12 Şubat 2017 Pazar

YENİ AVRUPA GEZİSİ



YENİ AVRUPA GEZİSİ

25 MART-02 NİSAN 2017

(8 GECE 9 GÜNDÜZ)

PARİS-MADRİD-BARSELONA-BRÜKSEL-ROTERDAM-AMSTERDAM-KİEV

(5 ÜLKE/7 ŞEHİR)

·         25 MART 2017 (CUMARTESİ)/PEGASUS  


10:30 ANKARA(ESB)/ PC-101 - 11:35 İSTANBUL SABİHA GÖKCEN(SAW)  -16:20 PARİS (ORLY(SUD)-ORY

·         26 MART 2017 PAZAR  (PARİS)

·         27 MART 2017( PAZARTESİ ) (30 EURO)

(PARİS-MADRİD)/RYANAIR
09:25 PARİS(BEAUVARİS)/ QMTL2F- 11:35 MADRİD T1 (FR 5445)


·         28 MART 2017 (SALI)
 (MADRİD- BARCELONA)

·         29 MART 2017 (ÇARŞAMBA  )( 20 EURO)
(BARCELONA- BRUSSELS)/ RYANAIR
15:20 BARCELONA T2 (LZBM7U) -17:35 BRUSSELS (BRU) (20.39 EURO)

·         30 MART 2017 (PERŞEMBE)
(BRUSSELS- ROTERDAM)

·         31 MART 2017 (CUMA) 
(ROTERDAM-AMSTERDAM)

·         01 NİSAN 2017(CUMARTESİ)

 AMSTERDAM

·         02 NİSAN 2017 (PAZAR) (308 TL)
·         AMSTERDAM –UKRAYNA-ANKARA/UKRAINE INTERNATIONAL AIRLINES
05:30 (PS 721 )AMSTRDAM (SCHİPHOL HAVALİMANI (AMS)- 09:20 UKRAYNA (KİEV)- BORİSPOL(KBP)
20:00UKRAYNA (KİEV)- BORİSPOL(KBP)-21:55 ANKARA(ESB)


·         25 MART 2017 (CUMARTESİ)
10:30 ANKARA(ESB)/ PC-101 - 11:35 İSTANBUL SABİHA GÖKCEN(SAW)  -16:20 PARİS (ORLY(SUD)-ORY

 






1.GÜN:Opera Meydanı ve Binası, Tuilleries Bahçeleri, Concorde Meydanı, dünyaca ünlü alışveriş caddesi Champs-Elysées, Zafer Takı, Eiffel Kulesi, Askeri Müze, Alexandre III Köprüsü, Meclis binası, Napoléon'un Mezarı, Orsay Müzesi, Louvre Sarayı ve Müzesi, Chatelet Meydanı, Ile de la Cité ve Notre Dame Katedrali, St. Michel Meydanı ve Çeşmesi, Vendome Meydanı, Madlen Kilisesi, Grand Palais , Petit Palais ,Comedie Francais, parfüm müzesi






2.GÜN: Fransa’nın da sembolü olan Eyfel Kulesine çıkıyoruz. Daha sonra, tekne ile Seine Nehri Gezisi’ne çıkıyoruz. Paris’in en muhteşem binalarını yakından görecek, Seine Nehri’nin köprülerinin altından geçerek unutulmaz anlar yaşayacaksınız. Bu tekne gezisi sırasında görülecek yerler arasında Amerikan Kilisesi, Millet Meclisi, Dışişleri Bakanlığı, Orsay Müzesi, Cité Adası, Notre Dame Katedrali, Adliye Sarayı, Conciergerie Hapishanesi, Belediye Sarayı, Modern Sanatlar Müzesi ve Louvres Sarayı bulunmakta. Nehir gezisi sonrası şehrin en ilgi çeken merkezlerinden biri olan hareketli Pigalle Semti’nden geçerek, günümüzde halen bohem yaşamın devam ettiği Ressamlar Tepesi adıyla bilinen Montmartre Tepesine fünikülerle çıkacağız. Burada Sacré-Coeur’ü (Adaklar Kilisesi) gördükten sonra, Ressamlar Meydanı’nda portrenizi yaptırmak ve yemek için serbest vaktiniz olacak. Ressamlar Tepesi gezisinin ardından, vergisiz parfüm, kozmetik ürünler, saat alabileceğiniz Benlüx mağazasına hareket ediyoruz. Benlüx Mağazasından sonra, St Michel bölgesindeki Meryem Ana'ya ithaf edilmiş olan dünyaca ünlü Notre Damme Katedrali'ni panoramik olarak görüyor ve Lüksemburg Bahçelerini görmek üzere yolumuza devam ediyoruz. Lüksemburg Bahçelerini gördükten sonra turumuz

Paris, saat yönünde daireler şeklinde sıralanan 20 bölgeye ayrılıyor. Seine Nehri şehrin ortasından geçiyor. Caddelerin ve sokakların çoğu trafiğe kapalı.
Mutlaka Görün
  • Eiffel Kulesi
  • Louvre Müzesi
  • Arc de Triumph
  • Jardins de Luxembourg
  • Pompidou Müzesi
  • Parc de La Vilette
  • Champs-Elysees Bulvarı
  • Disneyland
  • Galeri La Feyette
  • Lido Show
Mutlaka Deneyin
  • Kaz Ciğeri
  • Fondue
  • Tartar
  • Salyangoz Yemeği
  • Fransız Peynirleri
  • Kruvasan
  • Armut Turşusu


Fransa'nın Tarihi



Eyfel Kulesinden Seine Nehri Manzarası

Fransa, Avrupa Birliği adlı siyasi ve ekonomik örgütlenmenin kurucu üyelerinden biridir ve birlik üyesi ülkeler içinde yüz ölçümü en büyük olanıdır. Bunun yanında Birleşmiş Milletler'in de kurucu üyelerinden, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konsey'inin beş daimi üyesinden biridir.

 


Fransa adı, “Frankların yurdu” anlamına gelen Francia sözcüğüne dayanır. Fransa’yı Cermen boylarından Franklar’ın kurduğu söylenir. Ve ilk Hristiyanlığı kabul edenlerdendir. Bizdeki Malazgirt Zaferi ne ise Fransızlar’da da Verdun antlaşması odur. 843 yılında yapılan antlaşmayla Kel Karl batı kısmı alarak şu anki Fransa’yı oluşturdu. 1000 sene öncesine kadar monarşi ile yönetiliyordu ta ki Fransız devrimine kadar.

Bizdeki Kanuni Sultan Süleyman ne ise, Fransızlarda da 14.Louis odur. En uzun tahtta kalan kraldır (72 yıl). Nam-ı diğer Güneş Kralıdır. Kendini soylu kesimden soyutlamak için babasının bir av köşkü olarak inşa ettirdiği Versay’ı genişleterek Fransa krallığının yönetildiği bir saray haline getirmiştir. Karısı Kraliçe Maria Theresa’dir. Şu ünlü “Ekmek yoksa pasta yesinler!” diyen kraliçe. Mozart henüz 16 yaşındayken sarayda konserler vermiş ve hatta Maria Theresa’nın kızlarından birine aşık olup imparatoriçenin kalbini kazanmıştır. Ocak 1793'te Fransız ihtilali esnasında 14.Louis "Vatan Hainliği" suçlaması ile Concorde meydanında giyotinle idam edilmiştir
Fransız ihtilali sonrasında 5 kez cumhuriyet kurulur. 18. ve 19.yy’lar önemli buluşların yapıldığı dönemlerdir. Van Gogh, Picasso gibi ünlü isimler Fransızların bu yükseliş akımına kapılıp öne çıkan isimlerdir.
Fransa yaklaşık 66 milyon nüfusa sahiptir. Avrupanın en güçlü ülkelerinden biridir. Dünyada ise ekonomik faaliyetlerde ilk 10’a girmektedir. Bunun nedeni 18. ve 19. yüzyıllar arasında, Fransa dönemin en büyük sömürge imparatorluklarından birini kurmuştur. Amerika’dan sonra sömürgede İngiltere ve Fransa gelir. Dünya topraklarının %8.5 gibi bir kısmını sömürge olarak elinde bulundurur. Bunun bir sonucu olarak şu an Paris Afrikalı işsiz zencilerle dolu bir şehir olmuştur.

Bugünkü Paris’de çok önemli işler yapan birisi de Baron Haussmann. 25.000’e yakın binayı yıkıp şu anki Paris’in St.German, Zafer Takı, Lafayette mağazalarının bulunduğu yerleri inşa etmiştir. Fakat sonunda rüşvetle suçlanmıştır. Paris dışına yerleşen III.Napolyon, şehri teslim almak için geldiğinde şoke olmuş. Baron Haussmann'ı karşısına almış: "Neden bu yollar bu kadar geniş? Neden bu binalar bu kadar kısa?" diye çıkışmıştır. Kendisinden son derece emin olan başkan Haussmann ise tarihe geçen şu cevabı vermiştir: “Gün gelecek insanlar bu şehirde araçlarını park edecek yer bulamayacak. Şimdi "geniş" dediğiniz bu yollar yıllar sonra minnet olarak geri dönecek...” Paris’de şu an araç park edecek yer bulmak imkansızdır. Ve şimdi Haussmann'in ileri görüşlülüğüne şapka çıkarırlar.


Paris Gezi Notları
 Opera civarı
Güvenilir olmasa da feci güzel bir şehir olan Paris'in en ünlü caddesi "Avenue des Champs-Élysées" yani Şanzelize. İtiraf edeyim, Şanzelize'nin bu şekilde yazıldığını öğrenmem çok uzun bir geçmişe dayanmıyor :) Bu caddenin bir ucu Concorde meydanı ve dikilitaş, diğer ucu ise Arc de Triomphe yani Zafer Takı.


Şanzelize'de neler mi var, ünlü markaların muhteşem dizaynlı vitrinlere sahip mağazaları, sevimli pasajlar, fast food restoranları ve makaronları ile ünlü La Durée pastanesi... Mümkünse mağazalara dalın, bol bol alışveriş yapın, ara sokaklara girip çıkın ve La Durée'de bir makaron molası verin. Ben en çok green apple ve orange blossom aromalıları sevdim ama zevkler farklı olabilir tabii :)   


Birer ısırım makaron
Concorde Meydanı'nın hemen gerisinde Jardin des Tuileries diye bir park var. "Gözümüz park görsün" diyor ve geziyoruz. Bu parkın bir ucu Concorde meydanı, diğer ucunda ise Louvre müzesi var.
Louvre Müzesi dünyaca ünlü Mona Lisa ve daha bir çok önemli eser barındıran bir yer. Günlerce gezsen bitmez diyorlar, biz de hakkını veremeyiz diye düşünüp girmedik. Girmeyebilirsiniz ama Louvre'un etrafında aşağıdaki pozları vermediyseniz Paris'e gittiğiniz sayılmaz :) Müze salı günleri kapalıymış, bilginize...
Musee d'Orsay yani Orsay müzesi de Paris'in 2. önemli müzesi. Eski bir tren garını müze haline getirmişler. Seine nehri kenarında gezerken buraya da uğramayı ihmal etmeyin.

Seine nehri Paris'e can veren, güzellik katan bir nehir. Etrafında yürüyüp, hediyelik eşyalara bakıp, köprülerde fotoğraflar çekilin. Hatta bir nehir turuna katıldık biz. Kişi başı 13 euro idi. Bu nehir turlarının yemekli olanları da varmış ve fiyatları 25-30 eurodan başlıyormuş. Nehir turlarının kalkış durağı Pont Neuf, Notre Dame'a çok yakın.


Seine Nehri üzerinde uğramanız gereken köprülerden biri "Pont des Arts" yani Kilitli köprü, veya Aşıklar köprüsü. Sevgililer bu köprüye asma kilitlerini asıp anahtarını nehre atıyorlar ki aşkları ölümsüz olsun.

Bir diğer köprü de Pont Alexandre III. Sanatsal bir köprü, tasarımı, üzerindeki heykelleri, sokak lambaları ile hayran bırakıyor.


Notre Dame Katedrali de Paris ünlülerinden. Kamburunu bilmeyen yoktur. Burası da Seine nehri üzerinde bulunuyor. Bir kısmı tadilattaydı biz gittiğimizde.

Ve en önemli Paris ikonu, Eyfel Kulesi, yani Tour Eiffel... Meğer kule Parisli'ler tarafından hiç beğenilmeyen, metal yığını olarak görülen bir yapıymış. Şöyle de bir hikaye anlatılagelir, Fransız yazar Guy de Maupassant kule inşa edildiğinde Paris'i terketmiş, ama şehre her geldiğinde de kulenin 1. katındaki kafelere otururmuş. Bu davranışının sebebi sorulduğunda da “Burası Paris’in en güzel göründüğü, yani Eyfel kulesinin görünmediği tek yer de ondan” diye cevap vermiş.

Her ne kadar beğenilmese de Eyfel kulesi hem Paris'in hem de Fransa'nın sembolü haline gelmiş. Önünde fotoğraf çekilmezse olmaz!
300 m uzunluğundaki kuleye çıkmak en önemli Paris aktivitelerinden olsa gerek. Öncelikle önündeki kalabalığı ve sırada geçecek zamanı gözönünde bulundurmak lazım. Kulenin 1., 2. ve en üst katına çıkılabiliyor. İlk 2 kata asansör veya merdiven ile çıkılabiliyor. Merdiven daha az beklemeli, daha ucuz ama daha yorucu seçenek.
Paris'te eğitim gören bir kaç arkadaşımızın tavsiyesi üzerine biz Eyfel'e değil, Montparnasse'a çıktık. Sebebi de Eyfel kulesini ışıklı bir şekilde görmek ve sıra beklememekti. 200 m uzunluğundaki kuleye çıkış 13 euro idi. Hava soğuk, tripodumuz kısa olduğu için oldukça titrek fotoğraflar çekmiş olsak da enfes Paris manzarası beynimize kazındı...

Paris manzarasının bir başka adresi de Montmarte tepesi. Burada Sacre Coeur Kilisesi karşılıyor bizi. İlginç bir mimariye sahip kilisenin içine girebilirsiniz. Biz gece çıktığımız için dış cephe aydınlatması binayı sarı renk göstermiş, normalde beyaz. Daha sonra kilisenin arka tarafına geçip Montmare bölgesinin meşhur ressamlarıyla tanışabilir, ayaküstü karikatürünüzü çizdirebilirsiniz. Bu bölgede hediyelik eşyacılar ve kafeler var. Meşhur kırmızı değirmen Moulin Rouge da bu bölgede.

Parislilerin en çok takıldığı bölge St Germen ve St Michel caddelerinin olduğu bölge. Notre Dame'a çok yakın olan bu caddeleri zevkle gezdik. Ünlü "Cafe de Flore" de St Germen caddesi üzerinde. Servis kalitesini bilemiyorum ama orası da görünürde bütün Paris kafeleri gibi sandalyeler dışarı bakar şekilde konumlandırılmış bir kafeydi.

St Michel caddesine gelmişken Jardin du Luxembourg yani Luxemburg Bahçesine uğramalısınız. Çünkü huzur burada satılıyor...

Alışveriş faslına gelirsek... Chaussée d’Antin metro durağında indiğinizde Galeries Lafayette alışveriş merkezine kolayca ulaşıyorsunuz. Galeries Lafayette önündeki sokak satıcılarının tezgahlarına da göz atmayı unutmayın, çok değişik ürünler var. Lafayette'in 6. katına yani hediyelik eşyalarının olduğu bölüme bayıldım ben. Buradan Fransız şarapları, Paris temalı kutular içinde bisküviler, ilginç tasarımlı Paris hatıraları alınabilir. Bir de her yerde afişini gördüğüm Kusmi Tea ürünlerini de burada buldum. Merak edip aldım ve çaysever biri olmadığım halde Kashmir Tea diye bir çeşidinin bağımlısı oldum, bitmesin diye azar azar kullanıyoruz.
Eczaneler de bir başka güzel, bir başka ucuzmuş Paris'te. Meslektaşlarıma ayıp olmasın ama kozmetiğe meraklıysanız uğramanızı öneririm :)
Paris'te kahvaltı anlayışı kruvasan eşliğinde kahve... Bunu denediğimiz gün kahvaltıdan 1-2 saat sonra karnımız zil çalmaya başlayınca bir daha tekrarlamaya gerek duymadık ve kahvaltıda sandiviçe karar kıldık.
Akşam yemeği için çok popüler mekanlardan biri "Relais de Entrecote". Burası rezervasyon yapmayan, akşam saat 7 de açılan bir yer. Eğer burada yemek istiyorsanız restoran açılmadan gidip sıraya girmeniz gerek. 7den sonra giderseniz de kapının önündeki sıraya katılıp bekleyebilirsiniz. Eti tek seferde değil, soğumaması için 2 seferde sunuyorlar.
Türk yemeği özlerseniz Strasbourg St Denis metro durağında inip Derya Restorantı sorabilirsiniz.
Paris'te krep çok meşhur. Tavsiye üzerine tatlı olanlardan değil, peynirli ve tavuklu çeşitlerinden deneyin. Gerçekten lezzetli ve hafif. Montparnasse civarı krepçilerin yoğun olduğu bir bölge.

krepler
Bir de Paris'te gezilecek yerlerin haritadaki konumlarını kabataslak gösteren bir harita ekliyorum, plan yaparken yararlı olacağına inanıyorum.

Paris'te gezilecek yerler
Paris gezmekle de anlatmakla da bitecek bir yer değil. Havanın kapalı, soğuk ve yağmurlu olmasına rağmen Paris milyonlarca hayranına bir de beni ekledi. Kaç kere gitsem de bıkmam diye düşünüyor, herkesin yolunun bir gün Paris'e düşmesini diliyorum , alternatifler için size bir de haftalık gezi programlarını içeren bir mini rehberi de buraya ekliyorum, keyifli okumalar!

Paris'te Bir Hafta

1.            Gün

Paris'e ilk kez gelmişseniz gezinize Eyfel Kulesi ile başlasanız iyi olur. Benim önerim önce 6 numaralı metro ile Trocadéro'ya gelmeniz, buradaki meydandan harika bir Eyfelmanzarası ile "Paris'e Hoşgeldiniz" havasını yakalamanız. Meydanın ilerisine,Eyfel'e doğru yürüdüğünüzde sağınızda ve solunuzda merdivenler olduğunu göreceksiniz, bunlardan birinden inip Eyfel Kulesi'ne doğru yürüyebilirsiniz. Kulenin altına, tam orta noktasına mutlaka gidin; gerçekten çok büyüleyici bir andır oraya ulaştığınız zaman.


Vaktiniz varsa Eyfel Kulesi'ne çıkabilirsiniz ama bu en azından yarım gününüzün gitmesi demek. Tercih sizin, hava durumuna göre gezinize devam edebilir ya da kuleye çıkmayı seçebilirsiniz. Biletinizi önceden internetten alırsanız sıra bekleme derdiniz olmaz ama randevu günü ve saati fikslenmiş olacağı için o gün hava kötüyse bile kuleye çıkmak zorunda kalacaksınız. O nedenle bileti önceden mi almalısınız yoksa geldiğinizde bilet kuyruğunun uzunluğu ne kadar olur, bu tamamen sizin risk almanız gereken bir durum.

Eyfel Kulesi'nden sonra nehir boyunca sol tarafa doğru yürüyerek Pont de Bir-Hakeim Köprüsü'nün oradaki istasyondan 6 numaralı metronun Étoile yönüne binip son durakta inerseniz Zafer Takı'nın olduğu yere yani Champs-Élysées'nin başına gelirsiniz. Yine tercihinize ve vaktinize göre Zafer Takı'na çıkabilir ya da doğrudan Champs Élysées'den aşağı inebilirsiniz. Bu caddeyi elbette ki yürüyerek gezeceksiniz. Zevkinize, ilginize ve yorgunluk durumunuza göre de sağlı sollu kaldırımlarda karşıdan karşıya geçerek aşağı doğru yürüyüşünüze devam edebilirsiniz. İlginizi çekiyorsa Louis Vuitton'un dev mağazasına bir bakmakta yarar var. Ladurée'de bir makaron molası vermek hoş olabilir ya da içeriye şöyle bir bakıp çıkmak... Biraz aşağıda -eğer sıra yoksa- Abercrombie & Ficth mağazasını gezmek de hoş olabilir.

Bir süre sonra mağazalar bitecek, yeşillik alana ulaşacaksınız. Buradan yolunuza devam ettiğinizde biraz aşağıda sağ tarafınızda Grand Palais'yi, onun karşısında da Petit Palais'yi göreceksiniz. Vaktiniz varsa ücretsiz gezilen Petit Palais'ye girmenizi öneririm, bir de az ileride Seine Nehri üzerinde karşınıza çıkacak olan Pont Alexandre III mutlaka görülmesi gereken çok güzel bir köprü. Onun karşısında da Napoléon'un mezarının olduğu Invalides var.

Grand Palais'nin sol tarafındaki ağaçlıklı alanda ise Élysée Sarayı bulunuyor. Hemen önündeki Café Lenôtre'da da oturup bir şeyler yiyip içebilirsiniz; şahane bir yer...

Champs-Élysées üzerinde yolumuza devam edecek olursak bir süre sonra ulaşacağınız nokta Concorde Meydanı olacaktır. Buradan karşıya geçip Tuileries Bahçesi'ne girebilirsiniz. Bu parkta yürüyüş yapmak, havuz çevresindeki yeşil sandalyelere oturup dinlenmek müthiş keyifli. Dilerseniz cafélerde de bir şeyler yiyip içebilirsiniz.

