğiniz ilk nokta Museumplein denilen bölge. Bu bölge şehir
planlanırken müzeler için ayrılmış ve nispeten eski şehre göre daha yeni inşa
edilmiş bir bölge. Buradaki en önemli müzelerden biri RijksMuseum.
(Müze isimlerine tıklayarak
müzelerin resmi web sitelerine gidebilir, detaylı ve güncel bilgi
alabilirsiniz.)
RijksMuseum
RijksMuseum sadece Amsterdam'ın
değil, Hollanda'nın en büyük klasik sanat müzesi. İçinde Frans Hals, Rembrandt
gibi ünlü Hollandalı ressamların eserlerini bulabilirsiniz. Ayrıca müzede
Hollanda tarihi ile ilgili eserler de sergileniyor. Burayı detaylı gezmek
isterseniz en az bir gününüzü vermeniz gerekebilir ancak sanat anlayışınız ve
ilginize göre 1-2 saatte de gezip çıkabilirsiniz. Girişte biraz sıra olmasına
rağmen müze bahçesi dışına taşmamışsa yarım saat içinde müzeye
girebiliyorsunuz.Müzenin web sayfasından daha detaylı bilgi alabilirsiniz.
Van Gogh Museum
RijksMuseum'u gezdikten sonra
sırada Van Gogh Müzesi var. Müze çıkışındaki tabelaları da takip ederek
yaklaşık 3-4 dakika yürüyüş mesafesinde bulunan Van Gogh Müzesinde 200'den
fazla Van Gogh eseri ile beraber Van Gogh hakkında çok detaylı bilgi edinme
fırsatınız var. Van Gogh Müzesinin açılış kapanış saatleri, bilet fiyatları ve
diğer bilgileri için buraya tıklayabilirsiniz.
Stedelijk Müzesi
Van Gogh gezisi bittiğinde
Museumplein bölgesindeki son büyük müze olarak Stedelijk Müzesini ziyaret
edebilirsiniz. Burası da Amsterdam'ın Çağdaş Sanatlar Müzesi. Bendeniz, çağdaş
sanat müzelerini klasik sanat müzelerine tercih etmeme rağmen maalesef imkanlar
ve zamanım el vermediği için bu müzeyi gezemedim. Siz gezerseniz yorumlarınızı
beklerim.
Tebrikler! Museumplein'i
bitirdiniz. Buradan sonra anlatacağım müzeler, sanat müzesi değil ancak güzel
zaman geçirmek ve farklı deneyimler yaşamanız için gitmenizi öneririm.
Anne Frank Evi (Anne Frank Haus)
Kitabını okuduk, dibine kadar da
gittik, ama girmedik :) Anne Frank'in evine girmek için
girmemiz gereken sırayı görünce
vazgeçtik. Dışardan izledik,fotoğraflarımızı çektik. Bana gitmeden önce çok da
tavsiye edilmemişti ama yine de sabah erkenden az sıra varken gidip görmeniz
gereken yerler arasında diye düşünüyorum. Girenler varsa yorumlarını
alabiliriz. (Yeri: Prinsengracht 267)
Heineken Experience
Heineken'in bira işine ilk
girerken azınlık hisseyi reddedip riske girerek tüm hisseyi kendi üstüne
alması ile başlayan bira
macerasının ilk durağı burası. Şimdilerde şehir dışında bulunan Heineken'in ilk
fabrikası bir müze/deneyim'e dönüştürülmüş. Biranın yapımından başlayarak
eğlenceli ve interactive mekanlarda tüm fabrikayı gezmeniz ve bira yapımını
başından sonuna kadar gözlemlemeniz mümkün. En sonunda da 2 adet bira
Heineken'in size ikramı olacak..Bira merakınız varsa mutluka görmelisiniz..
(Yeri:Stadhouderskade 78, Leidseplein'e çok yakın)
Hermitage
Bu yeni açılan müze Rus Çarlığı
dönemini tüm gösterişi ile sergiliyor. St.Petersburg'daki müzenin bir kısmının
sergilendiği bu müze görülmeye değer..Müze 2009'da yeni açıldığı için hem yerel
hem de dışardan turistler tarafından akın akın ziyaret ediliyor. Bina eski bir
Amsterdam'lı tarafından bağışlanmış. Müzenin alt katlarında bu eski eve ait
mutfağı ve o günkü hayata dair sunumları görebilirsiniz. Aynı zamanda müze
boyunca çarlık kıyafetleri ve
eşyalarını aynı zamanda eski
çarların ve çarlık zamanındaki olayların resimlerini görebilirsiniz. (Yeri:
Waterlooplein civarı, Amstel 51)
Lale Müzesi(Tulip Museum)
Amsterdam diyince akla ilk gelen
şeylerden birisi Lale..Burası kişisel çabalarla kurulmuş küçücük bir showroom
havasında bir müze. Aslına bakarsanız, müzenin kurucusunun üst kattaki
dükkanına müşteri getirebilmek için kurduğunu düşünüyorum :) Ama yine de güzel
hızlıca gezebileceğiniz ve Lale'nin tarihini anlatan bir "salon".
Himalayalardan başlayan Lale macerası Osmanlı'da ciddi anlamda gelişiyor ve
daha sonra Hollandalı'lar tarafından ülkelerine getirilerek sahip çıkılıyor.
Şimdi bizim lalemizi bize satıyorlar gibi bir durum ama en azından dükkandaki
lale çeşitlerinden almanız için fazla vaktiniz kaldıysa ziyaret edebilirsiniz.
(Yeri: Anne Frank'in evinin hemen ilerisinde, Prinsengracht 112)
Kanalların şehri Amsterdam
Tanrı dünyayı, Hollandalılar
Hollanda‘yı yarattı‘ diye okumuştum bir gezi kitabında. Ne demek istediğini
Amsterdam’a gittiğimizde anladım. Topraklarının yüzde 18’i deniz seviyesinin
altında olan Hollanda’da su baskınını engellemek için denize setler, fazla suyu
atmak için de değirmenlerle çalışan kanallar inşa edilmiş. Bir gereklilik
sonucu ortaya çıkan bu kanallar Amsterdam şehrinde görsel bir şölen sunuyor
adeta. Bu nedenle şehirde yapılması gereken ilk aktivite ‚Botla kanal turu‘
olmalı. Böylece 1 saat içinde şehrin büyük bir kısmını görerek kendinize bir gezi planı çıkarmış
olacaksınız. Ayrıca bu bot turu sırasında çok güzel fotoğraflar çekme imkanınız
olacak. (Kanalda bot turu yapan firmaları Central Station çevresinde
bulabilirsiniz. Biz hemen kalkacak olan bir firmaya 1 saat tur için 2 kişi 30€
ödedik. Ücretin standart olduğunu düşünüyorum. Ancak kısa ve uzun olmak üzere 2
farklı rota var).
Amsterdam şehrinde gezilebilecek
kilise ya da tarihi bina diğer Avrupa şehirlerine kıyasla çok az. Amsterdam
gece gündüz hareketli sokakları, caddeleri, kanal boyları ve sürekli dolup
taşan cafe&restoranlarıyla insanların şehri. Herkesin çok iyi ingilizce
konuştuğu snobluktan uzak genç insanların şehri burası. Bu nedenle Amsterdam’da
yapılacak en güzel aktivite eğer hava
güzelse dışarda kanal boyu keyfi yapmak ve caddelerinde dolaşıp
sonrasında güzel cafe & restoranlarında dinlenmek. Biz de aynen öyle yaptık
:) Biz 2013 yılının Mart ayında Amsterdam’daydık. Gittiğimizde hava oldukça
soğuktu. Bu nedenle kanal boyunda oturma imkanımız olmadı ama kanallar boyunca
uzun uzun yürüdük ve cafe & restoranlarında bol bol dinlendik. Amsterdam’da
yaşayan arkadaşlarımızın yeme & içme konusunda bize verdiği değerli
tavsiyeler sonucunda çok güzel mekanlar keşfettik. Bu mekanları ‚Amsterdam’da
ne yenir ne içilir?‘ kısmında bulabilirsiniz.
Ancak Amsterdam’ı kuşbakışı
seyretmek isterseniz Westerkerk’e (Batı Kilisesi) çıkmanızı tavsiye ederim.
Özgürlüğün başkenti Amsterdam
Bu çok iddialı bir söz olsa da
Amsterdam birçok açıdan değerlendirildiğinde tarihi boyunca bu ünvanı hakkıyla
taşıyan bir şehir. Şehrin tarihte bir ticaret şehri olması ve dünyanın her
yerinden insanların buraya gelmiş olması nedeniyle Amsterdam hep farklılığın,
çeşitliliğin merkezi olmuş. Bu çeşitlilik ve farklılık beraberinde özgürlüğü
getirmiş. Bu nedenle burada diğer Avrupa şehirlerinden farklı olarak çok az
kilise var. İnsanlar dinlerini yaşamak konusunda tarih boyunca diğer ülkelere
kıyasla daha özgürler. Şu anda Amsterdam’da 178 farklı milletten insan
yaşadığını da belirtmeliyim.