Biraz dinlendikten sonra yine hiç sapmadan yürüyüşe devam ederseniz Louvre Müzesi'ne ulaşacaksınız. Buraya geldiğinizde müzeyi gezmek için hem vaktinizin hem de halinizin kalmayacağını düşünüyorum, o yüzden bugünkü gezinizi burada noktalayabilir, Louvre'u gezmeyi yarına bırakabilirsiniz. Dilerseniz Paris'te bu ilk gecenizi Lido'da ya da Crazy Horse'ta bir kabare izleyerek geçirebilirsiniz. Madem güzel başladık, turistik de bir gezi yapıyoruz, o zaman ilk akşam yemeğini de Relais de l'Entrecôte'ta yemenizi öneririm. Bütçe yapmak istiyorsanız da o zaman sizi Restaurant Monté-Carlo'ya alalım.



2. Gün
Sabah erkenden Louvre Müzesi'ni gezerek güne başlamak en akıllıcası olacaktır. Hazır gücünüz kuvvetiniz yerindeyken, en az yarım gününüzü buraya ayırmanız gerekiyor. Tabii ki günlerce gezseniz bitiremeyeceğiniz müzeyi ilginizi çeken ve görmek istediğiniz eserlere öncelik tanıyarak gezmenizde fayda var. Biletinizi önceden online satın alırsanız, bilet kuyruğunda zaman kaybetmez, güvenlik kontrolünde ayrıcalıklı giriş hakkınız sayesinde daha hızlı giriş yapabilirsiniz.
Müze gezisi sonrası Louvre'un tam karşısında Paris'te en hesaplı tax free parfüm alışverişi yapabileceğiniz Benlux bulunuyor, hazır bu civardayken oraya da bir bakın isterseniz, üstelik yazıdaki detayları okuduktan sonra ekstra indirim alma şansınız da var...
Sonrasında Louvre'un Seine Nehri tarafından Pont des Arts'a, hani şu meşhur, eskiden kilitlerin asıldığı köprüye ulaşabilirsiniz. Buradan doğuya doğru gittiğinizde de Pont Neuf'e varmış olursunuz. Bu köprüden karşıya geçip Cité Adası'nda dolaşmanızı öneririm. Buradan adanın diğer ucuna doğru yürürseniz Sainte Chapelle'e, Marie-Antoinette'in giyotinle idam edilmeden önce son günlerini geçirdiği Conciergerie'ye ve en önemlisi Notre Dame'a ulaşırsınız.





Notre Dame'ın karşısı Saint Michel oluyor. Bu bölge yeme-içme konusunda hayli seçenek sunan capcanlı bir yer. Ayrıca ünlü kitapçı Shakespeare and Company'yi de hazır buradayken görmelisiniz. Hemen sağ çaprazda da Saint Germain Bulvarıvar. Bilmem vaktiniz kalacak mı ama Les Deux Magots ve Café de Flore da o tarafta yer alıyor; ikisinden birinde yorgunluk kahvenizi alıp biraz dinlenebilirsiniz.
Kendinizi Paris sokaklarına kaptırıp rotanızı kaybetmemeyi başarırsanız sonrasında Notre Dame'a yeniden dönüp katedralin arkasından yürüyüşünüze devam ederek diğer adaya, Île Saint Louis'ye geçebilirsiniz. Çünkü burada görecek çok güzel yerler var. O adanın diğer ucuna kadar yürüyebilirsiniz.
Bugünlük adanın sonundaki köprüden sağa dönüp yürümeye devam etmenizi -yol üstünde bir yerler aklınızı çelmezse, şehrin en güzel Arjantin restoranı El Palanque'ta yemenizi önereyim. Benimkisi sadece öneri; hep söylediğim gibi Paris'te birbirinden güzel bir ton seçenek mevcut.




3. Gün

8, 12 ya da 14 numaralı metrolarla Madeleine Kilisesi'nin orada inip önce o kiliseyi gezdikten sonra sağ çaprazınızdaki Boulevard des Capucines üzerinden Opéra tarafına yürüyebilirsiniz. Yolunuz üzerinde Olympia Music Hall ve Place Édouard VIIgörmeniz gereken yerlerden. Daha sonra Opéra Meydanı'na ulaştığınızda karşınıza muhteşem Opéra Garnier çıkacak. İmkanınız varsa burayı gezmeye en az bir saatayırmanızı tavsiye ederim.

Operanın arkasında da Lafayette ve Printemps var. Artık burada geçireceğiniz zaman dilimi size kalmış. Sonrasında Place Vendôme tarafını da bir görüp geri gelebilir sonra Boulevard des Capucines üzerinden yürüyüşünüze devam edebilirsiniz. Bulvarın hemen girişinde sağdaki Starbucks'a uğramayı sakın ihmal etmeyin, içeri girince ne demek istediğimi anlayacaksınız...
Bu yol sizi Grands Boulevards'a çıkaracaktır. Yol üstünde sağınızda göreceğiniz Passage des Princes'i atlamayın derim. Biraz ileride solda karşınıza çıkacak olan Hard Rock Cafe'yi de görmek isteyebilirsiniz. Öğlen orada mı yeseniz? Bilemiyorum. Ayrıca mumya müzesi Musée Grevin de Paris'e bir hafta geçirebilecek olanlar için görülmesi gereken ilginç ve keyifli bir yer. Bir de Grands Boulevards'ın üç güzel pasajı Jouffroy, Verdeau ve Panoramas da görülesi yerlerden. Biraz daha ilerlerseniz de Grand Rex'e gelirsiniz. Sinema dünyasının perde arkasında ilginç bir deneyim yaşamak için burayı da gezmek hoş olabilir. Sonrasında solda da Türk Mahallesi karşınıza çıkacak. Akşam yemeğini Türk yemeği mi yapsak? Eğer aklınızı çelerse, burada değil, bence şehrin en iyi Türk restoranı olan Labranda'da yemenizi öneririm. Fransa'dayız, niye Türk yemeği yiyelim ki diyorsanız da haklısınız, o zaman Grands Boulevards'daki Victoria Staition ya da Chartier iki güzel seçenek olabilir.




4. Gün

Bugünün neredeyse tamamını Montmartre Tepesi'ne ayırabilirsiniz. Önce Pigalle'de bir gezinti, sonrasında tepeye doğru bir yürüyüş, Halle Saint Pierre ve Marché Saint Pierre, füniküler ile yukarı çıkış, Sacré Coeur Bazilikası, Place de Tertre; sonrasında tepenin arka tarafındaki üzüm bağları, Dalida'nın izleri ve son olarak Montmartre Mezarlığı neredeyse tüm gününüzü muhteşem bir şekilde geçireceğiniz bir şekilde size Paris şenliği sunacaktır. Restoran önerisi olarak bu bölgede Le Basilic'i kesinlikle öneririm.

Bugün kısa geçecekmiş gibi görünüyor yazdıklarımdan ama  Montmartre Tepesi yazısını tıklayıp da o deryanın içinde kaybolunca bunun hiç de böyle olmadığını anlayacaksınız. Bu bölgede yapacak çoook şey var.
Hala haliniz ve vaktiniz kaldıysa buradan Père Lachaise Mezarlığı'na geçmenizi öneririm. Zira orası da son derece etkileyici, bir o kadar da büyüleyici bir yer. Hatta vaktiniz kısıtlıysa Montmartre Mezarlığı yerine doğrudan Père Lachaise'e geçebilirsiniz.

Gece için de Moulin Rouge da harika bir kabare şovu unutulmaz bir Paris deneyimi yaşamanızı sağlayabilir. Ne dersiniz?





5. Gün
Châtelet ile Bastille arasında kalan bölgeye gerçi bir gün yetmez ama yine de vaktiniz kısıtlı olduğu için bugünü buraya ayırmanızı önereceğim. Châtelet ve Bastille iki ayrı bölge, ikisi de birbirinden canlı ver hareketli. Bu ikinin arasındaki Marais Bölgesi ise başlıbaşına bir zenginlik. Hangi köşesini kurcalasanız karşınıza ilginç bir yer çıkıyor. Forum des Halles, Centre Pompidou, Musée Carnavalet, Place des Vosges, Maison de Victor Hugo, Musée Picasso, Village Saint Paul, Arts et Métiers Müzesi, Arsenal Limanı - Port de l'Arsenal ve daha pek çok gezip görülesi yer bu civarda yer alıyor. Daha bir de Saint Martin Kanalı boyunca yürüyüş var? Bir bakmışsınız ki akşam olmuş. Akşam yemeğini Robert et Louise'de mi yeseniz?
Tüm gününüzü bu civarda geçirebileceğinizi düşünüyorum ama kazara bitirdiğinizi düşünürseniz o zaman Seine Nehri tarafına inip nehir kıyısı boyunca bir yürüyüş yapabilirsiniz.




6. Gün
Aslında yapacak daha çok şey var ama Paris'e bir haftalığına gelmişseniz bir gününüzü  Verasilles Sarayı'na ayırmakta fayda var. Sarayı gezmeseniz bile gidip görmeli, en azından bahçesinde dolaşmalı, dev göletinde kürek çekmeli ya da çevresinde bisiklete binmelisiniz.
Dönüşte RER-C ile Musée d'Orsay'de inebilir, haliniz varsa burayı gezebilir, Seine Nehri oyunca bir yürüyüş yapabilirsiniz. Aslına bakarsanız şatolara meraklıysanız, biraz da Paris dışına çıkmayı göze alabilirseniz gezebileceğiniz daha pek çok güzel bir şato var. Aslında bunları söyleyip kafanızı daha da karıştırmalı mıyım bilmiyorum ama benim görevim size imkanları söylemek, size düşen de içlerinden bir seçim yapmak: Fontainebleau Şatosu, Vaux le Vicomte Şatosu, Chantilly Şatosu, Pierrefonds Şatosu, Compiègne Şatosu ve daha neler var neler... Üzgünüm bunların hepsini yapmaya bir hafta yetmez, en az iki haftanızı  ayırmanız gerek...
Belki de Paris dışında bir gün geçirmek için diğer bir seçenek Disneyland olabilir. Malum,  çocuklu aileler için Disneyland mecburi bir destinasyon. Hatta işin içine Disneyland girince belki de oraya en az iki gün ayırmak gerekebilir... Üstelik o civardaki meşhur outlet center La Vallée Village da gitmeyi tercih edebileceğiniz bir yer olur sanıyorum. Seçim size kalmış. Akşam da La Vue Bar'a gidip Eyfel Kulesi manzarası eşliğinde bir şeyler mi içseniz?





7. Gün
Gördünüz mü bir çırpıda bitti günler, oysa gezip görecek daha ne çok yer var. Son gün uçak saatinize göre bir Panthéon'u görmekte fayda var, sonrasında da Lüksemburg Bahçesi'nde bir yürüyüş iyi gelecektir.
Bu geziden sonra fazla vaktinizin kalacağını sanmıyorum. Artık otele gidip eşyalarınızı alıp Orly ya da Charles de Gaulle havaalanlarından birine gidebilirsiniz.
Size çok özet olarak bir program vermeye çalıştım. Kiminiz yorgunluk, hava şartları, ve çeşitli öncelikler nedeniyle bu programın tamamını yapamayabilir. Kiminizse keşif canavarı olarak tüm parkurları tamamlayıp "ee daha yok mu?" diye sorabilir. Olmaz olur mu tabii ki var.
Örneğin La Défense, Gare du Nord, Gare St. Lazare, Musée du Quai Brenly, Canal Saint-Martin, Grande Mosquée de Paris, Musée Rodin, Tour Montparnasse, Bois de Boulogne, Bois de Vincennes, Bit Pazarı, Paris Yeraltı Mezarları - Catacombes, Ballon de Paris, Grand Lac des Ibis, Le Vésinet - Le Pecq gibi neler neler var görülecek. Artık siz programınızın erken biteceğini düşündüğünüz zaman dilimlerinde bunlardan birkaçını o günkü gezilecek yerler listenize ekleyebilirsiniz. Bir de gezinizin Pazar gününe denk gelen kısmını Paris'te Pazar Günü Neler Yapılır?yazısına bakıp ona göre revize edebilirsiniz.
Paris'e daha önce geldiyseniz de artık o zaman biraz daha şehir dışına çıkabilir, Compiegne Şatosu, Fontainebleau Şatosu, Vaux le Vicomte Şatosu, Chantilly Şatosu, Pierrefonds Şatosu, Monte Kristo Şatosu, La Roche Guyon Şatosu gibi şatoları gezebilir, Giverny, Barbizon gibi birbirinden güzel köyleri görmek için birer gününüzü ayırabilirsiniz. Eminim bu saydıklarımı inceledikçe Paris'e birkaç kez daha gelmek isteyeceksiniz...

Son olarak, yorgun olduğunuz bir gün oturduğunuz yerden 42 numaralı belediye otobüsü ile Paris turu yapmak isterseniz, tek bilete böyle bir seçenek de mevcut...








İSPANYA- MADRİD

•27 MART 2017( PAZARTESİ )

(PARİS-MADRİD)/RYANAIR
09:25 PARİS(BEAUVARİS)/ QMTL2F- 11:35 MADRİD T1 (FR 5445)

















BAŞLARKEN

 Latin esintileri içinde dans, lezzet ve eğlence dolu günler. Barselona ve Madrid turu ile İspanyol dünyasını keşfedin! İç kıpırdatan notalarla ıslanmış sokaklarda yürürken şarkılar kulağınıza çalınır. Ayaklarınız, siz istemeseniz bile bu dünyanın ritmine ayak uydurup dans etmeye başlar. Saçlarınız uçuşurken klasik İspanyol mimarisinin en güzel örnekleriyle dolu sokaklar hayat doldurur içinizi. Katalan bölgesinin naifliğini ve tarihini koruyan yapısı, geniş kaldırımları ve huzuru arayanlar için sunduğu binlerce seçeneği sizi cezbeder. Tarihi yapıların aynı anda hem o kadar heybetli hem de tatlı ve naif olmasına şaşırırsınız. Hareket ve çılgınlık aradığınızda Madrid’e doğru kayar, bu büyük metropolün hızına ayak uydurmaya çalışırsınız. Futbol şehirlerinde, ateşli İspanyol atmosferini ve dünyanın en muhteşem iki stadını görüp o ateşi içinizde hissedersiniz. Tepelerden sahile doğru süzülürsünüz. Akdeniz’in en mükemmel sahillerinde kendinize gelirsiniz. Güneş yukarıdan vururken hem şehri hem de sizi aydınlatır. Gün batımında tatlı bir meltem eşliğinde muhteşem Latin içkilerini yudumlarken “Hayat bu işte!” dersiniz. Neler Yapılır? Barselona, ünlü mimar Gaudi’nin elinden çıkmış desek yanlış olmaz. Mimaride modernizm akımının öncüsü olan Gaudi’nin eserleri ve hayatına dair ayrıntıların görülebileceği Sangrada Familia ve Park Guell; Barcelona’da mutlaka görülmesi gereken yerlerden. Şehrin en ünlü caddesi La Rambla’da bir gezintiye çıkıp kendinize ya da sevdiklerinize hediyelik eşyalar satın alabilirsiniz. Barselona dendiğinde belki de şehirden önce akla gelen Barcelona futbol takımının mabedi Nou Camp’ı görmeden Barcelona’ya gitmiş sayılmazsınız. Bu muhteşem stadyumda gezintiye çıkarak takımın lisanslı ürünlerinden satın alabilirsiniz. Hem Madrid’de hem de Barselona’da, ünlü İspanyol mezeleri tapasların tadına bakmalısınız. Ayrıca klasik İspanyol omleti Tortilla ve ünlü İspanyol içkisi Sangria’nın tadına mutlaka bakmalısınız. Madrid’in en merkezi meydanı olan Plaza Mayor, açık havada içkisini yudumlamak isteyenler için ideal. Madrid’te önemli bir yer tutan ve ‘Altın Üçgen’ ismi verilen sanat müzeleri de gezilebilir. Gece hayatını deneyimlemek isteyenler içinse Huertas bölgesi rota olarak belirlenebilir. Tur Hakkında Katılmak için Shengen vizesine sahip olmanız gereken tur, 3 saat sürecek bir uçak yolculuğu ile başlıyor. Genelde yarı merkez konumlu ve metro ile merkeze ulaşım sağlanacak otellerde konaklama sağlanıyor. Kışları ılıman, yazları ise bir hayli sıcak geçen ülkeye yapılacak yaz turlarında yanınıza şapka, güneş gözlüğü ve bolca yedek çamaşır almanız faydanıza olacaktır.


Akdeniz’in en batısında, Portekiz ile beraber İber Yarımadası’nda yer alan, dünyanın en fazla sayıda Dünya Mirası Kentine sahip, dünyada en çok ziyaret edilen üçüncü ülke olan Espana (Spain), sıcakkanlı insanları, rahat yaşam tarzı, yemekleri, canlı gece hayatı, futbolu, tarihi ve festivalleri ile Türkiyeli turistlerin de seyahat için çok tercih ettikleri bir ülke.

Güneyde ve doğuda Akdeniz’e, kuzeyde Atlantik Okyanusu’na kıyıları olan ülke batıda Portekiz, kuzeyde Fransa, Andora ve güneyde Cebelitarık ile komşu. Ülkenin toprakları ayrıca Akdeniz’de Balear Adaları, Atlantik Okyanusu’nda Kanarya Adaları ve Kuzey Afrika’da Ceuta ve Melilla adlı iki özerk şehri de içeriyor. 504.712 km2 alanıyla, Fransa’dan sonra Batı Avrupa’daki ikinci büyük ülke. 650 metrelik ortalama yüksekliği ile İsviçre’den sonra Avrupa’daki ikinci en yüksek ülke.





 GEZİLECEK YERLER



Katalonya Özerk Topluluğu’nun başkenti ve ünlü Mimar Antoni Gaudi’nin muhteşem eserlerinin buluduğu İspanya'nın ikinci büyük şehri, şahip olduğu eserlerden ötürü nüfusunun dört katı kadar turisti kendine çekmektedir. Panoramik olarak gerçekleştireceğimiz şehir turumuzda, “Bitmeyen Kilise” olarak da bilinen La Sagrada Familia, İspanya ve Catalunya Meydanı, Gaudi'nin Evleri (Casa Batllo ve Casa Mila), Katalunya Meydanı, La Rambla Caddesi ve Port Olimpic görülecek yerler arasındadır.


 Onyar Nehri’nin kıyısında kurulmuş ve ilk bakışta Floransa’yı anımsatmakta olan, yörenin en zengin şehri olan Girona ile başlıyoruz. Daracık sokakları ve katedrali ile görülmeye değer şirin bir ortaçağ şehri olan Girona ayrıca parfüm filminin sinema çekimlerinin yapıldığı şehirdir.  Panoramik olarak yapılacak turumuzda; Aslan heykeli, Katedral Meydanı, Mezuzalı evler, Yahudi Mahallesi, Rambla ve ünlü mağazaları göreceğiz. Serbest zaman sonrası Pirene dağlarının manzarası eşliğinde Figueras Kenti’ne doğru yola çıkıyoruz. Kasaba öyle etkileyici bir atmosfere sahiptir ki bütün dünyanın hayranlık duyduğu sınır tanımaz ressam Salvador Dali’ye hayatı boyunca ilham kaynağı olmuştur. Burada Ünlü sürrealist ressam “Salvador Dali’nin” kendi elleri ile dekore ettiği müze evi gezeceğiz. Her bir eserinin değeri milyonlarca dolarla ifade edilen bu müzede, ölümsüz aşkı Gala’yı resmettiği, zihinleri zorlayan eserlerinin bulunduğu müzeyi ziyaretimiz


 Endülüs İslam medeniyetinin ilk başladığı şehri, Musevi Mahallesi ve Plaza Mayor’u görüyoruz. Ardından günümüzün katedrali geçmişin ana Camii olan yapıyı gezerek, geçmişin izlerine tanık olacağız. Turumuz ardından Madrid`e doğru yolumuza devam ediyoruz. Panoramik şehir turumuza, Plaza mayor adı verilen büyük meydan ile başlıyoruz. Bu meydanda 136 bina ve avluya açılan 437 balkon bulunmaktadır. Zamanında bu balkonlardan boğa güreşleri ve engizisyonun yaktığı insanlar izlenmiştir. Şehrin kalbi Puerta Del Sol, Plaza mayor adı verilen büyük meydan, Kraliyet Sarayı’nın halka sesleniş yeri Plaza De Orient, Şehir’in ne kadar zengin olduğunu göstermek maksadıyla giriş kapısı olarak yapılmış Alcala Kapısı, galerili damları ile göz dolduran Gran Via, Plaza Colon ve Cibeles Meydanı ve Çeşmesi ile Cervantes Anıtı görülecek yerler arasındadır.


1.GÜN MADRID

 Toledo gerçek bir açıkhava müzesi ve İspanya’nın eski başkenti, Unesco Dünya Mirası listesinin en önemli kentlerinden biridir. Ülkenin en heybetli katedrali, dünyaca ünlü ressamların eserlerine ev sahipliği yaparak dünyanın sayılı müzeleriyle yarışır hale gelmiştir. El Greco’nun kenti olarak bilinen Toledo, 16. yy’dan günümüze değişmeden gelmeyi başarmıştır. Roma, vizigot, arap, gotik, rönesans mimarisinin izlerini taşıyan yapılar, dar sokaklar, El Greco’nun tabloları, tipik pastaneler, Damascino mağazaları ve tabii ki ünlü katedrali ile turistik bir haç yeridir. Toledo’daki başka bir gelenek Arapların kenti fethettikleri zamandan kalma badem ezmesi imalatıdır. İnsanın ağzını sulandıran bu şekerlemeyi tatmadan Toledo ziyareti

İspanya Tarihi

Ülke tarihinde ilk yerleşim yerlerini MÖ 1100 yıllarında Fenikeliler kurmaya başladılar. Ülkede daha sonra sırasıyla Keltler, Yunanlar, Kartacalılar, Romalılar, Germenler, Alanlar, Suevler, Vandallar, Vizigotlar, Müslüman Emeviler hakimiyet kurdular. 1492’de Müslümanların son kalesi Granada Krallığı yıkıldı ve Kristof Kolomb İspanyol hükümdarının maddi desteğiyle Amerika’yı keşfettiği ünlü gezisine çıktı. Bu seyahat, İspanyolların dünyanın en büyük sömürge imparatorluklarından birini kurmasına neden oldu.



I. Dünya Savaşı’nda ülke tarafsız kaldı, fakat savaştan etkilendi. Fransa,ülkenin bazı topraklarına saldırıp işgal etti. General Primoderivera, çıkan ayaklanmaları bastırarak ülkede diktatörlük kurdu. 1930 yılında iktidardan düştü. Bir yıl sonra yapılan seçimleri cumhuriyetçilerin kazanması sonucu Kral VIII. Alfonso ülkeyi terk etti. 1936’da yapılan seçimlerde cumhuriyetçi solcuların başarılı olması üzerine ülkede iç savaş baş gösterdi.



İspanya İç Savaşı

İspanya İç Savaşı (İspanyolca Guerra Civil Espanola) 17 Temmuz 1936 ile 1 Nisan 1939 tarihleri arasında, demokratik seçimle gelen Halk Cephesi tarafından kurulan İkinci İspanyol Cumhuriyeti’ne sadık Cumhuriyetçiler ile General Francisco Franco liderliğindeki isyancı Milliyetçiler arasında yaşandı. Milliyetçiler kazandı ve Franco, 1939’dan 1975 yılında ölümüne kadar ülkeyi yönetti.



Darbeyi Franco’nun askerleri, Özerk Haklar Konfederasyonu, dindar-muhafazakar Carlsistler, faşist Falanjistler, kralcılar, din adamları, feodal toprak sahipleri, Kuzey Afrikalı Araplar, ABD, İngiltere, Nazi Almanya’sı ve Faşist Mussolini İtalya’sı destekledi. Seçimle gelen Cumhurbaşkanı Alcala Zamora ve Başbakan Minuel Azana liderliğindeki İkinci Cumhuriyeti ise Cumhuriyetçiler, solcular, sosyalistler, işçiler, köylüler, anarşistler, çeşitli ülkelerden gelen gönüllüler, (Fransa, Almanya, Avusturya, İtalya, ABD, Meksika, Küba, Kanada, İngilte, SSCB, Arnavutluk, Yugoslavya, Yahudi halklarından) Uluslararası Tugaylar destekledi.



Seçimle kurulan İspanya Cumhuriyeti’ni yıkmak için isyan eden, Hitler ve Mussolini’nin desteklediği General Franco’nun askerlerine karşı gönüllü savaşa katılan yürekli kadınlar. Dünyanın en haklı, destansı ve umutlu savaşlarından biri kaybedildi, yine kötüler kazandı. Yüzbinlerce kişiyi katleden Franco ülkeyi 36 yıl faşizmle yönetti.



Cumhuriyetçilerin savaşta iki sloganı vardı. Biri (faşizme) Geçit Yok anlamında, tüm yurdu saran ve direnişin sembolü haline gelen No Pasaran, diğeri ise Yaşasın İspanya anlamında kullanılan Arriba Espana idi. Franco’nun baş sloganı ise Viva la Muerte (Yaşasın Ölüm) idi. İspanya İç Savaşı küçük bir dünya savaşı sayılır, ülkede uluslararası bir emek ve sermaye savaşı yaşandı. Dünyanın en haklı savaşlarından biri kaybedildi, kötüler kazandı. Garcia Lorca gibi aydınlar dahil yüz binlerce kişiyi katleden Franco ülkeyi 36 yıl faşizmle yönetti.


İspanya Kültürü

Kelt, Fenike, Roma, Arap, Bask, Katalan, Galiçya, Portekiz, Fransız kültürlerinin de etkisiyle Akdeniz ve güney batı Avrupa değerleri ve tarihi tarafından şekillendi. İspanyollar uzun yemekleri, şarkı söylemeyi, dans etmeyi, eğlenmeyi, okumayı, sohbet etmeyi seviyorlar. Flamenko dansı ve boğa güreşleri İspanya kültürü içerisinde biri iyi diğeri kötü olan en ünlü gelenekler.


Flamenko dansı

İspanyol edebiyatı denince akla en çok Fernando de Rojas, Gonzalo de Berceo, Diego Gonzales, Lazarillo de Tormes, Miguel de Cervantes (Don Quixote, Don Kişot), Miguel de Unamuno, Juan Ramon Jimenez, Federico Garcia Lorca, Pedro Salinas ve Claudio Rodriguez adlı yazar ve şairler geliyor. Resim sanatında  Francisco Goya, Pablo Picasso, Salvador Dalí ve Juan Gris uluslararası sanat dünyasında en ünlü isimler. Mimaride Antoni Gaudi en tanınmış kişi. İspanyol sinemasının en büyük isimleri Luis Bunuel, Pedro Almodovar, Penelope Cruz, Fernando Rey, Antonio Banderas, Javier Bardem ve Fernando Fernan Gomez.


Salvador Dali

İspanya Hava Durumu ve İklimi
Büyük bir ülke olan İspanya’da hava durumu ve iklim bölgelere göre değişiyor. Seyahat için bölgelere göre hava durumu ve mevsim koşullarına bakalım.

Atlantik iklimi: Atlantik Okyanusu kıyısındaki bölgelerde görülür: Galisya, Asturya, Kantabria, Bask Ülkesi, Navarra. Özellikle kış aylarında yağış görülür, kış ve yaz oldukça ılıman geçer. Tur veya gezi için rahat bir bölge.

Okyanus-karasal iklim: İber Yarımadası’nın ortasında görülür: Kastilya Leon, Madrid, La Rioja, Kastilya-La Mancha, Ekstremadura ve Endülüs. Kışın hava durumu oldukça soğuk geçer ve özellikle kuzeyde kar yağışları görülür, yazlar ise sıcaktır. Kayak tatili isteyenler hariç kış mevsimi seyahat planı için uygun değil.

Kıtasal Akdeniz iklimi: Aragona, Katalonya, Valencia (iç kısımlarında), Murcia, Kastilya-La Mancha ve Endülüs’te görülür. Yağışlar ilkbahar ve sonbahar aylarında görülürken, yazlar sıcak, kışlar ise soğuk geçer. Hazırlamakta olduğum gezi notları ülkenin çoğunlukla bu bölgelerinden.


İspanya gezisi

Akdeniz iklimi: Katalonya’da, Balear Adaları’nda, Valencia’da, Murcia’da ve Endülüs’te görülür. Çoğunlukla ilkbahar ve sonbahar aylarında yağış olur. Yağışlar kuzeyden güneye doğru gidildikçe azalan bir seyirdedir (Barselona 640 mm, Tortosa 524 mm, Valencia 454 mm, Alicante 336 mm, Almería 196 mm). Kış aylarındaki hava sıcaklıkları çok düşük olmamakla birlikte yazın sıcak bir hava hâkimdir. Fazla sıcak sevmeyenlere yaz mevsimi gezi için önerilmez.

Subtropikal iklim: Turistik tatil merkezi Kanarya Adaları’nda görülür. Neredeyse bütün yıl boyunca ılıman bir iklim hâkimdir (18 ile 24 °C arası). Kış mevsimi yok denecek kadar hafif geçer. Santa Cruz de Tenerife’deki ortalama hava sıcaklıkları ocak ayında 17,9 °C, ağustos ayında ise 25,1 °C’dir. Kanarya Adaları’nın yağış oranı bölgeden bölgeye büyük farklılıklar göstermektedir.

Dağ İklimi: Pireneler’in yüksek kesimlerinde ve Kastilya dağlarının yüksek yerlerinde görülen bir iklimdir. Kışlar uzun geçer, yazlar ise kısa ve hava ılımandır. Kış mevsiminde bölgede yoğun don olayları görülür bu sebeple yaz aylarının gelmesi uzar, yazlar kısa ve ılıman geçer Temmuz ayının ortalarına doğru bölgede şiddetli yağmurlar başlar ve su baskınları meydana gelir.
İspanya’da Gezilecek Noktalar ve Şehirler

Madrid — İlginç müzeler, mimari, lezzetli yemekler ve gece hayatı sunan İspanya başkenti.

Barcelona — Ülkenin ikinci büyük kentinde turistik yerler, modern ve şık mimari, zengin kültür, barlar, kumsallar var. Gezilecek yerler arasında ilk sırada.


İspanya’da gezilecek yerler
Bilbao — Guggenheim Müzesi’nin olduğu sanayi kenti.
Cadiz — Batı Avrupa’nın 4000 yaşında en eski kenti, karnavalı meşhur.
Cordoba — Mutlaka gezilecek noktalar arasında yer alan Kurtuba Camii dünyanın en güzel binalarından biri.

İspanya’da gezilecek noktalar
Granada — Sierra Nevada Dağları, Elhamra Sarayı ve birçok tarihi yer, görülecek noktalar arasında.
Malaga – Alcazaba Kalesi, Roma Tiyatrosu, Picasso Müzesi.
Seville — Dünyanın üçüncü en büyük katedralinin olduğu Endülüs başkenti.
Valencia —Paella yemeği ve kumsalıyla ünlü, gezilecek yerler arasında.
Zaragoza — Aragon Özerk Bölgesi’nin Arap ve Hiristiyan mimarı stilleri karışımı Müdejar mimarisi.
Almeria — En güzel kumsallar ve tapas.
Costa Blanca — Kumsallar ve güzel köyler, gezilecek yerler.
Costa Brava — Deniz tatili için kıyılar.
Costa del Sol — Güneşli sahiller.
Gran Canaria — Farklı iklimleri ve doğasıyla “minik kıta”.
Ibiza — Dünyanın en ünlü tatil ve eğlence merkezlerinden biri İbiza Adası.
La Rioja — Ünlü İspanyol şarabı Rioja ve dinozor fosilleri.
Mallorca — Harika kumsallar ve eğlenceli gece hayatı sunan turistik tatil adası.
Sierra Nevada — İber Yarımadası’nın en yüksek dağları kayak ve yürüyüş için ideal.
Tenerife — Yemyeşil ormanlar, bitki örtüsü, dağlar, volkanlar, kıyılar ve kumsallar.





İspanya gezi planı

Fiyatlar ve Alışveriş İspanya pahalı bir ülke değil, en azından batı Avrupa standartlarında ucuz. İlginçtir ki günlük harcamalarımda birçok şeyin fiyatının 1.2 avro olduğunu gördüm. Kahve, belediye otobüsü bileti, küçük bira, kızarmış ekmek, poğaça, 1 litre şarap, küçük şişe su, 1 kilo portakal, 1 litre benzin, hepsi 1.2 avro.


İspanya’da alışveriş

Yemek fiyatları bizden biraz yüksek. 5-6 avroya hafif bir yemek, büyükçe bir sandviç yenebiliyor. 10 avroya menüler oluyor; seçmeli iki çeşit yemek, 1 içecek ve 1 tatlı veya meyve veriyorlar.


İspanya’da fiyatlar

Markette gördüğüm fiyatlardan bazıları; Amstel yabancı bira 0.34 avro, 1 kilo kırmızı et 3.75 avro, yukarıdaki 2 litre sızma zeytinyağı 9.11 avro, kutu kola 0.3 avro, 100 gram sucuk 1 avro, 1 kilo nohut 2.2 avro, 200 gram etli mantı 1.35 avro, 1 kilo salatalık 1 avro.




Barselona Gezi Rehberi


Barselona, Avrupa'da görülmesi gereken önemli yerlerden biri. Paris gibi, Amsterdam gibi, Türk turistlerin ilk tercihlerinden :) Her zevke hitap edecek özellikte bir şehir. Daracık sokaklarında sokak sanatı, sokakların açıldığı geniş meydanlarda ise heykel sanatı fışkırıyor! Güzel müzeleri, eğlenceli pubları, alışveriş imkanları, futbol takımı, plajları ve kendine özgü yemekleri ile yaşayan bir şehir...

Baharda Barselona, iyi fikir!

Barselona şu an İspanya sınırı içinde olsa da Barselonalılar kendilerine İspanyol değil, Katalan diyorlar. Kendi dilleri Katalanca. Katalonya bölgesi sakinleri, İspanya'ya gerek turizm gerekse futbol takımı ile en çok para kazandıran bölüm iken İspanya'daki krizden yüksek oranda etkilenmiş olmaktan memnuniyetsizler. İşsizliğin en yoğun olduğu Avrupa ülkesi imiş İspanya.

İşsizlik oranı bu denli yüksek, ekonomik kriz ayyuka çıkmışken bu şehre giden turistlere yapılacak en yerinde uyarı "hırsızlara dikkat!" olacaktır. Ben okuduğum her blogda bu uyarıyı gördüm ve Barselona'da bir şeyler çaldırmış arkadaşlarımın hikayelerini dinledim. Tüm kalabalık yerlerde turist rehberlerinin de ekiplerini hırsızlara karşı uyardığına şahit oldum. Lütfen siz de çok korkun, tedbirli olun.
Tedbir olarak kendime çok sıkı bir çanta seçmiştim, ben bile içinden paramı telefonumu zor alabiliyordum. Öyle telefonumu masada bırakıp sağıma soluma bakınayım demedim hiç; telefon elimde değilse çantama girdi, fermuar da sıkıca kapandı. Fotoğraf makinemin boyun askısını da kalabalıkta kaybolmaktan korkup annesinin elini sımsıkı kavramış küçük bir çocuk edasıyla tuttum. Ve zafer! Hiç bir şey çaldırmadan işte geldim burdayım!
Barselona'da toplu taşıma oldukça gelişmiş. Metro biletleri de pahalı değil, tek bilet aldığınızda 2.15 euro fakat biz T-10 adı verilen 10 binişlik birden fazla kişinin kullanabildiği kartlardan aldık. 10 binişlik kart 10.30 euro idi. Olgun ile ikimiz kullanıp gezinin sonunda 10 lulardan 4 tane filan harcamış olduk.

MADRİD



PUERTA DEL SOL MEYDANI

Öncelikle Puerta del Sol Meydanı’ndan başlamak gerekirse, bu Meydan, Madrid’in göbeğinde, hatta daha güzel bir tabirle, sınıf noktasında yer alan, etrafında tarihi kiliselerin, cafe, bar ve restoranların, mağazaların, ünlü caddelere (meselâ Gran Via gibi), ünlü meydanlara açılan (meselâ Cibeles Meydanı gibi), kesinlikle görülmesi, gezilmesi gereken bir yer. Yerel moda markalarının yanı sıra fiyatları uygun olan H&M, Zara, Bershka gibi uluslararası markalar da burada bulunabilir. Beni çok da alakadar etmediği için, kısa bir bilgi verip geçelim. Ayrıca yakındaki hediyelik eşya dükkânlarında eski, tarihi ve yerel ürünleri de bulmak mümkün ama bu konuda aşağıdaki uyarılarımı da okuyun. Puerta del Sol’e, metroyla sadece 1, 2 veya 3. hatlarından ulaşılıyor. Hatta daha ayrıntılı olması için Meydan’ı mihenk noktası alarak, şuradaki Google/map/place’dan çevredeki görülecek yerlere ve yakınlıklarına bakılabilir.



Meydan, eski Madrid’in şehir kapılarından birinin alanına inşa edildiği için, “Puerta del Sol - Güneşin Kapısı” adı buradan geliyormuş. Tabi artık ortada “kapı” falan yok. Yarım daire şeklinde olan “Puerta del Sol”, günümüzdeki şeklini 1854 – 1860 yılları arasında yapılan yenileme çalışmalarına borçluymuş. Dahası bu meydanın Madrid’in en işlek noktalarından birisi olduğunu zaten ilk görüşte anlıyorsunuz. Kral III. Charles'ın at üzerindeki bir heykeli de (yanda) bu meydanın tam ortasında bulunuyor.


Üstelik tüm yerel ulaşım noktaları buraya açılıyor; festival ve politik gösteriler de burada düzenleniyormuş. Meydan, turistlerin ortak uğrak noktası (ortalık turist kaynıyordu), Madrid sakinlerinin buluşma yerişmiş (yani İstanbul Taksim, İzmir Saat Kulesi ayarında); dahası aklınıza hayalinize gelmeyecek gösteriler sunan sokak sanatçıları burada izlenebilir; hatta bizler birçoğuna rast geldik. Buradaki "pişmiş aşa su" ise, "bir ülkede ne kadar fazla sokak göstericisi varsa, o kadar işsiz ve göçmen vardır" formülünü anımsamak olsa gerek...



Bu ve benzer sebeplerden dolayı, bu meydan ayrıca hotel, hostel, turistik kalınacak yerler açısından da zengin bir yer. Puerta del Sol’un Güney tarafında “Real Casa de Correos” olarak bilinen yapıya ait bir de saat kulesi var. 18. yüzyılda postanenin bir parçası olarak inşa edilen saat kulesi günümüzde de hâlâ dimdik ayakta. Yeni yılda kutlamalar esnasında geri sayım yapılırken bu saat kullanılıyormuş. Eğer yılbaşında Madrid’deyseniz, kesinlikle Puerta del Sol’e gelip bu tecrübeyi yaşamalısınız.

Öte yandan, Casa de Correos’da bulunan bir kaldırım taşı da “sıfır kilometre” olarak kabul ediliyormuş. 1950 yılında yerleştirilen taş, 2009 yılında yenisi ile değiştirilmiş.


Bu binanın tam karşısındaki yani Puerta del Sol’de görülebilecek en önemli üç heykel de var. Bunlardan en ünlüsü şehrin sembollerinden “El Oso y El Madrono” (The Bear and the Strawberry Tree / Ayı ve Çilek Ağacı) heykeli... Bu heykel 2009 yılında meydandaki orijinal yerine taşınmış. Şehrin önemli sembollerinden biri olduğu için(Atletico Madrid takımının armasında da var), hemen hemen tüm hediyelik eşya çeşitlerinde Çilek Ağacına Tırmanan Ayı’yı görebilirsiniz. Hikâyesinin Madrid’deki tarlalarda gezinen ayılar ve bol miktarda yetiştirilebilen çilekten geldiği düşünülmekteymiş. Bu konuda değişik efsaneler olsa da bir diğer heykel “El Oso y El Madrono”, ünlü sanatçı Antonio Navarro Santa Fe tarafından yapılmış. Diğer heykellerin Venüs ve Diana’yı tasvir ettiğini söyleyerek bu paragrafı bitirelim. Yine de Paris sonrası bu heykeller çok sönük kalıyor bunu da belirtmeliyim.

GRAN VIA CADDESİ

Gelelim şehrin en önemli caddesi olan ünlü Gran Via’ya... Burası bizim Bağdat Caddesi gibi geniş ve çok hareketli, 2 km kadar uzunluğunda bir cadde. Bir ucu şehrin popüler meydanlarından PLAZA de ESPAÑA’ya, diğer ucu da şehrin en uzun caddesi Calle de Alcala’ya çıkıyor.


Gran Via, Madrid’in en önemli alışveriş bölgelerinden birisi olmakla birlikte (ünlü mağazaların tümü burada) ayrıca gece hayatıyla da oldukça popüler. Birçok bar, restoran, gece kulübü ve pub bu cadde üzerinde sıralanmış. Üstelik bu cadde, çok fazla tiyatro ve gösteri merkezine sahip olmasından dolayı, İspanya’nın Broadway’i olarak da biliniyormuş.

Caddenin en dikkat çekici olan yönü ise, çok katlı ama etkileyici mimariye sahip binaları ki bunlardan en meşhur iki tanesi Metropolis ve Telefonica binaları. Metropolis Binası, mimari olarak müthiş bir yapı, hemen dikkatinizi çekiyor (yanda güzel bir fotoğrafını yakaladım). Telefonica da güzel bir bina, fakat üzerindeki ışıklı reklâmlar genel silüeti bozuyor. Bir de Plaza de España’daki EDIFICIO ESPAÑA binasını da mutlaka görmelisiniz, bu yapı da dikkate değer...

PLAZA DE CIBELES

Gran Via’dan aşağıya inip Alcala Caddesi’ne çıkmışken, Madrid’in en önemli meydanlarından biri olan ve 1782’de yapılan Kibele Çeşmesi (Fountain of Cibeles) - Plaza de Cibeles’e de mutlaka uğramanız gerekiyor. “Plaza de Cibeles”, Madrid’teki ünlü meydanlardan bir başkası… Alcala Sokağı, “Paseo del Prado” ve “Paseo de Recoletos” arasında bulunuyor. Ventura  Rodriguez’in tasarladığı Charles III döneminde inşa edilen bu çeşme, mermerden ve neo-klasik tarzda yapılmış. Roma doğa tanrıçası Kibele’den adını almış. Madrid’in sembollerinden olan bu yer, yine hemen hemen tüm hediyelik eşyalarda rastlanabilecek bir simge...