Özgürlük sadece inanç konusuyla
sınırlı değil.
Hollanda’da ilk gay ve lezbiyen
evliliği 01/04/2001 yılında düzenlenmiş. Hollanda bu konuda diğer Avrupa
ülkerlerine örnek olmuş ve 2003 yılında da Belçika bu evliliklere izin vermiş.
Ve özgürlüğün başka bir ismi
Coffee Shop‘lar. Belli miktar uyuşturucunun satıldığı Coffee Shop’lar
Amsterdam’ın bambaşka bir yüzü. Uyuşturucu içeren kekler bu şehre gelmişken bir
kere denesem ne olur ki diyen birçok turisti kendine çekiyor. Denenebilir ancak
dikkatli olmakta fayda var. Bu sihirli keklerden denemiş insanlardan çok farklı
hikayeler dinledik. Oldukça tehlikeli olabilir eğer içkiyle karıştırılırsa. Ben
zaten 100% Yeşilaycı olduğumdan bizim böyle bir deneyim planımız yoktu. Ancak
turist merakından içeri girip bir dolaşmak isterdik. Ama böyle bir ortam yok ne
yazık ki. Coffee Shop‘ların tarzı ve uyuşturucunun o ağır kokusu içeri girmeyi
bırakın önünden geçmemize bile imkan vermedi. Şu anda o kokuyu nerde olsa
tanırım. Artık 2.-3. günden sonra koku insanı iyice rahatsız ediyor. Bu da
Amsterdam’ın sevmediğim yüzü.
Red Light Street’i özgürlük
kısmında atlamamak gerek. Çok güzel bayanların cadde boyunca camekanların
önünde vücutlarını teşhir ettikleri ve vücutları üzerinden para kazandıkları bu
cadde muhakkak görülmesi gereken bir yer. Cadde alabildiğine renkli ve hareketli.
Buraya gelip güzel bayanları alıcı gözlerle seyredenlerle, meraklı turistlerin
oraya buraya utangaç bakışları cadde boyunca birbiri içine geçiyor ve ortaya
muhakkak görülmesi gereken bir manzara çıkartıyor. Bu caddede çok farklı
amaçlara hizmet eden çok farklı mekanlar var. Bu caddedeki tiyatrolar hiç de
masum değil. Dikkatli olun. Ama çok liberal bir kişiyseniz ve Amsterdam ne
kadar özgür acaba diyorsanız Casa Rosso adlı tiyatroya gidebilirsiniz.
4
Sanat şehri Amsterdam
Amsterdam’a gelmişken ünlü
müzelerini gezmemek olmaz. Biz Vincent Van Gogh’un eserlerinin sergilendiği
Heritage müzesini öncelikli olarak görmeye karar verdik (Bizim Amsterdam’da
bulunduğumuz süre zarfında Van Gogh müzesi kapalıydı ve Van Gogh eserleri
Heritage Müzesi’nde sergileniyordu). Ancak yol üzerinde ilanını gördüğümüz ve
Vincent Van Gogh’un 200’e yakın eserinin re-production’ından oluşan sergiyi
gezmeye karar verdik öncelikle. Adı “My Dream Exibition”. Van Gogh’un da
kullandığı estetik boyaların önemli bir özelliği geçen yıllarda orjinal rengini
koruyamamasıymış. Yani pembeler, yeşiller, maviler daha sonra başka renklere
dönüşüyormuş. Bu nedenle Van Gogh’un bugün müzede sergilenen orjinal tabloları
yapıldığı günden renkler açısından biraz farklı. Bu nedenle bir araya gelen bir
ekip ünlü ressamın mektuplarında kendi resimlerini tasvir ettiği yazılardan
yola çıkarak bilgisayar ortamında bu eserleri çalışmışlar ve eserleri ilk
çizildiği zamanki renklerle yeniden yaratmışlar. Ayrıca bu eserleri ünlü
ressamın hayatını ve resimlerdeki benzerlikleri ya da gizli kalmış ayrıntıları
gösterecek şekilde bir araya getirmişler. Bunlara ek olarak Van Gogh’un önemli
eserlerinin bazılarını 3 boyutlu animasyonlar eşliğinde sergiliyorlardı. Bu
sayede resimleri daha iyi anladık, gizli kalmış ayrıntıları yakaladık, Van
Gogh’un hayatını öğrendik ve belki de en önemlisi ressamın çizim yeteneğini
nasıl geliştirdiğini, renkleri kullanmayı nasıl öğrendiğini adım adım takip
ettik.