Meydanda Fuente de Cibeles, yani bir Roma Dönemi Anadolu Tanrıçası olan Kibele Çeşmesi de bulunuyor. Zaten meydan da ismini, bu heykelden almış. Heykel çok orijinal, aslanların çektiği bir arabada Tanrıça Kibele’yi görüyoruz. İnsan bir Anadolu Tanrıçası’na ait heykeli kendi ülkesinde değil de Madrid’te görünce tuhaf oluyor, hatta öfkeleniyor. Medeniyetler beşiği olan bir ülkede, tek medeniyet ve onun militer sembolleri dışındaki tümünün dümdüz edilmesi (en hafif tabirle) ne hazin!
Meydanın dört bir köşesi 18. ve 20. yüzyılda inşa edilmiş sanat eserleri ile dolu. Plaza de Cibeles’de bulunan “Kibele Sarayı - Cibeles Palace” da görülmeye değer. 1777 yılında Alba Dükü tarafından inşa edilen saray Ventura Rodriquez’in tasarladığı Fransız tarzı bir bahçe ile çevrili. Aynı meydanda dikkati çeken bir diğer yapı İspanya Banka Binası - Espana Bank Building adıyla tanınan banka binası. 1882 – 1891 arasında yapılan banka binasının eski adları “Dük Sarayı - Palace of Duke” ve “Duchess of Bejar - Bejar Düşesi”ymiş. Ayrıca “Linares Sarayı - Linares Palace da Plaza De Cibeles”de burada bulunuyor. Barok tarzında inşa edilen bu yapı 1873 yılında yapılmış.


Bir de bu meydanda, tanrıça heykelinden ihtişamını gölgeleyen, mimarisi ve görüntüsüyle insanı oldukça etkileyen ve yapımı 1919’da tamamlanan “Palacio de Cibeles” ya da eski adıyla “Palacio de Comunicaciones” binası da var. Binanın içerisini, vaktimiz olmadığı için, gezemedik. Dışarıdan ise gerçekten muhteşem görünüyordu. Yanda çektiğim kareleri görebilirsiniz.
Bir not daha, Madrid takımlarından Real Madrid şampiyonluk ve kupa ile futbol zaferlerinin kutlamalarını burada yapıyor (meselâ tam döndüğümüz gün Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu kutlamaları burada yapıldı). Atletico Madrid ise 500 m ilerideki, Prado Müzesi’nin yanındaki Plaza Lealtad Meydanı’nda (kısacası meydanlar bölünmüş durumda) kendi kutlamalarını yapıyor ki, geldiğimiz gün buna şahit olduk ve biz de katıldık.

Son bir not: Plaza de Cibeles’e metro 2. hat ile “Banco de Espana” durağında inerek ulaşabilirsiniz.

PLAZA MAYOR

Madrid’in tarihi merkezinde bulunan ve saltanat kokan Plaza Mayor, bence ilk görülmesi gereken yerlerden birisi. Tıpkı Avrupa’daki diğer muadilleri gibi, ihtişamlı ve etkileyici bir meydan olarak “görülmesi gerekli yerler” listesinde sivriliyor. Okuduğum blog’larda, Brüksel’deki Grand Place’a benzediği de belirtiliyor. Burada dört bir yanı kırmızı renk ağırlıklı, balkonlu, birleşik binalardan oluşan, dikdörtgen şeklinde, günün her anı canlı bir meydan ile karşılaşıyorsunuz.

Plaza Mayor, ayrıca, oldukça da büyük de bir meydan. 129 m x 94 m ölçülerinde, yani bir futbol sahasından %30 daha büyük. Meydanı çevreleyen binaların alt katlarında da cafe, restoran, bar ve hediyelik eşya, antikacı dükkânları var.


Plaza Mayor, şehrin en eski yerleşim bölgesinde olduğu için, çevresindeki sokakları da gezmenizi özellikle tavsiye ederim. Biz bu meydanı gezerken, meydanın bir bölümüne büyük bir sahne ve dev bir ekran kurulmuştu ve yerel flamenko grupları, kalabalık bir seyirci kitlesine gösterilerini sunuyorlardı. Böylesi bir gösteriye şahit olmak gerçekten güzeldi.

PALACIO REAL (DE MADRID)

Plaza Mayor’un hemen yakınlarında  bulunan altın ve gümüş ile işlenmiş “Palacio Real de Madrid Real” (İng: Royal Palace of Madrid) ise, kraliyet ailesinin resmi sarayı, zaten kelime anlamı da “Madrid Kraliyet Sarayı” biçiminde kendisini buluyor. Madrid’in en büyük ve güzel yapılardan olan bu saray, Plaza de Oriente’nin de yanında yer alıyor. Batı Avrupa’daki en büyük saray olan “Palacio Real”, 1734 yılında yangından zarar gören eski Alcazar alanı üstüne inşa edilmiş. Eski şehir duvarları günümüzde hâlâ görülebiliyor.

Bu yapı, Filippo Juvarra tarafından, V. Felipe ve hükümdarlığı için inşa edilmiş. Saray, “Güzel Sabatini” ve “Campo del Moro” parkları ile çevrili, buralar gezince dinlenmek için oldukça ideal... Aşağısında ise, muhteşem bir orman mevcut ve manzarası da harika... Günümüz İspanya’sında “krallık”, toplumda, sadece sembolik bir şekilde yer aldığı için, 1738 yılında yapımına başlanan bu saray, artık sadece resmi törenler için kullanılıyormuş. Kraliyet ailesinin temsilcileri Kral Juan Carlos ve krallık ailesinin geri kalanı, Madrid’in hemen dışında yer alan, “Palacio de la Zarzuela”da yaşıyormuş.


Sarayın hemen karşısında bulunan Almudena Katedrali de, gezilmesi gereken yerlerden birisi. Yapımına 1883’de başlanmış ve 1993’te tamamlanmış. Kapalı olduğu için burayı dolaşamadık. 2004 Yılında bu katedralde kraliyet ailesinden Prens Felipe, eski TV spikeri Letizia Ortiz ile evlenmiş ve tören televizyonları başında tam 25 milyon kişi tarafından izlenmiş. Kraliyet ailesinden birilerinin, halktan biriyle evlenmeleri, lezzetli bir magazin olması nedeniyle, dünyanın her yerinde oldukça ilgi çekiyor.


Tekrar saraya dönmek gerekirse, Palacio Real içerisinde mobilya, halı, resim, seramik ve Tiepolo’nun önemli sanat ve fresk çalışmaları ve daha fazlası görülebilir. Sarayın gezi plânı, birbirinden güzel onlarca odadan oluşuyor. Giriş yerinden itibaren “girilmez” şeklindeki kırmızı şeritler sizi zaten direkt olarak çıkışa doğru yönlendiriyor (IKEA’nın gezi plânı gibi düşünün). Odalar muhteşem mobilyalar, tablolar, heykeller, kraliyet ailesine ait eşyalar, mücevherler ve bu aileye Dünya’nın farklı yerlerinden gelen hediyeler, harika halılarla dolu. Bildiğimiz "saray" yani...

Şöyle bir ayıklamak gerekirse, “Porsellona Room” ve “Gala Dinning Room” benim favori odalarım oldu. Fakat Kral ve Kraliçe’nin ikamet ettiği “Salôn del Trono” üzerine söylenecek bir şey olduğunu düşünmüyorum. Gerçekten bu salon için “muhteşem” lafı az kelime kalıyor. Salonun yerleşimi ve dekorasyonu bir tarafa, özellikle insanlar, hayvanlar, melekler, ilginç kuşlar, kötülüğü temsilen yarasalar, askerle, meyve ağaçları ile dolu tavan süslemelerine dikkat edilmeli. Notlarına göre salon, Giovanni Battista Tiepolo tarafından dizayn edilmiş.

İlginçtir, sarayı gezen turist kafilelerinin neredeyse tamamı rehberli tura katılan İspanyol turistlerden oluşuyordu. Kendi yaşadığı şehirdeki müzenin önünden bile geçmemiş bir ülke insanının anlaması zor tabi... Daha da enteresanı, kaç tane bebek arabası gördük ama ağlayan bir tane bile bebek yoktu. Nasıl bir bebek eğitimidir? Ya da bu çocuklara ne yediriyorlar arkadaş?...


Dikkatimi çeken bir nokta da şuydu ki, saray camları yıllanmış oldukları için doğal olarak pürüzlü bir görüntü arz ediyorlardı, bu da ışığın daha az içeriye girmesini sağlıyordu. Bize olaydı da verileydi ihalesi hükümet yanlısı bir camcıya, içerisi ışıl ışıl, değil mi yaa... Bu yüzden odalar ve ara holler daima loştu. Saray'ın ortasında bir de avlu var ama iç mekânlar ne kadar ihtişamlıysa, yapının dış mekânı da bir o kadar sönük ve gösterişsiz.

Benim için en feci durum ise, daha girişte fotoğraf makinemi gören görevli tarafından, “fotoğraf çekmenin yasak olduğuna” dair aldığım uyarıydı. Hâlbuki, iyi bir DSRL makineye sahibim ve flash’sız da gayet güzel kareler çekebiliyorum. Taşı, kuşu, sineği çeken "Capon turist" de değilim; birkaç güzel kare bana yeterliydi, yeter ki izin verselerdi, neyse artık... Oysa Giriş’te sarayın her odasının boy boy fotoğrafı olan katalogların satıldığı bir müzede, bir turistin çekeceği birkaç karenin nesi "yasak olur" anlaşılır gibi değil. Sanırım asıl amaç “katalog satmak” üzerinde düğümleniyor, illâ ki sinekten yağ çıkarılacak. Yine de ben birkaç kare çektim. Fakat her odada bir görevli olduğu için, gizli gizli de olsa güzel bir kare almak için çok zorlandığımı, bu yüzden 5-6 kez ciddi uyarılar aldığımı da belirtmeliyim. Hatta bu konuda, turist gezdiren rehberlerin hepsinin de (onların üzerine ne vazifeyse artık) “işbirlikçi” olduklarını da özellikle eklemem gerekiyor. Makinemde flash kullanmamama rağmen, hiçbir biçimde fotoğraf çekmeme izin verilmedi. Fotoğraf makinesini kaldırdığım anda beni ihbar ediyorlardı. Bu yasağı gezdiğimiz diğer müze ve saraylarda da gördük. İspanya bu konuda çok kötü ama sonuçta bize de yasak mı işler (bu sıradaki iç mekân karelerinin tümünü gizli çektim), daha onun farkına varamamışlar.


Sarayın bir de savaş aletleri bölümü var. Burası model atlar ve onların üzerindeki savaşçılar, toplar, kılıçlar, şövalye kıyafetleri, tüfekler, oklar, kalkanlar, tabancalar, zırhlar vb. ile dolu bir bölüm. Bazı zırhlarda, “arkadaş iyi yırtmış” dedirten, derin mermi çekirdeklerinin de izleri vardı. Buranın bir salonu silme asker ve savaş atıyla doluydu ki, sanki bir Haçlı ordusuyla karşılaşmışsınız hissi uyandırıyordu, içeriye girince alt çenenizin aşağıya düşme garantisini şimdiden verebilirim.

Yine de aman dikkat, bu bölüm, sarayın karşı cephesine denk düşüyor, fark edilmeyen küçük bir bina ve gezmek için yer altına iniliyor. Yani fark etmeden atlayıp geçme ihtimaliniz çok fazla ama “mutlaka görün” derim. Görevliyle köşe kapmaca oynayarak, hızlıca ve tam karelemeden gizlice çektiğim fotoğraflar yanda… Sonunda yine dibimden ayrılmaz oldu, tabi ki benim de gardım düştü.
Bir de Saray, “efsane burunlu” III. Carlos’un tablolarıyla dolu. Kırmızı ve patates burunlu bu adamın “kral” olmasının, vaktiyle bunların tümünü örttüğü de sanıyorum herkesin malumudur. Hatta kadınlara “seksi” bile gelmiş olabilir. Daha fazla okuyup bir “kral” olamadık mı demeliyiz? Sarayda ayrıca Velazquez, Goya, Giordano ve Mengs’un birçok meşhur tablosu da mevcut ve sanat zevkinizi arttırabilir. Bu çalışmaların Palacio Real’ı Avrupa’nın en önemli ve en çok ziyaret edilen yerlerinden biri yaptığı da zaten ortada. Örneğin; 2006 yılında 880.000 den fazla kişi sarayı ziyaret etmiş.

“Palacio Real” Ziyaret Günleri ve Ücretleri ile Ulaşım da şöyle:
Resmi kutlamalar ve resepsiyonlar dışında yılın hemen her günü açık. Bailen Caddesi’nde bulunan Palacio Real’e en yakın metro istasyonu Opera durağı... Palacio Real’in Google Maps üzerindeki konumu da şu… Madrid Card ile giriş ücretsiz. Tam bilet 10 Euro, rehberli bilet 11 Euro, indirimli bilet 5 Euro, Avrupa Birliği vatandaşları için ücretsizdir. Rehberli tur seçeneği mevcutmuş. Ziyaret saatleri ise şu şekilde:
Ekim – Mart: Pazartesi – Cumartesi, 09.30 – 17.00 / Pazar – Tatil günleri, 09.00 – 14.00

Nisan – Eylül: Pazartesi – Cumartesi, 09.00 – 18.00/ Pazar – Tatil günleri, 09.00 – 15.00

1 ve 6 Ocak, 1 ve 15 Mayıs, 12 Ekim, 9 Kasım ve 25 Aralık’ta ziyarete kapalıdır.

PRADO MÜZESİ

Prado İspanya’nın en çok ziyaret edilen müzesi olmakla birlikte Dünya’nın da en çok ziyaret edilen 11. müzesiymiş. 1819 yılında kurulmuş. Eski İspanyol Kraliyet koleksiyonuna ait, 12. ila 19. yüzyıllar arası Avrupa sanatının önemli parçalarına ev sahipliği yapıyor. El Greco, Velazquez, Goya gibi İspanyol ve Bosch, Rubens gibi Hollanda ressamlarının yapıtlarının yanı sıra, 7600 tablo, 1000 heykel, 4800 baskı, 8200 çizim ve 1000 para ile 2000 adet süs eşyası ve çeşitli sanat eserlerini içeriyor. Diğer bir önemli ve görülmesi gerekli yer de Reina Sofia Müzesi’ydi ama vaktimiz bu müzeyi görmeye yetişmedi. Belki bir dahaki sefer…


Diğer taraftan, maalesef bu müzede de fotoğraf çekmek yine yasaktı. “Yatılı okul mürebbiyesi” tipli 50’li yaşlardaki bir güvenlik görevlisi kadınla, müzedeki koşuşturmamız ise dillere destandı... Kadın “uyarılardan” etkilenmeyeceğimi sezmiş olmalı ki, bana feci biçimde taktı, yan gözle kontrol etmeler, uyarmalar vs. vs., sağolsun “bütün müzeyi beraber gezdik” denebilir. Hatta neredeyse kapıya kadar beni geçirdi. Benim “fotoğraf çekme” inadım, onun “çektirmem inadıyla” birleşince, işte bu komik durum ortaya çıktı.

Yine de şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, eğer resim sanatına çok veya az buçuk ilginiz varsa, Prado Müzesi’ni mutlaka gezmelisiniz. Benim bu sanat dalına ilgim, oldukça sınırlı olmasına rağmen, nasıl etkilendiğimi anlatamam. Not defterime tek tek notlar aldım. Beni en çok etkileyen ressamlar ve tabloları ise şöyle:
Pedro Pablo Rubens (1577 - 1640): http://www.youtube.com/watch?v=BqTiNCiNxN0
Burada Rubens'e özel bir parantez açmam gerekiyor. Ben bir "sanat tarihçi" değilim, bu yüzden Rubens eserlerinin iç ayrıntılarını bilmem imkâsız. Sadece tablolarındaki ifadelerin (özellikle yüz ifadeleri), kişilerin, doğa tasvirleri ile nesne yerleşimlerinin beni çok etkilediğini söylemek zorundayım.

Özellikle şu "Saturno Devorando a Un Hijo / Saturn Devouring His Son / Çocuklarını Yiyen Satürn" tablosu (ki Prado Müzesi'nde mevcut) beni benden aldı. Bu alana da "vakit olsaydı da, kıyısından köşesinden girebilseydim" diye hayıflanıyor insan... Malesef insan ömrü çok ama çok kısa... :(

Francisco Rizi (1614 - 1685): http://es.wikipedia.org/wiki/Francisco_Rizi

Anthony Van Dyck (1599 - 1641):  http://tr.wikipedia.org/wiki/Anthony_van_Dyck

Son not: Müze sabah 10:00’da açılıyor. Önemli bir tüyo da “Prado Müzesi” için vereyim. Akşamları 18:00-20:00 arası girişler ücretsiz. Fakat üzülerek söylemeliyim müzenin yarısı, bu “ücretsiz seans”ta gezintiye kapatılıyor.

EL RASTRO

“El Rastro” ise, Madrid’in en büyük bitpazarı olarak "gezme listemiz"in ilk üç başlığında kendisine yer buldu. İflah olmaz bir bitpazarı delisi olduğum için, doğal olarak böylesi bir yeri kaçırmam mümkün değildi. Bu amaçla, sabah 8’de Sol Meydanı’ndaki otelimizden çıktık, 10-15 dakikalık bir yürüyüşten sonra, sora sora bitpazarını bulduk. Hâlbuki ilk başlarda pazarın girişi çok da umut vermiyordu, hani Yalova Yolu’nda “Şaşırmayın Birazdan Denizi Göreceksiniz” diye bir uyarı tabelası vardır ya, işte tam öyle oldu, ilk sokaktan döndüğümüzde birden muhteşem manzarayla karşılaştık, hemen söyleyeyim, burası çok büyük bir bitpazarı. Yanlı yönlü sokakların tamamı, Pazar sergileriyle tıka basa dolu durumda. Bu sergilerin içerisinde insan saatlerce kaybolabilir ki, bende de tam da böyle oldu. Bilhassa Puerta del Sol Meydanı’ndaki hediyelik eşyacılardan pek bir şey almamak lazım, aynıları burada yarı fiyatına satılıyor.


Pazarda yok, yok gibi… Aklınıza gelebilecek her türlü ürün mevcut. İzmir birpazarında gördüğüm full aksesuar "otel lobisi"nden sonra neye rastlasam şaşıracağımı zannetmiyorum ya neyse... Yine de pek çok bitpazarı görmüş birisi olarak ve ayrıca yaklaşık 25 yıllık bitpazarı deneyimimle şu tespitlerimi sıralayarak söyleyebilirim:


a-Bizim bitpazarlarına nazaran sanatsal eserler (tablolar, şamdanlar, hatta fil dişleri, cam eşyalar, heykeller, müzik araçları, porselenler, yemek takımları, plaklar, CD’ler vb.) oldukça fazlaydı. Fiyatları da maşallah yani… Gördüğüm kadarıyla bunların alıcısının da fazla olduğunu belirtmeliyim. İnsanlar genelde, sanki bu tür ürünlere aramaya ve bakmaya gelmişlerdi.



b-Pazarda en ucuz şeyler CD, plak ve kitaptı. Plaklar 1-2 EURO, en baba kitaplar 0,50-2 EURO arasında değişen fiyatlarla satılıyordu. Plaklar genelde İspanyol şarkıcılara ait eserlerdi. Ünlü rock grupları veya pop şarkıcılarının LP’lerine gelince işin renginin birden değiştiğini ve fiyatların 20 EURO'nun üzerine çıktığını da söylemeden geçemeyeceğim. Yine de fanatik bir plak koleksiyoncusu olmadığım, düzensiz aldığım için bütçeyi yine ucuzdan yana kullandım ve 1-2 Euro'ya yanda görülenleri LP'ler ile 0,50 EURO'ya 45'likleri toparladım. Hani almaya kalksan buna benzer çok LP, 45'lik vardı ama çok da gereği yoktu. Sonrasında bunları, onca yer gezdirip, aşırı bir dikkatle, Dersim'e kadar sağ salim getirdim. Birkaç ikon ve üzerinde Londra'daki Trafalgar Meydanı'nın eski halinin resmedildiği küçük ve eski bir tabak da aldım.

Kitaplar ise sudan ucuzdu. Zaten bu Avrupa'da en ucuz şey, ikinci el kitaplar; lâkin çok fazla vaktim olmadığı için, çok ayıklayamadım, bakamadım. Elime gelen ve 1887 basımı 2 EURO’luk büyük ciltli “İspanya Tarihi” kitabını almadığıma ise hâlâ çok pişmanım. Bu yaşa geldik hâlâ şu kuralı öğrenemedik: Buldun mu alacaksın!... Kitap İspanyolca’ydı ve içki getirme hesabıyla (kitap nereden baksan 2 kg civarıydı) “bagaj hakkını aşacağım” diye alamadım. İspanyolca okuyacağımdan değil de, çizgi resim hayranı olduğumdan dolayı; içindeki harita, gravür ve resimler çok güzeldi. Selâmlarınız bizlere yurtdışından şişe şişe alkol taşıtan zorba zihniyete gelsin… Aşağıdaki bölümde, ülke içinde satılan alkolü içkilerin yurtdışındaki fiyatlarıyla da kabaca bir karşılaştırma yaptım, meraklısı oradan da bakılabilir.


c-Pazarda çizgi roman severlere özel, ayrı bir bölüm vardı ve antikasından tutun da, dergisine, yeni baskı yapılan yayınlara kadar her şey bu bölümde mevcuttu. Nasıl bir güzellik anlatamam. Böyle bir görüntülü en son 1980'lerin sonunda İzmir'in Çankaya'sında kurulan bitpazarında rastlamıştım. Benim için nostaljik ve heyecan vericiydi.

Malesef eserlerin çoğunluğunun yine İspanyolca olduğunu üzülerek belirtmeliyim. Vakitsizlikten (çünkü gruptaki arkadaşlarımızla buluşacaktık) yine yeterince bakamadım, ayıklayamadım.


Üstelik antika çizgi romanlar da vardı. Yandaki TARZAN'da görüldüğü gibi… Böyle yerler her zaman sürprizlere açık oluyor, Türkçe bir şeyler veya Türkiyeli yazarlar/sanatçıların Avrupa baskılı eserlerini bulma umudum da, ayrıntılı bakamadığım için suya düştü.
d-Dahası bizde "bitpazarı" dendiğinde silme erkek dünyası akla gelir. Madrid’teki pazarın yarısı da kadındı. Her yaştan insan, merakı neyse ona uygun bölümlerde ve sergilerde hem alışveriş yapıyor hem de mal satıyordu. Zaten Avrupa’da nereyi gezdiysem, hayatı müşterek paylaşınca ortaya çıkan tablonun güzelliğini gördüm. Tabi bunun için de “bakmasını bilen bir göz” lazım! Keza daha Avrupa’da uçaktan inice “vatanım” diye tuturanların, Avrupa’ya gezmeye neden/niçin gittikleri sorusu da apayrı bir makalenin konusu olabilir.

e-Yine pazarda futbolcu kartlarının değiş tokuş edildiği, satın alındığı koca bir meydana da burada şahit oldum. İnsanların merak ve heyecanlarını size anlatamam. “Kartlardan seri yapacağım” veya “eski/yeni eksik futbolcu kartımı bulacağım” diye koca bir kitlenin nasıl dalgalandığını görmeliydiniz. 7 yaşından 75 yaşına kadar, kadınlı erkekli, çocuk, yaşlı veya genç bu insanları izlemek, gerçekten ilgi çekiciydi. Tabi burada da kural değişmiyor. Futbolcu albüm kartı ne kadar eskiyse, bulunması bir o kadar zor, fiyatı da bir o kadar pahalı oluyor. Oğluyla futbolcu kartları yığını içerisine dalmış bir annenin, oğlu kadar neşeli hâli beni derinden etkiledi. Çünkü ilk ergenlik dönemlerimde bitpazarından aldığım türlü şeyleri “annem görmesin, kızar” diye gizleye gizleye eve sokuyor, evde de dip bucak saklıyordum. O gün bu gündür ne annemle ne de babamla böyle bir heyecanı yaşayamadım. Derin bir yerlerde, burun sızlatan kalıcı bir iz kalmış demek k

f) Bu bitpazarında bizdeki gibi, hani "karıştır-parçala" diye bağırılan, yer sergileri de mevcut. Buralarda 0,50 ile 1 EURO arasında bir sürü mal var. Çoğu da tıpkı bizdeki gibi çer çöp olsa da, karıştırmak heyecan vericiydi. :)) Ne ikonlar vardı, hiç anımsamayayım ama Türkiye'ye nasıl geleceklerdi, hiç bilmiyorum.
Biz, vakitsizlikten, pazarın ancak yarısını gezebildik; fakat El Rastro’da satışın yapıldığı ana bir cadde olsa da ara sokaklarda da beğeninize ve ilginize uygun, mutlaka değerli şeyler bulabilir. Civardaki pek çok antikacı dükkânı da beklentileriniz için farklı seçenekler sunuyor. Bir şey satın almayacaksanız bile pazar her adımda size renkli bir dünyalar bekliyor.
Eskiden pazarlar kullanılmayan antika eşyaların satıldığı ya da değiştirildiği bir yerdi. Günümüzde ise ikinci el ürünlerle birlikte yeni ürünler bulmak da mümkün. Yeni elbise, takı, çanta, poster, ayakkabı, hatta makyaj malzemeleri ve dekoratif ürünler talep gören ürünler olarak sıralanabilir. Getirme imkânım olsa yandaki “gaz maskeleri”nden alacaktım. Malum, son dönemde "temel ihtiyaçlar" arasına girdi.
Pazarda dolaşırken birilerinin arayıp da bulamadığı, rüyalarında gördüğü ve görüp de gerçek sandığı "kupa"ya tezgâhların birinde rastladık. Fırsat ve imkânları varken buraya gelip alıp götürsünler, yoksa yarın bunu da bulamayabilirler.
El Rastro’da alışveriş yaptıktan sonra “La Latina” Bölgesi’nde oturup dinlenmeniz ve bir şeyler içmenizi tavsiye edebilirim. Burası Madrid’in en eski yerleşim yerlerinden birisiymiş. El Rastro konusunda dikkat edilmesi gereken bir nokta da kalabalık nedeniyle yan kesicilik olaylarının yaşanması ihtimalinin olması. Yine alışverişe giderken yanınızda yüklü miktarda nakit ve değerli eşya götürmemenizi tavsiye ederim. Benim cüzdanı gören bir pazar esnafının gözleri yerinden fırlayacaktı ama hiç tenha yollara sapmadık ve cüzdan kapı gibi sağlam bir yerdeydi.
Pazardaki bir tezgâhta da (yanda) asla bir araya gelemeyecek ikiliyi (Maradona ile Pele) tişörte basmışlardı; Zidan da araya katılmış. Komik ve ilginç... Sizlere yine bir uyarı, bence bitpazarına öğleden önce çok kalabalıklaşmadan gitmeniz yararlı olacaktır. Buradan arkadaşlarına hediye götürmek isteyen ama "ne alayım?" diye kendi kendine soranlara ufak bir tavsiye, pazarda bir posterci var. 1 m'ye 60 cm ebatlarında flamenko dans gösterisi veya boğa güreşi resimleriyle dolu posterlere arkadaşınızın ismini mürekkep baskı ile yazıyor. Bence ortaya harika bir hediye çıkıyor, öneririm.

El Rastro'nun açılış günleri ve saat aralıklarıysa şöyle: Sadece Pazar sabahları ve resmi tatil günlerinde (09.00 – 16.00 arasında) açık olan pazar “Calle Embajadores” ve “Ronna de Toledo” arasında bulunuyor ve buraya metro 5. hat ile “La Latina” ya da “Puerta de Toledo” istasyonlarında inerek rahatlıkla ulaşılabilir.


 
                                                                

                                                                İSPANYA-BARSELONA

                                    28 MART 2017 (SALI) (MADRİD- BARCELONA)

Barselona Gezi Rehberi

Barselona, Avrupa'da görülmesi gereken önemli yerlerden biri. Paris gibi, Amsterdam gibi, Türk turistlerin ilk tercihlerinden :) Her zevke hitap edecek özellikte bir şehir. Daracık sokaklarında sokak sanatı, sokakların açıldığı geniş meydanlarda ise heykel sanatı fışkırıyor! Güzel müzeleri, eğlenceli pubları, alışveriş imkanları, futbol takımı, plajları ve kendine özgü yemekleri ile yaşayan bir şehir...
Barselona şu an İspanya sınırı içinde olsa da Barselonalılar kendilerine İspanyol değil, Katalan diyorlar. Kendi dilleri Katalanca. Katalonya bölgesi sakinleri, İspanya'ya gerek turizm gerekse futbol takımı ile en çok para kazandıran bölüm iken İspanya'daki krizden yüksek oranda etkilenmiş olmaktan memnuniyetsizler. İşsizliğin en yoğun olduğu Avrupa ülkesi imiş İspanya.
İşsizlik oranı bu denli yüksek, ekonomik kriz ayyuka çıkmışken bu şehre giden turistlere yapılacak en yerinde uyarı "hırsızlara dikkat!" olacaktır. Ben okuduğum her blogda bu uyarıyı gördüm ve Barselona'da bir şeyler çaldırmış arkadaşlarımın hikayelerini dinledim. Tüm kalabalık yerlerde turist rehberlerinin de ekiplerini hırsızlara karşı uyardığına şahit oldum. Lütfen siz de çok korkun, tedbirli olun.
Tedbir olarak kendime çok sıkı bir çanta seçmiştim, ben bile içinden paramı telefonumu zor alabiliyordum. Öyle telefonumu masada bırakıp sağıma soluma bakınayım demedim hiç; telefon elimde değilse çantama girdi, fermuar da sıkıca kapandı. Fotoğraf makinemin boyun askısını da kalabalıkta kaybolmaktan korkup annesinin elini sımsıkı kavramış küçük bir çocuk edasıyla tuttum. Ve zafer! Hiç bir şey çaldırmadan işte geldim burdayım!
Barselona'da Gezilecek yerler:

Barselona'da gezilecek yerler

Öncelikle bu şehrin başına gelmiş en güzel şeyle tanışalım: Mimar Antoni Gaudi! Gaudi bu şehri muhteşem sanatı ile süslemiş, aykırı bir mimari ile birbirinden güzel binalara imza atmış, şimdi bütün turistler oraları geziyor.
Art Nouveau olarak bilinen sanat akımının amacı, eserleri, eseri saran çevre ile uyumlu hale getirmekmiş. Bu sanatın öncülerinden olan Gaudi de eserlerinde hep doğadan esinlenmiş. İnsan oğlunun leğen kemiği, arı peteği, ağaç dalı ve gövdesi onun ilham kaynağı olmuş. Köşe ve kenarları olmayan kıvrımlı ve dalgalı görünümlere sahip bu farklı binalarda statiği sağlayabilmiş olmasının yanı sıra sanatsal bakış açısı onu bir dahi kılıyor ve Barselona'ya giden herkesi Gaudi hayranı yapıyor.
Gaudi'ye en büyük destek de yaşadığı dönemin en zenginlerinden olan Güel ailesinden geliyor. Güel ailesi için tasarladığı evler, parklar bugün Barselona'nın cazibe noktaları.
Görmeden dönülmemesi gereken Gaudi eserleri şu şekilde:
Sagra da Familia: Burası Barselona'nın simgesi, turizm ikonu, namı değer "bitmeyen kilise". Gaudi bu eserini yarım bırakıp hayata veda ediyor. Şu an kilisenin tadilatı bağışlar ile devam etmekte. 2026 yılında, Gaudi'nin ölümünün 100. yılında bitirilmesi planlanıyormuş. Haydi inşallah...

Sagra da Familia!
Kilisenin silüetine iş makineleri de dahil artık. Görünümü ıslak kum ile yapılmış kale şeklinde. Dışında öyle ayrıntılı figürler var ki; bir yerinde İsa'nın doğuşu anlatılıyor, bir yanda meyveler, öbür yanda gizemli sayılar var...

Sagra da Familia'nın dış cephesindeki figürlerin ayrı hikayeleri var...

Sagra da Famila

Sagra da Familia dış cephe detayları
Sagra da Familia'ya yürüyebileceğiniz gibi metro ile ulaşmanız da mümkün. Sagra da Familia adlı istasyonda tam önünde iniyorsunuz.
Kilisenin içine girmek için biletinizi mutlaka online alın. Yoksa en az 2 saat sıra bekleyeceğiniz garanti. Online biletli bölümde bile sıra var, neyse ki daha hızlı ilerliyor. Biletler kişi başı 20 euro.
İçerisi görmeye değer güzellikte... Binayı ayakta tutan kolonların her biri birer ağaç gövedesi. İçerinin ışıklandırlması ise çok özel, vitraylardaki ışık kırılmaları içeriyi müthiş ışık oyunlarına boğmuş...

Kolonlara dikkat

İçeride doğal bir aydınlatma ve ışık oyunları var
Bizim biletimiz kulelerden birine çıkmayı da içeriyordu. Kuleye asansör ile çıkıp, yürüyerek iniyorsunuz. Benim gibi bir yükseklik korkağının ne işi vardı kulede bilmiyorum, çok zor anlar yaşadım trabzansız daracık merdivende! Ama Olgun'a süper fotoğraflar çekme fırsatı sunduğu için iyi ki çıkmışız diyorum.

Casa Battlo ve Casa Mila (La Pedrera):


 Passeig de Gracia isimli lüks mağazaların bulunduğu alışveriş caddesinde Gaudi'nin yaptığı evler. Birbirlerine yürüyerek 5 dakika uzaktalar.
Casa Battlo'ya giriş 21 euro, Casa Mila'ya giriş ise 18 euro idi. Zamanım kıymetli olduğu için biletleri yine online aldım. Pahalı oldukları için ikisinden birini tercih edelim dedim ve hangisinin içine gireyim diye 1 iş günümü ziyan ettiğimi itiraf ediyorum. Sonunda Casa Mila'ya karar verdim. Battlo'da da aklım kaldı ama :)
Casa Battlo, çatısı bir balık sırtı olarak tasarlanmış, çok hoş, sıra dışı bir bina. İçinde mobilya yokmuş ama ayrıntılar muazzammış. Bir daha yolum düşerse içine gireceğim. Biz dışardan fotoğrafladık.

Casa Battlo

Casa Battlo'nun balık sırtı şeklindeki çatısı
Casa Mila veya La Pedrera olarak bilinen esere Taş Ocağı da deniliyor. Biz gittiğimizde buranın dış cephesi tadilattaymış. İçine girmeseydik dışarıdan da fotoğraflayamayacaktık, yani doğru seçim yapmışım, ohhh! Buranın çatısındaki bacaları çok efsane. Çatısında bir tur attık.

Dış cephe tadilatta olduğu için görseli Google'dan aldım

Darth Vader değil mi o?

Baca ve havalandırmanın sanatla buluşması
Burayı içinde mobilyalar var diye tercih etmiş olsam da mobilyadan çok duvarlardaki ayrıntılar, kapı pervazları ve pencere kulpları ilgimi çekti. Kapı koluna elinizi koyuyorsunuz, sanki sizin eliniz için tasarlanmış, tam ergonomik!

Park Güel: Barselona'da görmeden dönülmeyecekler listesinin zirvesinde. Lesseps metro durağında inip 15-20 dakika yürüdük. Bundan sonra gideceklere kötü haber, parkın anıtsal kısmı 2013 ekimden beri paralı ziyarette. Park Güel'in paralı olduğunu hiç bir blogdan okumamıştım, o anlamda bir hayal kırıklığı yaşadım. Biletler kişi başı 8 euro. Üstelik de o bölüme aynı anda en fazla 400 kişiyi alıyorlar. Biz saat 6'da orda olmamıza rağmen saat 19.30 için bilet alabildik. Bir buçuk saat parkın yeşil kısmında vakit geçirdik.

Parkın doğal alanında vakit geçirdik

Paralı bölüme girenleri izledik...
Kıvrımlı bankaların olduğu bölümde oturup fotoğraf çekilmek şart. Bu taştan banklarda Gaudi yine ergonomisini konuşturmuş, oturduğunuzda o kadar rahat ki, sanki sırtınıza yastık dayamışsınız.

Oturdum mu kalkmam artık ben!

Kıvrımlı taş bank kırık seramiklerden oluşuyor
Ağzından su akıtan bir başka Barselona simgesi renkli kertenkele de bu parkta!

Kertenkele ile başbaşa kalıp güzel bir fotoğraf çekilemedik maalesef

Park Güel




Park Güel aslında bir yerleşim projesi olarak tasarlanmış. Şu an İstanbul'da içinde yaşamayı çok sevdiğimiz (!) rezidanslar gibi zenginlerin yaşadığı bir site olacakmış. Ama işler yolunda gitmeyince içinde sadece 3 ev ve etrafındaki yeşil parkla turistik bir nokta olmuş. İçindeki evlerden birinde Gaudi yaşamış, ekstra ücret ödeyerek gezebiliyorsunuz. Zaten yıllardır bedava olan parka para ödeyip girmişiz, bir de Gaudi'nin evine ücretli girmeyi o anki psikolojimiz kaldırmadı, girmedik...

Park Güel içindeki iki sevimli ev: birisi müze, diğeri hediyelik eşya dükkanı
Bir de Palau Guel var, Gaudi'nin Güel ailesi için yaptığı "saray". Biz buna girmedik.
İlk önce duyup da inanmadığım, sonra hediyelik eşyacılardaki çocuk kitaplarında okuyunca inandığım bir ölüm hikayesi var Gaudi'nin. 1926 yılında 74 yaşındayken  Gaudi'ye tramvay çarpıyor. O sırada Sagra da Familia kilisesinin inşaatı devam ediyor ve kendisi de kilisenin inşaatında bilfiil çalıştığı için üzerindeki kıyafetler eski püskü ve kirli. Tramvay kazasında kimliği tespit edilemiyor ve devlet hastanesine kaldırılıyor. Çarpılan kişinin ünlü mimar Gaudi olduğu anlaşılınca şehrin ileri gelenleri onu özel kliniklere taşımayı teklif ediyorlar fakat Gaudi bunu kabul etmiyor, "benim yerim burasıdır" diyor. Maalesef Gaudi kurtarılamıyor ve bu olay Barselona tarihinde kara bir leke olarak kalıyor.
Sanattan bahsetmişken bir de Picasso'ya değinelim. Hayatının belli bir dönemini Barselona'da geçirmiş olan Picasso'nun bir müzesi var El Born bölgesinde. Bileti yine online aldık, 11 euro. Picasso'nun gelişim evrelerini çok rahat izleyebileceğiniz bir müze burası. 14 yaşında çizdiği manzara resimleri yıllar geçtikçe kendini uçuk, sürrealist çizgilere bırakmış.
Sanatı bir yana bırakıp sokaklara dalalım...






Barselona'nın önemli muhitleri
La Rambla caddesi Barselona'nın can damarı... Bizim İstiklal Caddesi gibi, akın akın insan. Ama yaşayan bir cadde burası, üzerinde hediyelik eşya büfeleri, canlı heykeller, sokak sanatçıları var. Gezmesi günün her saati keyifli.

La Rambla 1,5 km uzunluğunda bir cadde, bir ucunda Placa De Catalunya adı verilen meydan var. Burayı da Taksim Meydanına benzetebiliriz. Bir çok metro hattının birleşim noktası olan, Katalanların protestolarını gerçekleştirdikleri bu meydan, adeta Barselona'nın merkez noktası. Hard Rock Cafe de burada.

Placa de Catalunya, Katalunya Meydanı
Katalunya Meydanı'ndan La Rambla'nın devamı gibi olan Rambla De Catalunya caddesine ulaşıp gezebilir, yemek molası verebilirsiniz. Veya Barselona'nın en lüks mağazalarının olduğu, Bağdat Caddesine benzetebileceğimiz Passaig De Gracia caddesine bağlanabilirsiniz.
La Rambla'nın diğer ucu ise denize yakın bir noktada Christoph Colomb heykelinin olduğu meydana dayanıyor. Buraya yakın metro durağının adı Drassanes.
La Rambla Caddesi üzerinde atlanmaması gereken yerlerden biri resmi adıyla Mercat de Saint Josep ama bilinen popüler ismiyle "La Boqueria" denilen pazar. Yüzünüzü denize döndüğünüzde La Rambla'nın sağ kısmında kalıyor. Pazar günleri kapalı olduğunu hatırlatalım. Burada envai çeşit meyve, sebze, deniz ürünü, et ürünleri satılıyor. İçerisi inanılmaz kalabalık. Meyve veya meyve sularınızı alıp gezmeye devam edin.

Boqueira

Soyulup dilimlenmiş meyvelerden almadan çıkmak yok

Yo yo, Urfa değil, Barselona!
La Rambla'nın ortalarında sol tarafta kalan Carrer de Colom adlı sokaktan içeri girdiğinizde en güzel meydanlardan birine çıkıyorsunuz: Plaça de Reial. Burayı mimari açıdan Küba'ya benzetmiş bir çok kişi. Palmiyelerin ve fıskiyelerin süslediği kalabalık bir meydan burası. Sokak lambalarının da Gaudi tarafından tasarlanmış olduğunu bilmekte fayda var. Meydan etrafında bir çok restoran ve cafe mevcut.

Placa Reial

Gaudi tarafından tasarlanan sokak lambaları La Rambla'da yüzünüzü denize dönünce solda kalan bölüm "Barri Gotic" yani Gotik Semti. Buradaki sokaklarda kaybolmak büyük zevk. Bir çok hoş dükkan, minik kafe, dar sokak, sevimli ev, sokak sanatı, vintage butikler var. Bir de Katedral var ihtişamlısından... Carrer de Ferran en hareketli caddesi, ama ara sokaklar daha görmeye değer.


Barselona Katedrali

La Rambla'nın sağ tarafında ise El Raval denilen bir mahalle var. Ben burada en çok Bonsucces isimli sokağı sevdim.

Barselona'da evler
Gotik mahalleden denize doğru indiğinizde ise El Born muhitine ulaşıyorsunuz. Direk El Born'a gitmek için Jaume I metro istasyonunda inilebilir. Bu bölge de gençlerin bayılacağı kafelerin, barların, gece hayatının, alışveriş imkanının da olduğu hareketli bir yer. Yine dar sokaklar hakim.