30 Mart doğumlu olan genç Van
Gogh ressam olmaya karar verdiğinde henüz resme dair çok birşey bilmez.
Kendisine örnek aldığı dönemin önemli ressamların eserlerini çizerek başlar
kariyerine. Sürekli çalışır, kendini geliştirir. En önemli eserlerinden biri
olan Patates Yiyenler eserini farklı perspektiflerden defalarca çizer. 1886
yılında abisiyle beraber Paris’e gider. Paris onun kariyerinde inanılmaz bir
etkiye sahiptir. Burada İmpressiyonizm akımından etkilenir ve renklerle
tanışır. Resimlerinde kullandığı siyahtan ve griden vazgeçer ve artık resimleri
mavinin, sarının, yeşilin, turuncunun, kırmızının ahenkli buluşmasıyla ortaya
çıkar. Doğa resimleri çalışır. Çiçek açan ağaçları çizer sürekli ve o ünlü
“vazoda ayçiçekleri ” tablolarını yapar. Ayçiçeklerini çizdiği tablosunu farklı
ton ve perspektiflerde 5 kez çizer. Bu tabloların herbiri şu anda dünyanın
farklı bir şehrinde sergileniyor. 36 yaşında rahatsızlanır. Epilepsi hastasıdır
artık. Ara ara gelen ataklara rağmen durmadan çizer. Bir gün sol kulağını
keser. Ardından hastanede yatar yaklaşık 1 yıl. Doktorlar artık iyileştin
diyerek onun hastaneden çıkmasına izin verir. Çizmeye devam eder ancak çok kısa
bir süre sonra kendini göğsünden vurarak intihar eder. Öldüğünde 37 yaşındadır…
Ben kendi doğum günümde 30. Mart
2013 tarihinde Van Gogh’un bu sergisini gezdim ve o gün öğrendim ki Van Gogh da
30 Mart’ta doğmuş. Fırça darbeleriyle, renkleri kullanışıyla beni çok etkiledi
bu muhteşem yetenek. Sanata yakın olmayanların bile Van Gogh’un resimlerinin
sergilendiği müzesini görmelerini tavsiye ederim. Bizim gittiğimiz bu sergi hala
devam ediyor mu bilmiyorum ancak devam ediyorsa mutlaka bu sergiyi de
gezmelisiniz. (My Exibition Sergi giriş ücreti kişi başı 16,5€).
Ve Rembrandt’ın şehri
Amsterdam’da olduğunuzu unutmamanız gerekir. Rembrandt’ın evini ziyaret etmenin
yanısıra dev bir Neo-Rönesans binada yeralan ve yılda bir milyondan fazla
insanın ziyaret ettiği Rijksmuseum’u gezebilirsiniz. Burada Rembrandt’ın
dünyaca ünlü Gece Bekçisi (Nightwatch) eseri sergileniyor. Rijksmuseum
restorasyon nedeniyle kapalı olduğu için biz bu müzeyi gezemedik. Rembrandt’ın
evini de gezmek bize çok cazip gelmedi. Bunun yerine biz Tarih müzesini gezdik
ve çok keyif aldık. Amsterdam’ın tarihini, ve şehre dair birçok bilgiyi bu
müzeyi gezerek öğrenebilirsiniz (Tarih müzesi 24€ /2 kişi).
Amsterdam’da ne yenir ne içilir?
Öncelikle Amsterdam’daki farklı
cafe kültürü hakkında kısa bir bilgi vermek istiyorum. Amsterdam’daki cafeler
Grand Cafe ve Braun Cafe olarak ikiye ayrılıyor. Grand Cafeler daha modern
tarzda, yüksek tavanlı günümüz Avrupai cafeleri. Braun cafeler ise eski tarzda
döşenmiş, daha küçük akşam bir içki içmek için gidebileceğiniz cafeler. Ayrıca
daha küçük ve atıştırmalık birşeyler de bulabileceğiniz Eetcafeler var. Bunları
ayrı ayrı denemelisiniz.
Amsterdam’da yaşayan Seda ve
Hakan’ın tavsiyelerini dikkate alarak biraz da National Geographics tatil
kitabımızın önerilerine bakarak çok güzel yerler keşfettik. İşte bizim
denediklerimiz:
Gün ortasında birşeyler yemek
isterseniz ya da kahve pasta keyfi yapmak isterseniz Cafe de Jaren. Tam kanal
kıyısında o yüzden manzarası harika. Cafe de Jaren güzel bir Grand Cafe örneği.
(Nieuwe Doelenstraat 20 www.cafedejaren.nl/)
Elmalı turtanın Hollanda’da
bulunduğunu biliyor muydunuz? Biz de Amsterdam’a gelip Winkel 43 adlı mekanda
muhteşem elmalı, tarçınlı turtayı yerken bunu öğrendik. Bu nedenle Amsterdam’da
çeşitli cafelerde bu güzel turtadan yiyebilirsiniz. Biz sevgili Seda’nın
tavsiyesi üzerine Winkel 43 adlı cafede yemeyi tercih ettik. Gezi rehberi
kitabında da bu mekanın tavsiye edildiğini fark ettik sonra. Jordaan’da
Noordermarkt 43 numara (http://www.winkel43.nl). Buraya gelin bu muhteşem
lezzeti tadın derim. Yanında da kahve…
Winkel 43
Gezi kitabının tavsiyesi üzerine
Papeneiland Braun Cafe’yi denedik ve orada akşam üzeri birer kadeh şarap içtik.
Bence burayı denemelisiniz. Burası Amsterdam’ın en eski Braun Cafelerinden biri
(Adres: Prinsengracht 2).
Papeneiland Braun Cafe
Eğer muhteşem pişmiş kuzu kolu
yemek istiyorsanız doğru adres Cafe Klos (Leidseplein’e yakın). Rezervasyon
yapmadıkları için oraya gidip boş bir masa için beklemek zorunda
kalabilirsiniz. Ama inanın buna değer (Adres Kerkstraat 41-43 / Biz
Lammschoulder ve Lammkotelett yedik ve toplamda 57€ ödedik).
Cafe Klos
Ya da süprizli bir akşam yemeği
yemek isterseniz doğru adres Pasta e Basta. Bu İtalyan restoranında soğuk
başlangıçların yeraldığı küçük bir açık büfe var. Sonrasında ise sadece İtalyan
makarnası. Ayrıca tatlıları muhteşem. Ancak burayı özel kılan şey o gece orada
yaşayacağınız sürpriz. Rezervasyon yaptırmak gerekiyor. Aynı gece 2 rezervasyon
yapıyorlar. O yüzden siz saat gece 21:00’e rezervasyon yaptırın ki orada uzun
uzun zaman geçirebilesiniz. Benim 30. Yaş günüm için gittiğimiz bu restoran
bana çok güzel bir doğum günü sürprizi sundu (Nieuwe Spiegelstraat 8 /
http://www.pastaebasta.nl).
Pasta e Basta / Tatlı
Bir akşam da en hareketli
caddelerinde dolaşırken rastgele girdiğimiz Het Karbeel var. Bu restoranı aynı
zamanda gezi kitabının da önerdiğini sonradan fark ettik. Burada Karbeel Fondue
yani peynir fondüsü yedik ve yanında da ev yapımı beyaz şarap. (32€). Burayı da
tavsiye ederim.
Yol üzerinde görüp bu Eetcafe’de
neymiş diye girdiğimiz bu cafenin de içi çok hoştu.
Bunun dışında kanal boylarında
çok güzel cafe & restoranların olduğunu belirtmeliyim. Eminim siz de
rastgele çok hoş yerler keşfedeceksiniz.