Bir gece değil, her gece El Born'a uğradık


La Rambla'nın deniz tarafındaki ucu olan Colomb heykeline ulaştığınızda karşınızda Port Vell de diye adlandırılan Barselona marinası var. Limanda yürüyüp liman üzerindeki Maremagnum alışveriş merkezinin kafelerinde mola verebilirsiniz. Burada çok büyük bir akvaryum varmış, biz gezmedik.


Port Vell'den deniz kenarında yürümeye devam ederseniz Barceloneta muhitine ulaşıyorsunuz. Buraya Barceloneta isimli metro durağında inerek de ulaşabilirsiniz. Barceloneta en güzel yerlerden biri, tam yazlık havasında. Deniz kenarında kafelerde oturup bir şeyler içebilir, kaykay veya bisiklet binebilirsiniz. Alışveriş yapabileceğiniz standlarda ev yapımı Katalan lezzetlerini tadabilirsiniz.

Standlarda ev yapımı yiyecekler, el yapımı objeler, 2. el hoş eşyalar vardı

Biz plajı baştan başa yürüdük. Dondurma yedik, eğlenen, kitap okuyan, güneşin keyfini çıkaran Barselonalıları ve turistleri izledik. Buradaki sokak sanatçılarının uzmanlık alanı kumdan heykeller yapmakmış. Kumdan yapılmış işeyen çocuk ile tanıştık...

Yazın bu bölgede denize girilebiliyormuş ama temiz bir deniz hayal etmemeliymişiz.
Plaça Espanya, İspanya Meydanı bizim otelimizin bulunduğu yerdi. Bu meydan da görmeye değer güzellikte ve Montjuic Tepesi'ne çıkış noktası olması açısından önemli.

Plaça Espanya. Arkadaki kuleleri Venedik'te de görmemiş miydik? Öğreniyoruz ki oradan esinlerek yapılmışPlaça Espanya'daki Arena alışveriş merkezi boğa güreşlerinin yapıldığı "arena" olarak tasarlanmış. Belki de eskiden arena idi, bilemiyorum. Alışveriş merkezinin üst katından manzara izlemek iyi fikir. Avm'nin dışında yapılmış bir asansör ile terasa çıkmak için 1 euro vermeniz gerekiyor, oysa avm nin içine girip yürüyen merdivenlerle terasa çıkarsanız para ödemiyorsunuz. Biz yedik o turist kazığını, siz yemeyin aman diyim...

Arena Alışveriş Merkezi
Buradan görünen tepede (Montjuic Tepesi) Museu Nacional D'Art de Catalunya (MNAC),  yani görsel sanatlar müzesine rahatlıkla yürüyebilirsiniz. Müzenin önündeki Magic Fountains (La Font Magica) isimli havuzda, renkli ışıklı ve müzikli su gösterileri yapılıyor. Sezona göre gösterilerin günleri değişiyormuş. Yaz döneminde akşam 9'dan itibaren yarım saatte bir, kışın ise akşam 7-9 arası yapılıyormuş. Biz Cumartesi ve Pazar günleri otele giderken uzaktan görüp "yarın mutlaka oraya gidelim" dedik, meğer pazartesi ve salı günleri gösteri olmuyormuş. Kaçırdık!

Müze ve önünde Magic Fountains fıskıyeleri

Montjuic tepesinde Montjuic kalesi, olimpiyat köyü, Joan Miro eserlerinin sergilendiği müze diğer görülecek yerlerden. Tepeye Placa Espanya'dan yürüyerek çıkılabildiği gibi teleferikle de çıkılabiliyor. Bence teleferik süper bir opsiyon.
Her ne kadar Endülüs bölgesine ait bir dans olsa da Barselona'ya gelmişken bir Flamenko şovu da izlenmeli. Araştırmalarım sonucu 2 mekan öne çıkıyordu.

1- Los Tarantos: Plaça Reial'de, giriş 10 euro, içecek dahil değil. Yarım saat süren bir şov.

2- Palau Dalmases: El Born'da, Picasso Müzesi karşısında. Giriş 20 euro, 1 içki dahil. Şov 1 saat sürüyor.
Trip advisor'da daha yüksek puan aldığı için Palau Dalmases'i tercih ettik. Ortamı çok güzeldi, hoş fotoğraflar çektik. Şovlar gecede 2 kere yapılıyordu, 19.30 ve 21.30. Turistlerin yoğun bulunduğu bir tarihte gittiyseniz 1 gün önceden yer ayırtmakta fayda var. Haftaiçi daha müsait oluyor anladığım kadarıyla.

Barselona'da yapılacak listesinin sonuna da Camp Nou'yu ekleyelim o halde. Bu madde bana göre son, bir çok kişiye göre ilk sırada olabilir. Biz futbolla ilgilenmediğimiz halde merak edip gittik. Biletleri yine internetten almıştık, giriş 23 euro. Son derece pahalı!
Boş stadı geziyorsunuz, tribünlere çıkıyor, basın tribününe oturabiliyorsunuz. Misafir takımların soyunma odasını geziyor, dua ettikleri minik kiliseyi görüyor, tezahuratlar eşliğinde stada iniyorsunuz.

Ha güzel mi, güzel... Ama bence futbolla ilginiz yoksa çok da değmez... Ben şahsen Messi'den başka oyuncu bilmeyen biri olarak iyi ki gitmişim diyemedim.
Dünya kupası ile foto çekilmek de var, ama fotoğrafı para ile satıyorlar
Meraklıları için Barselona forma fiyatlarını yazayım, isim yazmayan formalar 85 euro iken, arkasında Messi yazan formalar 105 euro idi.

Barselona'da Yeme İçme:
Barselona'da yemek denince akla tapas ve paella geliyor. Meşhur içkisi ise sangria...


Tapas: Atıştırmalık, paylaşımlık küçük mezeler diyebiliriz. Kanepe şeklinde veya meze görünümlü olabiliyorlar. Kendi aralarında alt sınıfları olsa da biz turist olarak tüm minik porisyonlara tapas deyip geçebiliriz. Çoğu yerde ekmek üzerine çeşitli malzemeler konulup kürdan batırılıyor. Ve restoranın barına diziliyor. Ordan seçip yiyorsunuz. Bazı yerlerde menü var fiyatların yazdığı, bazı yerlerde kürdanları sayarak fiyatlandıyorlar. 2-4 euro arası değişiyor tapas fiyatları.

Tapas dedikleri...
Paella: Genelde deniz ürünleri ile bezenmiş, sarı, turuncu veya esmer renkte pilav. Kendine özgü siyah bir tenceresi var. Her yerde yemeyin diyorlar, çok yağlı ve kötü olabilirmiş.

Paella
Sangria: Şarapla yapılan, içinde meyve parçaları olan, tatlı ve lezzetli içecek. Genelde kırmızı şarapla yapılıyor fakat Barselona'ya özgü beyaz köpüklü şarap olan "cava" ile yapılanı da var. Ona da Cava Sangria deniliyor. 1 litresinin fiyatı 10-20 euro arasında değişiyor.

Sangira

Cava Sangria

Ha bir de Patatas Bravas var bu yöreye özgü. Fırında patatese döktükleri sosu çok beğendiğim için her yerde yedim :) Döndüğümde almış olduğum 1 kilonun sorumlusudur.
Bizim yediğimiz yerler şunlardı:

Tapa tapa: Restoranlar zinciri, bir çok yerde görebilirsiniz. Tapasları fena değil, fiyatları süper ucuz olmasa da zincir olduğu için gönül rahatlığı ile oturup yedik. Hesap 2 kişi için toplam 25 euro geldi
.
Txirimiri: El Borne bölgesinde tesadüfen bulduğumuz bir restoran. Burada tapaslar 1.5 euroydu. Yediklerimiz de güzeldi genelde. İçecek olarak Cava Sangria istememiz üzerine ikram edilen muhteşem içki neydi bilmiyorum ama gayet etkiliydi. 2 bardak içtik ve otele dönerken şarkılar söylüyorduk. İçki de 2.5 euro filandı. Uygun fiyatlı bir yer olarak notunuzu alınız.

La Mar Salada: Burası Barceloneta'daydı. Turistik bir bölge olmasına rağmen paellasının iyi olduğunu bir yerde okumuştum. Burada içtiğimiz cava sagria daha farklıydı. Paella evet güzeldi belki ama fiyat olarak en yüklü hesabı ödediğimiz yer burası oldu. Paellayı tek porsiyon söyleyemiyorsunuz, 2 porsiyon da 36 euro ediyor. Bir sürahi sangria ve bir başlangıç tabağı ile toplam 65 euro ödedik. Bence gereksiz pahalıydı.

Paella için 7 Portes diye bir yer öneriyorlar. Pazar gecesi tesadüfen önünden geçtik ve yer ayırtmaya çalıştık, pazartesi ve salı günleri için dolularmış. O derece popüler bir yer. Ama akşam 7-8 arası rezervasyonsuz da gidilebilirmiş.

Ciutat Comtal: Burası ve buranın diğer şubesi olan Cerveceria Catalana'yı defalarca yokladık. Her seferinde mi dolu olur, insanlar dışarılara taşar arkadaş! Millet buralarda yemek için yarış halindeydi. En son gün Ciutat Comtal'dan yer bulabildik ve eşsiz tapas tecrübesini yaşayabildik. Gerçekten güzelmiş, kesin gidin, süper! Yeri Rambla de Catalunya caddesi üzerinde. Birer bira ile yediğimiz tapaslar toplam 33 euro tuttu.

Piscolabis: Yine Rambla de Catalunya caddesinde bir mekan. Ciutat Comtal'da yer bulup oturamadığımız günlerden birinde burada yemiştik. Burası da güzeldi. Sanırım ben tapas olayını baya sevdim, beğenmediğim bir yer olmadı. Burada hesap 25 euro geldi.
Milk: Gotik Mahalle'de ünlü bir brunch mekanı, çok popüler bir yer. İç dizaynı çok hoş. Ben içinden domuzu çıkarılmış Monte Cristo yedim, Olgun ise Solmon Eggs Benedict yedi. Burayı da çok sevdik. Hesap 20 euro

Pans&Company diye bir fastfood zinciri var. Acelemizin olduğu bir gün öğlen yemeği için uğradık. Yediğimi pek beğenmesem de kişi başı 6 euro ya doyduğumuz için öğrencilere önerebileceğim bir mekan. Belki siz daha başarılı bir sandiviç seçmeyi başarırsınız.

Barceloneta'daki Maka Maka isimli kafe de renkli sandalyeleri ile bana Kaş'taki Mavi Barı hatırlattı. Beğendim!
Otelimize çok yakın olan Arena alışveriş merkezinin alt katında kahvaltımızı yaptık bir kaç gün. Kişi başı 5-6 euroya fazlasıyla doymak mümkün.

Barcelona'da alışveriş:

Alışveriş La Ramba üzerinde, Gotik mahallesinde, Portal de l'Angel caddesi üzerinde, ara sokaklarda her yerde...
La Rambla'nın sağ tarafındaki Bonsucces caddesi üzerindeki Bonsucces isimli tuhafiye dükkanı çok hoştu. Yine bu caddedeki Ale Hop adlı mağazadan güzel aksesuarlar aldım. Yelpaze, su geçirmeyen iphone kılıfı, gözlük kabı gibi... Meğer Ale Hop bir mağazalar zinciriymiş, siz de görürseniz dalın.

Gotik bölümde Carrer dels Boters sokağındaki Art Montfalcon yine gezmesi çok hoş bir hediyelik eşyacı.Passaig de Gracia caddesi lüks alışveriş sunduğu için çok ilgimi çekmese de Casa Mila'nın yanındaki Vinçon isimli mağazada her bütçeye uygun tasarım objeler satılıyordu.
Bunlar harici, Zara, Bershka, Stradivarius, Mango, Desigual, H&M gibi markalar her yerdeydi.
Biz 5 gece, 4 tam gün kaldık Barselona'da. İlgi alanınıza göre 3 tam günde şehri bitirip 4. gün şehir dışına çıkabilirsiniz. Biz 4. gün de şehri yaşayalım, alışveriş yapalım istedik. Çok da yorgun olduğumuz için başka yere gitmeye uğraşmadık.
Barselona'da son günümüz 23 Nisandı, St Jordi günü olarak kutlanıyormuş. Zaten bir kaç gün öncesinde de şehirde bir tatil havası hakimdi, dükkanlar kapalıydı. St Jordi gününde herkes birbirine gül veya kitap verirmiş. Biz gül satanları gördük hep. Bir nevi sevgililer günüymüş sanırım. Hikayesini de araştırıp yazarsam bu yazının sonu gelmeyecek diye korkuyorum....


29 MART 2017 (ÇARŞAMBA )
(BARCELONA- BRUSSELS)/ RYANAIR











Brüksel Gezilecek Yerler



Belçika’nın başkenti olan Brüksel gezilecek yerler konusunda diğer Avrupa şehirleri kadar zengin olmasa da birkaç günlük Brüksel gezisi için çok güzel gezilecek yerlere sahip. Avrupa Birliği’nin en önemli şehri olan Brüksel’e ister ülkemizden düzenlenen Benelux turları ile isterseniz de bireysel olarak gidiyor olun gezi öncesinde araştırma yapmanızda fayda var. Brüksel gezisi öncesinde yapacağını ufak bir araştırma ile çok daha eğlenceli vakit geçirebilirsiniz. Bu arada eğer Brüksel’de otelinizi kendiniz ayarlayacaksanız Brüksel’de Nerede Kalınır? başlıklı yazımda şehirde konaklama ile ilgili genel bilgileri ve tüm otel tavsiyelerimi bulabilirsiniz.


Benelux ülkelerinin önemli şehirlerinden olan Brüksel gezilecek yerler konusunda çok zengin bir kent olmasa da 1-2 günlük geziler için eğlenceli bir gezi alternatifi. Avrupa ülkeleri arasında gerçekleştirilen hızlı tren sefer seferleri ile Paris, Amsterdam, Lüksemburg gibi önemli şehirlerden Brüksel’e kısa bir sürede ulaşabilirsiniz. Ülkemizden düzenlenen Belenux turlarında Brüksel’e 1 gecelik süre ayrılıyor. Eğer gezinizi kendiniz organize ediyorsanız 1 ya da 2 gece konaklamalı bir zaman Brüksel’de yer alan tüm önemli yerleri gezip görmek için bana göre yeterli. Sayfa boyunca Brüksel’de gezip görmeniz gereken en önemli gezi noktalarını inceleyebilirsiniz. Listede adı geçen yerler hakkında detaylı bilgi almak için başlıklara ya da fotoğraflara tıklayabilirsiniz.


1. Grand Place

Gece gündüz her zaman hareketli olan Grand Place, Brüksel’in en önemli ve hareketli meydanı. Hotel Ville, kral evi olarak bilinen Maison du Roi, Le Renard lonca evi, Ağustos ayında 5 günlük bir sergide düzenlenen “Tapis de Fleurs” çiçek halısı burada görebileceğiniz en önemli yerlerden. Meydan çevresinde birçok kafe, restoran ve hediyelikçi bulunuyor.


2. Hotel de Ville

Grand Place Meydanı’nda yer alan Hotel de Ville, 13. yüzyılda Gotik tarzda yapılan önemli bir yapı. Günümüzde komün meclisi olarak kullanılan yapının bazı kısımları kraliyet ailesinin düğün gibi özel günlerinde kullanıma açık. 96 metre uzunluğundaki kule, Hotel de Ville’in en dikkat çekici kısmı.

3. Manneken Pis


Manneken Pis ya da bizim daha çok kullandığımız tabirle İşeyen Çocuk Heykeli, Brüksel’in en ünlü simge yapısı. Grand Place Meydanı’na yakın bir konumda yer alan 17. yüzyıl yapımı ufak heykel dünya çapında üne sahip. 61 cm uzunluğundaki heykelin çok ciddi bir özelliği olmasa da şehrin en ünlü noktası olmasından dolayı mutlaka görülmeli.

4. Atomium

Atomium, Brüksel’in bir diğer ünlü simge yapısı. Sahip olduğu sıradışı tasarım ile Brüksel gezilecek yerler listemizin en ilginç gezi noktalarından. 1958 yılında Dünya Fuarı için inşa edilen yapı demir kristalinin 165 milyar kez büyütülmüş halinin tasvir edilmiş hali. 18 metre çapında 9 bölümden oluşan Atomium çok çeşitli amaçlarla kullanılıyor. Yapının gece ışıklandırması ise ayrı güzel.

5. Mini Europe

Mini Europe, Avrupa’nın en ünlü minyatür parklarından biri. İstanbul’daki Miniatürk’ün biraz daha gelişmiş hali diyebileceğimiz parkta 1:25 ölçekli toplam 350 adet minyatür yapı sergileniyor. Avrupa’daki ünlü yapılarından minyatürlerinin sergilendiği park büyük küçük her yaştan gezginin eğlenceli vakit geçirebileceği bir yer.


6. St. Michael ve St. Gudula Katedrali

12. yüzyılda yapılan ve 1962 yılında katedral ünvanına kavuşan St. Michael ve St. Gudula Katedrali, Brüksel’in en ünlü dini yapılarından biri. Gotik mimari özellikleri kullanılarak yenilenen katedralde kraliyet ailesinin düğün ve cenaze merasimlerinin düzenleniyor.
7. Belçika Kraliyet Sarayı

Palace Royal ya da Türkçe karşılığı ile Belçika Kraliyet Sarayı, Brüksel’in bir diğer önemli yapısı. Brüksel Park’ın önünde bulunan Place Royale yakınında bir meydan ve Palace of Nation federal parlamento binası bulunmaktadır. Kraliyet ailesi günümüzde burada değil de Brüksel merkezine uzak bir noktada olan Laeken Kalesi’nde yaşamaktadır.
8. Belçika Karikatür Müzesi


Belçika Karikatür Müzesi, şehrin en ünlü müzelerinden birisi. Çizgi roman ve karikatür odaklı müzede, karikatürün yaradılışı, gelişimi ile ilgili çalışmaların yanı sıra Brüksel kökenli sanatçıların çalışmaları, 1929 – 1960 yılları arasında karikatürün gelişimi, kitap kapaklarında kullanılan çizimler gibi eserleri görebilirsiniz. Ten Ten ve Şirinler ile ilgili objeler, müzenin en dikkat çekici yerleri.


9. Kraliyet Güzel Sanatlar Müzesi:

Belçika Kraliyet Güzel Sanatlar Müzesi ya da orijinal adı ile Musees Royaux des Beaux Arts, Brüksel’in önemli müze ve sanat galerileri arasında yer alıyor. Otto’nun Adaleti, Yas, İkaros’un Düşüşü, Aziz Livinus’un Şehit Olması, Burgonyalı Antony’in Portresi ve Aziz Sebastianus’un Şehit Olması bu müzede sergilenen önemli eserlerden.

10. Müzik Enstrümanları Müzesi

Müzik Enstrümanları Müzesi, Brüksel’in ilginç ama önemli müzelerinden. Yaklaşık 9000 adet müzik aletinin sergilendiği müzenin en önemli bölümleri arasında, mekanik enstrümanlar, yaylılar, Rukers Ailesi tarafından üretilen 16. ve 17. yüzyıllardan kalma klavsenler ve etnik enstrümanlar bölümleri yer alıyor.


11. Cinquantenaire Parkı

Brüksel’in en önemli parklarından olan Cinquantenaire Parkı, Belçika’nın özgürlüğün 50. yılı anısına yapılmış sade bir park. 30.000 hektarlık bir alan üzerine 1880 yılında kurulan park içerisinde bahçeler, gölcükler, şelaleler, bitki çeşitleri ve değerli eserler bulunuyor.

12. Autoworld

Brüksel’de yer alan bir diğer dikkat çekici müze olan Autoworld‘de Avrupa ve Amerika kökenli yaklaşık 400 adet araç sergileniyor. Mercedes, BMW, Packard Old Mobile, Renaults, Ford ve Bugatti gibi markaların ünlü modellerini görebileceğiniz müzede eğlenceli vakit geçirebilir, burada yer alan hediyelikçiden araçların minyatürlerini satın alabilirsiniz.

13. Kraliyet Silah ve Askeri Tarih Müzesi

Belçika Kraliyet Silah ve Askeri Tarih Müzesi (Musee Royal de l’Armee et d’Histoire Militaire), içerisinde Belçikalı askerlere ait eşyalar, savaşta kurşunlarla yırtılmış bayraklar, 14. ve 15. yüzyıldan kalma el yapımı silahlar, tank ve diğer savaş araçları, II. Dünya Savaşı’ndan kalma savaş uçaklar sergileniyor.

14. Saint Jacques sur Coudenberg Kilisesi

Saint Jacques sur Coudenberg, Brüksel’in en etkileyici kiliselerinin başında geliyor. Place Royal Meydanı’nda, Kraliyet Sarayı’na yakın bir konumda yer alan mevcut kilisenin inşası 1775 yılında mimar Gilles Barnabe Guimard ve tasarımcı Jean Benoit Vincent Barre ile başlamış.

15. Brüksel Oyuncak Müzesi

1850’lerden günümüze ayılar, arabalar, bebekler, minyatürleri, atlıkarıncalar gibi birçok oyuncak ile zengin bir koleksiyona sahip olan Brüksel Oyuncak Müzesi (Musee de Jouet), büyük küçük her yaştan için Brüksel gezisi boyunca uğranılabilecek güzel bir gezi noktası.
16. Horta Müzesi

Mimar Victor Horta’ya ithaf edilen Horta Müzesi, Brüksel’de gezip görebileceğiniz bir diğer ünlü müze. 20. yüzyılın başında ortaya çıkan “yeni sanat” akımı ile ilgili olan müze, mimarin kendi evinde oluşturulmuştur.

17. Notre Dame de la Chapelle

Notre Dame de la Chapelle, Brüksel’deki bir diğer önemli kilise. 1134 yılında Godfrey I. Leuven tarafından kurulan kilisenin günümüzde görünen bölümlerinin büyük bir kısmı 13. yüzyıldan kalma.

18. Basilique Nationale du Sacre-Coeur

Basilique Nationale du Sacre-Coeur, Brüksel’de çok eski bir tarihe sahip olmamasına karşın gezilmesi gereken önemli dini yapılardan. 1905 yılında yapımına başlanan bazilikanın inşası 1970 yılında tamamlanmış.
Boutique Hotel Saint-Géry Brüksel’de konaklama yapabileceğiniz güzel bir tesis.
The Dominican, Boutique Hotel Saint-Géry, Rocco Forte Hotel Amigo, Aparthotel Adagio Brussels Centre Monnaie ve Radisson Blu Royal Hotel Brussels listemizdeki en dikkat çeken otellerden. Brüksel’de konaklama yapabileceğiniz bölgeler hakkında detaylı bilgileri ve daha fazla otel tavsiyelerimi Brüksel’de Nerede Kalınır? başlıklı yazımda bulabilirsiniz.




Brüksel (Fransızca: Bruxelles, Felemenkçe: Brussel), Belçika'nın başkentidir. Belçika'nın üç federal bölgesinden biri olan Brüksel Bölgesi'nin başkentidir. Birkaç yüzyıl önce bataklığın kurutulması sonucu ortaya çıkmış bir şehirdir. Adı bataklığın içindeki yerleşim yeri anlamına gelir. Brüksel büyükşehrine bağlı 19 belediyenin (Fransızca: Communes, Felemenkçe: Gemeenten) toplam nüfusu 1.050.000'dir. Büyükşehrin bir parçası haline gelmiş civar belediyelerin nüfusu ve gün içinde işleri için Brüksel'e gelenlerin (Brüksel'de çalışan nüfus) miktarı da göz önüne alındığında toplam kapsamlı nüfusun birkaç milyona çıktığı hesaplanmaktadır.

Avrupa Birliği'nin 3 ana kurumu olan AB Komisyonu, AB Bakanlar Konseyi ve Avrupa Parlamentosu içinde ilk ikisinin resmi organlarının büyük çoğunluğu Brüksel'de yerleşiktir. Sonuncusu Avrupa Parlamentosu ise Strazburg ile dönüşümlü olarak Brüksel'de çalışmalarını yürütmektedir. Bunlara bağlı ve bunlarla ilgili irili ufaklı yüzlerce kuruluş da dikkate alındığında Brüksel, bu sebeplerden AB veya Avrupa başkenti olarak gösterilir. Ayrıca NATO Merkez Karargahı da Brüksel'dedir.

Nüfusun çoğunluğunun ana dili Fransızca'dır (%80). Brüksel kökenli veya Brüksel'e Flaman bölgesinden gelmiş ve Felemenkçe konuşan bir azınlık da bulunmaktadır (20%). Bu yönden Brüksel (aslen bir Flaman şehri olmasına rağmen) bir Flaman denizinin ortasında bir Fransız adası gibidir. Bu demografik özelliğe rağmen Brüksel'de iki resmi dil Fransızca ve Felemenkçe'dir ve hukuken eşit ve her alanda zorunludur.

Belçika vatandaşlığını edinmek diğer AB ülkelerine kıyasla çok daha kolay olduğu için 1960'lardan itibaren kaydadeğer bir yabancı kökenli nüfus da Brüksel'e yerleşmiştir. Başlangıçta genellikle vasıfsız göçmen işçi olarak gelen bu kuşak ve ardından ikinci ve üçüncü nesiller içinde, başta Faslı Araplar, ardından, aşağı yukarı denk sayıda, çoğu Emirdağ, Afyon kökenli Türkler ve eski bir Belçika sömürgesi olan Kongo'lu Afrikalılar köken sıralamasında ilk üçü oluşturmaktadırlar. 1970'lerden itibaren özellikle AB resmi kurumlarının sağladığı iş imkânları nedeniyle yabancı kökenli nüfusa, AB ülkeleri kökenli ve daha kalifiye bir topluluk da eklenmiştir ve sayıları artmaktadır.
Brüksel nüfusuna bu yollarla dahil olmuş yabancı kökenlilerin toplam nüfusun %28.5'ini oluşturduğu hesaplanmaktadır. İstanbul ile benzerlikler arz eden bu süreç sonrasında son 30-40 yılda Batı Avrupa'da nüfus, kültür ve mimari yapısı Brüksel kadar değişmiş kent yoktur denilebilir. Bu süreç içinde bir gettolaşma da doğmuş, yerli Brükselliler belli semtlerde ağırlıklarını muhafaza eder, buralara adeta 'çekilir'ken, Faslı, Türk ve Afrikalı semtleri ve bir AB kurumları ve çalışanları mahallesi oluşmuştur.

Brüksel Gezisi / Belçika

Bu sefer size Avrupa Birliği’nin ve çikolatanın   başkenti Brüksel ile ilgili birşeyler yazacağım. 4 günlük bir Brüksel Gezisi planı bu şehir için yeterli olacak ve sizi mutlu edecektir..
İstanbul’dan Brüksel’e Türk Hava Yolları ile 3 saat 25 dk da gidebiliyorsunuz. Günde karşılıklı olmak üzere ortalama 5-6 sefer düzenleniyor.


Brüksel Gezisi için herzamanki gibi kısa notlarla başlayalım;

•             Brüksel Para birimi Euro ( EUR )
•             İstanbul Brüksel Saat farkı: Bizden 1 saat geride,
•             Brüksel Uçuş süresi : 3:25 saat,
•             Brüksel Havalimanı merkez mesafesi tren ile 12dk. ( 8.5 EUR)
•             Havalimanı – Merkez : Taksi ile (40 EUR)
•             Gezmek için max 2 gün yeterli.



Bildiğiniz gibi Belçika denilince akla ilk Çikolata ve bilimum resmi kurum gelir. Hani hep denir ya Ankara başkent olmasaydı köy olurdu diye, Brüksel için de aynı şeyi söyleyebiliriz aslında.
Brüksel küçük, tarihi ve keyifli bir şehir izlenimi yarattı bende. Bir Avrupa gezisi esnasında yolunuzun üzerine denk getirebileceğiniz merkezilikte, geçerken uğradım iyiki uğramışım diyebileceğiniz güzellikte bir şehir. Benim Brüksel ziyaretinizle ilgili önereceğim şey; 1 haftalık bir gezi planı ile Brüksel, Brugge, Amsterdam, Lüxemburg’u rahatça gezebilirsiniz. Bu yazdığım şehirlerin hepsi tren ile Brüksele 1 saat, araba ile 2 saat mesafede. Yani bu anlamda Brüksel konum itibariyle gezginlere çok yarayan bir şehir.
Gelelim şehir notlarımıza;

Şehre indiğimde ilk tespitim, bu şehirde kimse kimseye benzemiyor. Neredeyim ben acaba? hissi oldu. Brüksel Dünya’nın en kozmopolit şehirlerinden biri. Neredeyse tüm milletlerden insanlar bu şehirde yerleşik bir biçimde yaşıyor ve bu da şehrin insan karakteristiğini çok etkiliyor. Hani iddia ediyorum, gözünüz kapalı bu şehre sizi bıraksalar, nerede olduğunuzu asla tahmin edemezsiniz
  
Brüksel Gezilecek yerler;

•             Grand Palace
•             Royal Palace ( Kraliyet Sarayı )
•             Manneken Pis ( İşeyen çocuk heykeli )
•             Chocolate Museum ( Çikolata Müzesi )
•             Atomium
•             Mini Europe

Mutlaka Yapılması Gereken Şeyler;

•             Waffle
•             Butik kahvecilerde bir kahve
•             Tabiki çikolata tadımı ve alışverişi
•             250 çeşit biradan zevkinize göre tadım
•             Midye ve patates kızartması,
•             Deniz ürünleri, özellikle Somon
•             Bol bol yürüyüş

Bu yazdığım yerlerden sadece Atomium ve Mini Europe merkeze biraz uzak durumda. Geri kalan tüm noktalar maksimum 5dk yürüyüş mesafesinde olduğu için rahatlıkla ve kısa sürede hepsini ziyaret edebilirsiniz.

Bunların yanında parlamento bölgesi denen Avrupa Birliği ve diğer uluslararası kurumların bulunduğu bölgeyi de görmenizi tavsiye ediyorum. Turistler için bu bölge de ilgi çekici olabilir.
Brüksel’de birçok Avrupa ülkesinde olduğu gibi tren ve metro ulaşımı gayet rahat. İstediğiniz yerlere bu şekilde ulaşabilirsiniz. Özellikle havalimanı ulaşımınız için muhakkak treni tavsiye ediyorum. 12 dk. da merkeze gelebiliyorsunuz. Aynı yolu taksiyle 40dk kadar sürede alabilirsiniz.

Otelinizi de merkezde ayarlarsanız şehri gezmenizde çok pratik olacaktır. Ben Thon Hotel’de kaldım. Merkezde bulunan bir iş oteli. Basit, kullanışlı ve merkezi bir otel. Size de tavsiye ederim. Kahvaltıda yiyecek birşeyler bulabiliyorsunuz  .

Aslında şehrin benim en çok beğendiğim yanı sokakları oldu. Özellikle Grand Palace bölgesindeki ara sokaklarda ilginç manzaralara rastlayabiliyorsunuz. Tarih, sanat, etnik her yönüyle dopdolu bir şehir Bruksel. Sokaklardaki dükkanların birçoğu çizgiroman gibi süslenmiş çikolata dükkanları ile bezenmiş. heryerden bir çikolata, waffle ve kahve kokusu alıyorsunuz. Bu da insanı yürürken bile mutlu etmeye yetiyor.

Şehirde size tavsiye edeceğim bir yer de Balıkçılar sokağı. Grand Palace yakınında yer alan bu sokak aynı Taksim Nevizade gibi sağlı sollu balıkçıların yer aldığı bir sokak. Kendinizi yabancı hissetmeyeceksiniz yani

Burada Bruksel denince akla gelen bir diğer şey olan meşhur midyelerden yiyebilirsiniz. Midyeler resimdeki gibi yaklaşık 40 tane döküm bir tencerede geliyor. İçindeki sosu siz seçiyorsunuz ve yanında gelen patates kızartmasıyla afiyetle yiyorsunuz. Biz Bruksel’in Dünyaca ünlü mekanı olan Leon’a gittik. Bu tabağın maliyeti 25 EUR. çok ucuz sayılmaz ama her gün de yemiyorsunuz ya değil mi 

Size küçük bir ipucu olsun. Pazar günleri akşam 18:00 den sonra midyeyi sınırsız yiyebiliyorsunuz. Ama yiyebilene tabiki. malum sonra sıkıntı yaratabilir

Grand Palace

Bu meydan için, gördüğüm en iyi meydanlardan diyebilirim. 4 tarafı harika mimarisi olan binalarla çevrili ve gerçekten muhakkak görülmesi gereken bir meydan. Meydanda yer alan kafelerde oturup içeceğinizi yudumlayıp anın keyfini çıkarmak için ideal. Benim gittiğim haftasonu meydanda bira festivali vardı ve aşırı kalabalıktan ve görüntü kirliliğinden muzdarip olsak ta yine de harikaydı.


Royal Palace:
Grand Palace’a 5 dk yürüme mesafesinde Bruksel Parkı’nın (Parc de Bruxelles) hemen karşısındaki kraliyet sarayı. Aslında turist için bir numarası yok   ama zaten sınırlı olan turistik yerlerden biri ve bu görkemli sarayı görmeden dönmeyin diyelim. Karşısındaki parkta da güzel bir yürüyüş ve çimlere uzanıp kısa bir mola verip yeşilin keyfini çıkarabilirsiniz.



Brüksel Gezi Notları



Brüksel, Belçika’nın başkenti ve aynı zamanda Avrupa Birliği’nin ev sahibi şehri. AB Komisyonu, AB Bakanlar Kurulu ve AB Parlamentosu’nun burada olmasının yanı sıra NATO Merkez Karargahı da Brüksel’de yer alıyor. Brüksel, bataklığın içindeki yerleşim yeri anlamına geliyor, bunun sebebi ise yüzyıllar önce bataklığın kurutulması ile şehrin ortaya çıkarılması. Bunların dışında Brüksel, çikolatanın, biranın, waffle’ın, patates kızartmasının ve Tenten’in şehri 



Son olarak havalimanı ulaşımından bahsetmem gerekirse, Brüksel’de iki adet havalimanı bulunuyor, National ve Charleroi.

National, THY gibi firmaların iniş yaptığı havalimanı, merkez istasyondan tek tren ile 20 dakikada ulaşım sağlayabilirsiniz. Havalimanından geçen birçok tren hattı bulunuyor, herhangi birini tercih edebilirsiniz.
Charleroi, Pegasus gibi daha ufak firmaların iniş yaptığı havalimanı, aslına bakarsanız Brüksel’le uzaktan yakından alakası olmayan, insanı Pegasus’tan bilet aldığına bin pişman eden bir havalimanı   Merkez istasyondaki kiosklardan kişi başı 16€’a Charleroi South tren bileti ve 6€’a Tec otobüs bileti satın aldıktan sonra 1buçuk saatlik bir tren yolculuğu ve sonrasında yarım saatlik bir otobüs yolculuğu sizleri bekliyor. Valizlerle zor bir yolculuk yapmanın yanında ulaştığınız havalimanı, bizim küçük şehir havalimanlarından bile daha küçük. Benden size ufak bir tavsiye, Brüksel’e gelecekseniz Pegasus ile gelmeyin




Gezilecek Yerler
Kolaylık olması açısından Brüksel’de gezilecek yerleri iki başlığa ayırdım, Merkez yani yürüyerek gezebileceğiniz yerler ve Merkez Dışı, araçla ulaşım sağlamanız gereken yerler.

Merkez dediğim bölge yaklaşık 4-5km, 1 günde hepsini bitirebilirsiniz. Sizin için google maps rotasıda oluşturdum, dilerseniz buradan kullanabilirsiniz.
Brüksel’de ilk görülmesi gereken, minik ama şehrin en önemli simgesi olan Manneken Pis yani İşeyen Çocuk Heykeli   Büyük beklentilerle gelmezseniz hayal kırıklığına uğramazsınız çünkü heykel minicik  Benim burada takdir ettiğim, bu küçücük heykeli şehrin simgesi haline getirebilmeyi başarmış olmaları. Heykel hakkında pek çok hikaye anlatılıyor, kaybolan daha sonra işerken bulunan bir çocuk, savaşta patlamak üzere olan bombanın üzerine işeyerek söndüren bir çocuk, çıkan yangını işeyerek söndüren bir çocuk ve bunun gibi onlarca hikaye daha, hangisinin doğru olduğu konusunda bir bilgi bulunmuyor 

Brüksel’in en ünlü meydanı Grand Place, orjinal adıyla Grote Markt. Avrupa’da meydan kültürü çok yaygın ve gezdiğim meydanlar arasında en beğendiklerimden biri oldu burası. En cezbedici tarafı, meydanın tarihi ve mimarisi muhteşem binalarla çevrili olması.



Meydanda görmeniz gereken tarihi yapıların başında Hotel de Ville yani Belediye Binası geliyor. Belediye Binası’nın 96m’lik bir kulesi var ve iddiaya göre, mimarı kulede yaptığı hataları kabul edemeyince kendini bu kuleden aşağı atmış ve hayatını kaybetmiş.

 Hotel de Ville

Belediye Binası’nın hemen yanında, dokunanın bir daha Brüksel’e geleceğine inanılan Pirinç Kadın ve Köpek Heykeli bulunuyor. Bende bir daha gitmeyi çok istediğimden dokunmadan edemedim  Belediye Binası’nın hemen karşısında ise Maison du Roi yani Kralın Evi yer alıyor, gerçekten etkileyici bir mimariye sahip.



 Kralın Evi

Meydanda bulunan diğer binaların da mimarisi muhteşem, zaten bu meydanın en önemli özelliği Barok, Gotik ve Louis XIV mimarı tarzlarının bir arada bulunması ve uyum içinde olmaları. Meydanın bir diğer özelliği ise, her iki senede bir, Ağustos ayında, 2bin m2’lik Flower Carpet, çiçekten halı festivalı yapılıyor olması. Bu sene 12 Ağustos 2016’da başlayıp 15’ine kadar devam edecek, ilgilenenlere duyurulur 




Grand Place yakınında mutlaka görülmesi gereken çok güzel bir pasaj bulunuyor St. Hubert Pasajı. Pasajın üstü tamamen cam kaplı, içerisinde tasarım ürünler satan mağazalar, çikolatacılar, dantel dükkanları, kitapçılar ve cafeler bulunuyor.

 St. Hubert Pasajı

St. Michael & St. Gudula Katedrali, Brüksel’in en güzel dini yapılarından biri. Gotik mimariye sahip katedral, Victor Hugo tarafından ‘gotik mimarinin en sade eseri’ olarak nitelendirilmiş. Katedrale giriş ücretsiz. Paris’teki Notre Dame Katedrali’ne çok benziyor.

 St. Michael & St. Gudula Katedrali

Katedral yakınlarında biraz soluklanmak isterseniz dinlenebileceğiniz bir park bulunuyor Brussels Park. Çok büyük olmasada, yine bizi kıskandıran cinsten bir şehir parkı, bizde niye yok dedirtiyor 

Göletin oradan parka girip, içerisinden aşağıya doğru yürümeye devam ederseniz karşınıza Royal Palace yani Kraliyet Sarayı çıkıyor. Sarayın bahçesi çok güzel, dilerseniz ziyaret edebilirsiniz çünkü günümüzde kraliyet ailesi burada yaşamıyor, şehrin dışında bulunan Laeken Kalesi’nde yaşıyorlar.

 Kraliyet Sarayı

Kraliyet Sarayı’nın hemen yanında St. Jacques Sur Kilisesi bulunuyor. Bu kilise Brüksel’in en güzel kiliselerinden biri. Zamanında Habsburg yönetiminin resmi kilisesi olarak kullanılıyormuş. Kiliseye giriş ücretsiz.

 St. Jacques Sur Kilisesi

Kiliseye yakın bir konumda, Brüksel’in ünlü meydanlarından biri olan Grand Sablon yer alıyor. Meydanın biraz yukarısında Petit Sablon adında, şirinlik abidesi bir park bulunuyor, binaların içinde kalmış ancak sanki bambaşka bir yerdeymiş hissiyatı veriyor.

 Petit Sablon

Parkın karşısında ise bir diğer güzel kilise Notre Dame de La Chapelle yer alıyor. Bu kilise 1134 yılında yapılmış ve muhteşem bir mimariye sahip. Kiliseye giriş ücretsiz.

 Notre Dame de La Chapelle

Bu bölgede dolaşırken şans eseri karşımıza Brüksel Adalet Sarayı çıktı, aslında listemizde yoktu ancak bu görkemli yapıyı görmezden gelmek pek mümkün değildi. Uzun süredir tadilatta olduğu için, etrafı iskelet kaplı olsa da, görülmeye değer bir yapı olduğunu söyleyebilirim. Petit Sablon önündeki yoldan dümdüz aşağı devam ederseniz karşınıza çıkacaktır.

 Adalet Sarayı

Adalet Sarayı’nın hemen önünde Kayıp Asker Anıtı ve seyir terası bulunuyor. Bu bölge yüksekte kaldığı için, şehre yukardan bakabiliyorsunuz ve şehrin alt katına inmek içinde bir asansör bulunuyor, daha önce böyle bir asansöre hiç binmemiştim 



Buraya kadar saydığım her yeri yürüyerek gezebilirsiniz. Şimdi geçelim merkez dışında kalan, araç kullanmanız gereken yerlere. Hazırladığım google maps linkine buradan ulaşabilirsiniz.
Benim rotamın ilk sırasında Sacre Couer Bazilikası bulunuyor. Bazilika, şehir manzarasına hakim bir tepede yer alıyor. Dünyanın en büyük art deco binası olma özelliğini taşıyor. Art deco nedir derseniz Fransız menşeli bir sanat akımı. Bazilika, kuşbakışı bakıldığında haç şeklinde tasarlanmış. İçerisine giriş ücretsiz ancak kulesine çıkıp manzara izlemek isterseniz 5€ ödemeniz gerekiyor. Merkezden 2 numaralı metro ile Elisabeth durağında indikten sonra, 87 numaralı otobüse binerek, Riethuisen durağında inip ulaşabilirsiniz.

 Sacre Couer Bazilikası



Bazilikadan sonra, benim en çok gitmek istediğim yer var sırada, Mini Europe. İstanbul’da Miniatürk’ü çok seven biri olarak, burayı da merak ediyordum. Mini Europe, minik minyatür eserlerden oluşan, Avrupa’daki ünlü yapıların sergilendiği, 350 eserlik bir açık hava müzesi.