Amsterdam’da ulaşım
Amsterdam havalimanından şehrin
merkezine (Central Station) trenle ulaşmak mümkün. Bunun için alınan bilet
yalnız şehir içinde geçmiyor. (Tek yön 2 kişi için 8,8€ ödedik). Yaklaşık 15-20
dakika süren tren yolculuğu sonrası Central Station’a ulaşabilirsiniz. Burası
şehrin merkezi. Yürüyerek şehri gezebileceğiniz gibi tramvaylara da
binebilirsiniz. Müzelerin olduğu bölgeye yürümek yorucu olabilir. Ancak
Amsterdam’da ulaşım konusunda sıkıntı yok. Metro, tramvay alternatifleri
mümkün. Biz hep yürüdüğümüz için bu konu bizde pek sıkıntı yaratmıyor :)
Bence Central Station
yakınlarında bir otel bulmakta fayda var. Böylece şehrin merkezinde birçok yere
yürüyerek ulaşabilirsiniz. Biz tüm otel rezervasyonlarımızı Booking.com’dan
yapıyoruz. Biz Amsterdam Holiday Inn Otelinde kaldık. Central Station’a bir
durak uzaklığındaki Sloterdijk tren
istasyonunun hemen dibinde. Temiz, kahvaltısı gayet güzel ve merkeze ulaşımı
çok rahattı (4 gece için 568€ ödedik). Tavsiye ederim.
Amsterdam’da başka ne yapılır?
Amsterdam’da çok güzel açık hava
pazarları var. Çiçek pazarları, balık pazarları, bit pazarları çeşit çeşit…
Bunlardan birkaçını gezmenizi tavsiye ederim
Açık hava pazarları:
En meşhuru Albert Cuyp Pazarı –
Albert Cuypstraat (De Pijp)
Organik pazar – Noordermarkt
(Jordaan, Noorderkerk yanında)
Bit pazarı – Waterlooplein
(Stadhuis-Muziektheater kompleksine yakın)
Çiçek pazarı – Bloemenmarkt
(Singel, Koningsplein ile Muntplein arasında)
Pazarlar hakkında daha detaylı
bilgi ve kuruldukları günler için aşağıdaki internet adresine bakabilirsiniz.
Çiçek pazarı
Açık hava pazarı
Çiçek pazarı
Hollanda peynirleriyle ünlü bir
ülke. Amsterdam’da gezerken bol bol lezzetli peynirleri tadabileceğimiz
dükkanlara girdik ve çeşit çeşit peynir yedik. Bizim Münih’te evimizde sürekli
yediğimiz Gouda ve Edamer peynirleri Hollanda peyniriymiş. Ben bunu
bilmiyordum. Hatta Gouda diye bir bölge var Hollanda’da. Ancak burada daha
farklı birçok peyniri deneme imkanı bulduk. Mesela sarmısaklı, kırmızı biberli,
karabiberli, pestolu, baharatlı. Buraya gelmişken bu farklı lezzetleri
denememek olmaz.
Amsterdam’da yapılacak aktivite
çok ve gezilecek daha birçok yer var. Ancak biz bir günümüzü Amsterdam
yakınlarındaki Volendam için ayırdık. Amsterdam sokaklarında dolaşırken seyahat
acentalarının sattığı günübirlik turlardan satın aldık. Satın aldığımız tur
Keukenhof-Marken-Volendam turuydu. Bir balıkçı köyü olan Volendam’da Hollanda
peynirinin yapım sırlarını öğrendik kendimiz için peynir satın aldık. Balık
yedik. Bu turda Hollanda halkının giydiği yöresel ayakkabılar nasıl yapılıyor
öğrendik. Değirmenlerin bulunduğu bölgeye gittik. Bu tur sırasındaki tek hayal
kırıklığımız Keukenhof’tu. Lale tarlalarının bulunduğu bölgeye yaptığımız kısa
tur tam bir hüsrandı. Çünkü hava çok soğuk olduğu hiç lale çıkmamıştı ki lale
zamanında gitmiştik. Buraya lalelerin açtığı zaman gitmenizi tavsiye ederim.
Tam bir görsel şölen olacaktır eminim. Biz kapalı alandaki lalelerle yetinmek
zorunda kaldık. (Tur 136€ 2 kişi için)
Biz Amsterdam‘a 4 gün 4 gece
zaman ayırdık. 1 günü Amsterdam dışında geçirdik. Dediğim gibi Amsterdam’da
yapılacak daha çok şey var ancak biz bu 4 günde en önemli highlightları görme
gezme imkanı yakaladık. Eğer sadece birkaç gün ayırdıysanız bu büyülü şehre,
benim tavsiyem bot turuyla şehri keşfe başlamanız ve şehri yürüyerek ya da
bisikletle keşfetmeniz ve kanal boyu
keyfi yapmanız.
Amsterdam’da çok keyifli bir dört
gün geçirdik. Bu şehri bir de baharda görmek çok istiyoruz. Eğer siz hala bu
güzel şehri görmediyseniz 2013 yılı 29 Ekim tatili ya da Kurban Bayramı bunun
için güzel bir fırsat olacaktır.
Amsterdam’da yaşayan sevgili Seda
ve Hakan’ın kendi bloglarında paylaştıkları ‘Amsterdam yeme içme rehberi’nin
linkini burada ben de paylaşmak istiyorum. Onların tavsiyeleri sayesinde çok
güzel mekanlar keşfettik.
AMSTERDAM GEZİ REHBERİ
12. yüzyılda Amstel Nehri
çevresinde bir balıkçı köyü olarak kurulan Amsterdam, Hollanda’nın başkenti ve
aynı zamanda Avrupa’nın en ünlü şehirlerinden. Özgürlükler şehri olarak bilinen
Amsterdam’da gezip görmeniz gereken en ünlü yerler arasında şehrin en hareketli
yeri ve merkezi olan Dam Meydanı, ünlü müzeler Rijksmuseum ve Van Gogh Müzesi
yer alıyor.
Yurt dışı turları arasında en çok
rağbet gören turların başında Benelux turları geliyor. Bu turların vazgeçilmez
duraklarından biri de Amsterdam. Bu turlarda genellikle Amsterdam’a bir ya da
iki gece vakit ayrılıyor. Bunun dışında az da olsa yalnızca Amsterdam odaklı
yapılan turları bulmak mümkün. Bizim tavsiyemiz ise şehre bireysel olarak
gitmeniz. İnanın bireysel yapacağınız bir geziden turla yapılanlara göre çok
daha fazla keyif alacaksınız. Bunun için tek yapmanız gereken biraz araştırma.
Amsterdam gezi rehberi yazıları boyunca, Amsterdam hakkında genel bilgilerden
gezilecek yerlere, alışverişten ulaşıma, otel tavsiyelerimizden yeme içme
konusuna kadar detaylı birçok konuyu bulabilirsiniz.
Amsterdam Gezi Rehberi
Amsterdam sahip olduğu doğal
güzellikler sayesinde Avrupa’nın en çok turist çeken şehirlerinden biridir.
Şehirde yer alan 1500’den fazla köprü, Amsterdam’ın “Kuzeyin Venedik’i” olarak
adlandırılmasını sağlamıştır. Amsterdam’ın sahip olduğu çeşitli eğlence hayatı
ile şehrin özgürlükler kenti olarak bilinmesinde önemli bir etkendir.
Tarihi balıkçı kenti olarak
kurulması ile başlayan şehir yüzyıllar boyunca birçok önemli olaya sahne
olmuştur. 20. yüzyılda Dünya Savaşlarının etkisini çok fazla hisseden şehir
ilerleyen yıllarda farklı ülkelerden göç alarak toparlanmıştır. Günümüzde ise
şehir dünyanın en yaşanılacak kentleri arasında yer almaktadır.
Kış aylarının sert geçtiği şehri
ziyaret edebileceğiniz en güzel mevsim bahar aylarıdır. Özellikle ünlü lale
mevsiminin yaşandığı Nisan-Mayıs ayları şehri ziyaret için en çok tavsiye
edilen dönemdir.
Amsterdam tarihi, hava durumu
& gezi için en uygun zaman, Amsterdam’da para, döviz, kredi kartı
kullanımı, resmi tatiller ve hastaneler gibi önemli bilgileri Amsterdam Gezisi
Hakkında Bilgiler sayfasında bulabilirsiniz.
Amsterdam Gezilecek Yerler
Amsterdam’da her tarzdan gezgine hitap
edebilecek yüzlerce gezi noktası var. Avrupa’nın en önemli sanat galerilerinden
en çılgın eğlencelerin yaşandığı yerlere kadar birçok tarzda yer
bulabilirsiniz. Dam Meydanı,Kırmızı Fener Mahallesi, Amsterdam Kraliyet
Sarayı,Nieuwe Kerk, Anne Frank Huis, Begijnhof,Rijksmuseum, Van Gogh Müzesi,
Oude Kerk veAmsterdam Museum şehirde gezip görmeniz gereken en önemli yerlerden
bazıları. Tabi bunlar dışında daha onlarca yer keşfedilmeyi bekliyor.
Amsterdam gezi rehberimizin en
çok işimize yarayacak bölümü olan Amsterdam Gezilecek Yerler sayfasında
Amsterdam’da gezip görmeniz gereken en önemli yerler hakkında genel bilgileri,
fotoğrafları, detaylı ziyaret ve ulaşım bilgilerini bulabilirsiniz.
Amsterdam Ulaşım Rehberi
Avrupa’nın en turistik şehirlerinden olan Amsterdam’a
dünyanın bir çok noktasından direk uçak seferleri bulunuyor. Bunun yanı sıra
Brüksel ve Paris gibi ünlü Avrupa kentlerinden şehre hızlı trenler ile ulaşmak
da mümkün. Şehir içi ulaşım konusu ise gezi boyunca en az zorluk yaşayacağınız
konulardan biri. Şehir merkezinde yer alan etkin tramvay ve metro hattı sıkıntı
yaşamadan bir çok önemli noktaya ulaşmanızda işe yarayacak. Yakın mesafelere
ise kısa bir yürüyüş ile ulaşabilirsiniz.
Eğer Amsterdam gezisini kendiniz
organize ediyorsanız havaalanı ve havaalanından şehir merkezine ulaşım
konusunda Amsterdam Havaalanı (Schiphol) sayfası işinize çok yarayacaktır.
Bunun dışında ulaşım konusunda ihtiyacınız olabilecek tüm detaylı bilgileri
Amsterdam Ulaşım Rehberi sayfasında bulabilirsiniz.
Amsterdam Alışveriş Rehberi
Amsterdam hediyelik alışverişi konusunda
Avrupa’da en bol seçeneklere sahip şehirlerden biri. Hollanda kültürünün en
önemli simgelerinden olan Hollanda peyniri ve laleler şehirde alabilecekleriniz
arasında ilk sırada yer alıyor. Bunlar dışında tahta ayakkabılar, porselenler
ve Red Light District ve marijuana temalı eğlenceli eşyalar kendinize ve
sevdiklerinize alabileceğiniz bir takım alternatifler. Şehirden alabileceğiniz
tüm bu hediyelik eşyalarıAmsterdam’dan Ne Alınır? sayfasında.
Amsterdam’da alışveriş
yapabileceğiniz çoğu sokağın araç trafiğine kapalı olması eğlenceli bir şekilde
alışveriş yapmanıza olanak sunuyor. Sokak pazarı kültürü bakımından zengin olan
şehirde alışveriş yapabileceğiniz AVM sayısı ise kısıtlı. Amsterdam’da alışveriş hakkında gerekli tüm
bilgiler Amsterdam Alışveriş Rehberi sayfasında yer alıyor.
Hollanda Mutfağı & Amsterdam
Yemekleri
Amsterdam’ın bir ticaret ve liman kenti olması
yemek kültürünü etkilemiştir. Yemekler üzerinde farklı kültürlerin esintileri rahatça
gözlenebilir. Et ve sebzenin yemek kültüründe birleştiği Amsterdam’da öğle
yemekleri 12.00 – 14.30 yenirken akşam yemekleri de 18.00 – 22.00 saatleri
arasında yenilmektedir. Yöresel lezzetler konusunda ise Amsterdam bir çok
seçeneğe sahiptir. Hollanda Peynirleri gezi sırasında tadına bakmanız gereken
en önemli lezzetlerden. Dilerseniz peynirler güzel birer de hediye alternatifi.
Bunun dışında şehrin bir çok köşesinde yer alan patates kızartması yapan ufak
işletmelerden de kızartmaların tadına bakabilirsiniz. Gurbetçi nüfusunun yoğun
olduğu şehirde birçok kaliteli Türk restoranı da bulabilirsiniz.
Şehirde tadına bakabileceğiniz
yöresel yemekler hakkında bilgiler Amsterdam’da Ne Yenir?, ülke mutfağı ve
Amsterdam yemekleri hakkında merak edebileceğiniz bilgiler Hollanda Mutfağı
& Amsterdam Yemeklerisayfasında.
I Amsterdam Card
Amsterdam’da katılabileceğiniz
turlar ve ulaşımda çok faydalı sağlayan bir şehir indirim kartı bulunuyor, adı
I Amsterdam Card. Kart sahip olduğu 24, 48 ve 72 saatlik seçenekleri ile gezi
boyunca çok daha ekonomik bir tatil yapmanıza olanak veriyor. Kartınızı toplu
taşımada kullanabileceğiniz gibi belli müze ve eğlence yerlerinde ücretsiz
giriş ya da indirimli giriş için de kullanabilirsiniz. Detaylar I Amsterdam
Card sayfasında.