Mini Europe, merkeze yarım saat uzaklıkta bir konumda bulunuyor. 6 Numaralı metro ile Heysel durağında inerek ulaşım sağlayabilirsiniz. Giriş ücreti kişi başı 15€. İçerisi gerçekten çok güzel, ben her eseri detaylı bir şekilde incelemeye kalkınca gezmeyi 2 saatte bitiremedim   Eserlerin önünde butonlar bulunuyor, bu butonlara basınca müzik başlıyor ve eserler hareketleniyor   Gemiler yüzüyor, trenler geçiyor, yunus balıkları denizde zıplıyor, değirmenler dönüyor, minik yangına gemiler müdahale ediyor, finikülerler çalışıyor ve bunun gibi daha nice atraksiyon gerçekleşiyor 

 Minik Sacre Couer



Mini Europe, Brüksel’de en keyif aldığım yer oldu ancak içeride Türkiye’den hiçbir eser görememek beni ziyadesiyle üzdü. En azından Ayasofya’yı görmeyi ümit ederek gitmiştim. Türkiye’ye dair gördüğüm tek şey, Türk Hava Yolları’nın uçağı oldu, o da sanırım sponsorluk için orada konumlandırılmıştı.



Mini Europe’un hemen yanında Brüksel’in en önemli simgelerinden biri olan Atomium yer alıyor. Atomium, 1958 yılında yapılmış, bir demir kristalinin 165 milyar kez büyütülmüş hali.

 Atomium

2 küre dışında diğerleri ziyarete açık. Giriş ücreti kişi başı 12€, Mini Europe ile birlikte alınırsa 24,5€ oluyor. En üst kulede restoran bulunuyor ve manzarası çok güzel. Benim klostrofobim olduğu için Atomium’a giremedim, ben Mini Europe’dayken Osman’da Atomium’a girdi. Fotoğraflarını gösterince iyiki girmemişim dedim, küreler arasındaki merdivenler gerçekten çok boğucu, sizinde aynı sıkıntınız var ise girmeyin derim.

Atomium’dan sonra tam ters konumda kalan Parc Cinquantenaire var sırada. Burası Brüksel’in en büyük şehir parkı. İçerisinde Zafer Takı, önemli bir çeşme, Autoworld ve Askeri Müze bulunuyor. 1 numaralı metro ile Schuman durağında inerek ulaşabilirsiniz.

 Zafer Takı

Son olarak parka yakın bir konumda Avrupa Komisyon Binası yer alıyor, dilerseniz parktan yürüyerek ulaşabilirsiniz.

 Komisyon Binası

Yeme İçme
Gelelim Brüksel’de ne yenir ne içilir kısmına. Öncelikle Brüksel çikolatanın, biranın,waffle’ın ve patates kızartmasının başkenti   Her yerde çikolata dükkanlarına rastlayabilir, her restoranda her markette kaç çeşit bira satıldığıyla ilgili afişleri görebilir, sokaklarda waffle ve patates kızartması yiyen insanlarla karşılaşabilirsiniz.
Waffle yemek için, Grand Place meydanına yakın bir konumda bulunan Maison Dandoy’u tercih edebilirsiniz. İki çeşit waffle yapıyorlar ancak üzerine konulacak malzemeleri siz menüden seçiyorsunuz. Fotoğrafta gördüğünüz şekerli waffle 4€, dondurmalı olan ise 6€.



Patates kızartması yiyebileceğiniz en güzel yer bence Maison Antoine. Parc Cinquantenaire yakınında bulunuyor. Buradan patates kızartmanızı ve soslarınızı alıp, hemen yan tarafta bulunan cafelerden birine oturup içecek söyleyerek mideye indirebilirsiniz   Patates kızartması gerçekten çok lezzetli, fiyatı 3€, her bir sos ise 0,70€.

 Maison Antoine

 Patatesler nefis 

Brüksel’de o kadar fazla bira çeşidi varki, sırf bu sebeple Guinness Rekorlar Kitabına giren bir mekan bulunuyor, Delirium Café. 2004 çeşit bira ile 2004 yılında rekor kırmış ve her bira kendi özel bardağında ve bardak altlığında servis ediliyor. Delirium Café, Jeanneke Pis’in sokağında bulunuyor.

Brüksel’de en merak ettiğim restoran, Paris’te deneyimlediğimiz Leon de Bruxelles’in orjinal yeriydi yani buradaki adıyla Chez Leon. Burası ünlü bir midye restoranı, Delirium’a yakın bir konumda, balıkçıların sıralandığı bir sokakta yer alıyor. Midyeleri gerçekten çok lezzetli ancak itiraf edeyim, ben Paris’teki şubesini daha çok sevmiştim.

Biz burada bir Complet Leon (fix menu tarzında içecek ve salata ile birlikte geliyor) ve bir Mussels Provençale (domates soslu peynirli midye) söyledik, 61€ hesap ödedik.

 Mussels Provençale

 Menünün salatası


Yemek için tercih edebileceğiniz başka bir mekan ise Houtsiplou. Burası bir burger dükkanı, Grand Place’a yakın bir konumda yer alıyor. Hamburgerleri gerçekten lezzetli. Menülerinde hangi ürünün içinde ne olduğuna dair minik ikonik anlatımlar mevcut yani hamburgerinizde domuz eti mi var dana eti mi var anlayabiliyorsunuz. Biz burayı çok sevdik.


Hamburgerler salata ya da patates kızartması ile servis ediliyorlar. Ben Houtsiplou Burger yedim çok lezzetliydi, Osman Classico yedi, o birazcık az pişmiş tabiri caizse kanlı şekilde getiriliyor bilginiz olsun. Hamburgerler 15,5€, biz aşağıdaki masaya 38€ hesap ödedik.

Son olarak hayatımda yediğim en güzel köpüğe sahip Aux Merveilleux’dan bahsedeyim. Konumu meydana çok yakın, çeşit çeşit bezeler ya da köpükler adı her neyse ondan üretiyorlar   Çok lezzetli, mutlaka uğrayın derim.

Alışveriş
Bizim gezdiğimiz iki tane ünlü alışveriş caddesi bulunuyor, bunlar Rue Neuve ve Rue Antoine Dansaert. Rue Antoine Dansaert, daha çok tasarım markaların bulunduğu cadde, Rue Neuve ise, her markayı bulabileceğiniz çok güzel bir alışveriş caddesi. Bu caddeyi güzel yapan en önemli özelliği Primark’a sahip olması   Primark, gönlünüzce alışveriş yapabileceğiniz çok ucuz bir mağaza, 2€’a ayakkabılar, 4€’a pantolonlar satın alabilirsiniz   Mutlaka uğrayın pişman olmazsınız.
Yine cadde üzerinde Hema isimli bir dükkan var, burada da çok güzel, çeşitli ve ucuz ürünler satılıyor. Alt katı market gibi, üst katında ise farklı tasarımlı her çeşit ürün var.

Brüksel’e özgü birşeyler almak isterseniz, ilk seçeneğiniz Çikolata! Çeşitli çikolata markaları var, en ünlüleri Marcolini, Mary’s, Neuhaus, Wittamer ve Leonidas. Birbirlerinden çok farkları bulunmuyor, bu sebeple sizde benim gibi, vitrinini en çok beğendiğiniz çikolatacıdan alışveriş yapabilirsiniz   Çikolata fiyatları da benzer, 100gr çikolatayı ortalama 6€ civarında satıyorlar.


Dantel satın alabilirsiniz, Brüksel’de her yerde dantel dükkanları var. Buraya özgü alınacak ürünlerin başında geliyor ancak biz Türkiye’den gittiğimiz için pek ilgimizi çekmedi açıkçası 

 Dantel vitrini

Tenten buralı olduğu için hediyelik eşyaları satılıyor. Grand Place’den St. Hubert Pasajı’na giderken, yolda bir Tenten mağazası bulunuyor. İçerisi çok güzel, satın almayacaksanız bile girmenizi tavsiye ederim.

 Tenten Mağazası

 Minik figürler

Benim çok sevdiğim La Cure Gourmande mağazası da bulunuyor Brüksel’de. Buradan beğendiğiniz kutuyu alıp, dilediğiniz kurabiyelerle doldurup satın alabilirsiniz. Kurabiyeleri gerçekten çok lezzetli.

 La Cure Gourmande

İlginizi çekerse Place du Jeu de Balle’de her gün öğlene kadar bit pazarı kuruluyor, orayı ziyaret edebilirsiniz.
Son olarak Brüksel’de Chic Outlet Shopping’in bir merkezi bulunuyor, Maasmechelen Outlet Villageancak merkeze trenle 2buçuk saatlik uzaklıkta yer aldığı için biz gitmeye vakit bulamadık.
Brüksel yazımı tamamlamadan önce ilgimi çeken ancak ne olduğunu bilmediğim bir detaydan bahsedeyim. Akşam sokaklarında yürürken, bazı binalara yansıyan görüntüler gördük, çok hoşumuza gitti,sizlerle de paylaşmak istedim.





Sizler için hazırladığım Brüksel Turist Haritasını aşağıya ekledim. Brüksel benim en çok sevdiğim şehirlerden biri oldu, dilerim sizlerde de aynı etkiyi bırakır. Keyifli seyahatler dilerim 




BRÜKSEL GEZİ NOTLARI 1: GRAND PLACE


Brüksel kendi halinde, düzenli ve yaşaması kolay bir şehirdir. Bürokratiktir, aslında Ankara’nın Avrupalı olanıdır. Ama aslında Ankara’dan çok farklı ve güzel olandır. AB kurumlarında çalışan 30 bin kişi şehre renklilik katmış, kozmopolit olmasını sağlamıştır. Sokakta yürürken her dilde konuşmalar, gülüşmeler kulağınıza çarpar.  Bu nedenle de Dünya’nın büyük metropollerine kıyasla çok daha az nüfusu olmasına karşı son derece uluslararası bir yaşam tarzı şehrin ciğerlerine sinmiştir. Özetle ben severim Brüksel’i. Birilerinin haksızlık ettiğini duyduğum zaman da savunmaya geçerim. Brüksel’i sevmemelerinin aslında şehri bilmemelerinden kaynaklandığını anlatmaya çalışırım.
En son geçen hafta bir toplantı için Brüksel’e gitmeden önce farkettim ki bu çok sevdiğim şehrin tek bir fotoğrafı dahi yok bende. İşte bu yüzden bir kısmını daha önce de gezdiğim müzeleri hafızamı tazelemek için yeniden gezdim ve bu defa şehrin sokaklarını daha dikkatle inceleyerek gezdim.
Gezdiklerimi, gördüklerimi, yiyip, içtiklerimi tek bir yazıya sığdırmama imkan yok. O yüzden, yavaş yavaş, vaktimin ve bilgimin yettiği kadar size Brükseli ama aslında benim Brükselimi anlatacağım. Önce klasiklerle başlayacağız, arada ben Brüksel’e gidip geldikçe bu seriye yeni yerler, yeni fotoğraflar da ekleyeceğim. Uyarıyorum bu uzunca  bir yazı dizisinin ilk postu ve çok büyük ihtimalle sizi bıktırana kadar Brüksel yazacağım.  Başlıyoruz:
Grand Place ve Civarı:
Brüksel’e gelen her turistin ilk uğradığı yer burası.  Tarihi 12. yüzyıla dayanan bu meydan şehrin ekonomik, sosyal ve siyasi merkezi konumunda imiş. 1400′lerde meydanda inşa edilen Belediye Binası Grand Place’ın önemini daha da artırmış. 1500′lerde şehrin farklı meslek gruplarının loncaları meydan etrafında binalarını inşa etmeye başlamışlar.  Ancak 1600lerin sonunda Brüksel 14. Louis’nin emri üzerine Fransız ordusu tarafından bombalanınca, meydan da ciddi bir yıkımla karşı karşıya kalmış.  Ancak, meydanın en güçlü ve zengin misafirleri olan loncalar Grand Place’ı yeniden inşa etmişler ve  bunu yaparken de mimari açıdan da barok ve gotik tarzları ustaca birleştirmişler.


Bugün Grand Place başta Le Roi d’Espagne olmak üzere, çok sayıda pub ve restoranla çevrelenmiş, gündüzleri ressamları, sokak sanatçılarını ve muazzam bir turist kalabalığını izleyebileceğiniz Avrupa’nın en güzel meydanlarından biri. İşte o yüzden lütfen bu meydanda kısa bir tur attıktan sonra publardan birine girip bir bira söyleyerek, etrafı izlemeyi ihmal etmeyin. Meydan gece ayrı, gündüz ayrı güzeldir o yüzden her ikisini de kaçırmamaya çalışın. Yılbaşında meydana kocaman bir yeni yıl ağacı kurulur ve hatta çeşitli festivaller de doğrudan burada düzenlenir. Ben bir defasında Asterix festivaline denk gelmiştim.




Meydan aynı zamanda Belçika Bira İmalatçıları Müzesi (Museum of Belgian Brewers),Kakao ve Çikolata Müzesi,  Brüksel Şehir Müzesi (City of Brussels Museum) ve Brüksel Kostüm ve Dantel Müzesi’ne (Brussels Museum of Costume and Lace) de ev sahipliği yapıyor. Bira İmalatçıları Müzesinde bir bardak bira ikramı da fiyata dahil, ne yazık ki sadece Cumartesi ve pazar günleri açık o nedenle ben girip gezemedim. Brüksel Şehir Müzesi, pek çoklarınızın bildiği Manneken Pis-İşeyen  Çocuk- heykelinin kostümlerine de ev sahiplği yapıyor. Heykel ufak tefek o yüzden ilk kez görüp da hayal kırıklığı yaşamayan daha hiç görmedim. Yine de ilk kez gidiyorsanız önce heykeli sonrada müzede sergilenen ve her hafta değiştirilen kıyafetlerini görebilirsiniz.
Grand Place’da karşınıza çıkan bir diğer heykel ise Belediye Binasının hemen yan tarafında ayakucunda bir köpekle uyuyan prinç kadın heykeli. Bu heykelin eline dokunan herkes yeniden Brüksel’e gelmeyi garantiliyormuş.
Belediye Binası ile ilgili bir de efsane var ki, söylenceye göre binayı bitirdiğinde bir tarafının diğer tarafına göre daha dar olduğunu farkeden mimar kendini en tepesinden atıp intihar etmiş. Gerçekten de binayı ortadan ikiye ayıran kulenin sağ tarafı ile sol tarafı aynı uzunlukta değil. Ancak bunun nedeni nedir, gerçekten mimar hatası mıdır, adamcağız hakikaten de kederine dayanamayıp intihar etmiş midir bunlar meçhul. Bilen var ise ve yazarsa sevinirim.
Bir sonraki yazımızda Grand Place civarından devam ederek, Galeries Royales St. Hubert’i keşfedeceğiz.
BRÜKSEL GEZİSİ


1.GÜN: 
Birden Brükselde kendimi Avrupa'da gördüğüm belki de en ihtişamlı meydanı olan Grande Place'ta buldum. Meydanın etrafı ihtişamlı binalarla çevrili ve her gece ışık ve ses gösterisi oluyormuş. Benimde şansıma, gittiğim zaman ışık ve ses gösterisi vardı. Bu hayatımda gördüğüm en ilginç ışık ve ses gösterisiydi. Sanki meydandaki binaların dili varmış ve konuşuyormuş gibilerdi. Meydanın tam ortasında ise noel ve yeni yıl konseptine uygun bir noel ağacı duruyordu


Meydandan hemen dönünce karşınızda "Galeries Royal St. Hubert" i göreceksiniz. Burası içerisinde ufak dükkanların ve cafelerin bulunduğu şirin bir pasaj görünümünde. İçerisinde hediyelik eşya olarak dantel ve çikolata almanız mümkün.

Meydanda baya vakit geçirdikten sonra meydana çıkan dar sokaklardan birine dalıp balık lokantalarının olduğu bir sokaktan geçtim. Dar sokakta sağlı-sollu olarak pek çok deniz ürünlerinin menülerde yer aldığı güzel restaurantlar bulunmakta. Sokak bitiminde karşınıza "Chez Leon" çıkıyor. Bende ününü daha önceden duyduğum ve Brüksel'de mutlaka ziyaret edilmesi gereken restaurantlardan biri olarak duyduğum "Chez Leon"a gittim. Geç bir saat olmasına rağmen restaurant baya doluydu ve üst katta yer buldum. Restaurant baya büyük ve menüsü gerçekten de muhteşem. "Chez Leon"un midyeleri meşhur Brüksel'de kaldığım 2 gün boyunca midyeleri hüplettim resmen. Benim tavsiyem domates soslu ve peynirli midye tadı gerçekten muhteşem. Menünün avantajı yemeklerin resimlerini görebilmeniz, böylece herhangi bir sürprizle karşılaşmıyorsunuz. Midyelerinin yanına meşhur Belçika birası ve patates kızartması istemeyi unutmayın! Ben "Chez Leon"u çok sevdiğim için ertesi gün de gidip midyeli makarna sipariş verdim. Her iki yemekte oldukça başarılıydı.



Belçika'nın biraları ve çikolataları meşhur. Her adım başında bir çikolatacıya ve bira satılan yerlere rastlamanız mümkün. Bar-Gece kulübü olarak ise Guinness Rekorlar Kitabı'na en çok bira çeşidiyle giren "Delirium" u tavsiye ediyorum. Burası Chez Leon'un hemen yan tarafında ve güzel müzikler çalınan bir yer. Burada her şeyin birasını bulmak mümkün. Ben tercihimi çilekli biradan yana kullandım. Bu arada Delirium'un her katı farklı bir bar olarak dizayn edilmiş. Örnek vermek gerekirse bir katı sırf bira katı, diğer katı tekila katı olarak dizayn edilmiş.

Eğer Yunan yemeklerine meraklıysanız adeta sizi Yunanistan'da hissettirecek olan Yunan restaurantlarının bulunduğu sokağa dalmanız mümkün.

Artık saat baya ilerlediği için Belçika'nın simgelerinden birisi olan "Manneken Pis" e ( İşeyen Çocuk Heykeli) ne de uğrayıp otele gittim. Manneken Pis'in gün içerisinde kıyafetleri değiştiriliyor ve günün farklı saatlerinde uğrarsanız farklı kıyafetlerle kendisini görmeniz mümkün. Brüksel'da hatta Manneken Pis'in kıyafetlerinin sergilendiği bir müze varmış benim pek ilgili çekmediği için gitmedim.

2. GÜN:

1 hafta öncesinde Brüksel'de olan arkadaşlarımın fotoğraflarından Brüksel'in baya kar yağışlı olduğunu görmüştüm. Şansıma  hava soğuk fakat yağışsızdı böylece son ana kadar şehri gezme şansım oldu.


Öncelikle Brüksel'in alışveriş caddesine gittim ve burada istediğiniz her türlü markayı bulmanız mümkün.

Eğer  çizgi filmlere meraklıysanız çizgi film müzesine gitmenizi tavsiye ederim.

Çizgi film müzesine gittikten sonra Brüksel'in diğer bir simgesi olan "Atomium"u merak ediyorum. Atomium şehrin biraz dışında olduğu için metroya binmenizi tavsiye ederim. Metroyla yaklaşık olarak yarım saatlik bir yolculuktan sonra Atomium'a geldim. Atomium, 1958 yılında Expo 58 fuarı için yapılmıştır. André Waterkeyn tarafından tasarlanmış olup 102-metre (335-feet) yüksekliğinde, dokuz çelik kürenin birleştirilmesi ile oluşmaktadır. Demirin kristal kafes yapısının 165 milyon kez büyütülmesinden esinlenmiştir. Expo fuarı süresince sadece 6 ay boyunca durması beklenirken günümüzde Brüksel'in sembolü haline gelmiştir. Küreler 12 boru ile birbirine bağlanmış ve yürüyen merdivenlerle fuar hollerine geçiş yapılmıştır. En yüksekteki küre Brüksel'in panoramik görüntüsüne hakimdir. Kürelere yürüyen merdivenlerle ulaşılabilmektedir.


Atomium gezimde bittikten sonra Avrupa'nın başkenti sayılan Brüksel'de önemli bir yere sahip olan Avrupa Parlamentosu'nu ziyaret ettim. Uluslararası hukuk alanında master yaptığım için hep Avrupa'daki mahkemeler, meclisler vb. Avrupa kurumları dikkatimi çekmektedir.
Avrupa Parlamentosu gezimi de tamamladıktan sonra sırada Belçika Kraliyet Sarayı (Royal Place) gezisi vardı. Parlamentodan yaklaşık 10 dakikalık yürümeyle Kraliyet sarayına ulaşmanız mümkün. Aralık ayında bile bahçenin bakımı ve güzelliği görülmeye gerçekten değer.
Kraliyet Sarayındaki gezimde bittikten sonra tekrar şehrin kalbinin attığı yer olan Grotte Markt'a gitmeye karar verdim. Royal Place'dan Grotte Markt'a uzanan yol gerçekten de keyifli.


Bu arada Karl Marx belli bir süre Brüksel'de yaşamış. Brüksel'de yaşadığı bina da Grand Place'da yer alıyor.

Bu arada Grand Place'ta ayakucunda köpek olan bir kadın heykeli var. Eğer heykelin eline dokunursanız tekrar Brüksel'e gelirmişsiniz. Bakalım tekrar gelecek miyim:)

Bu arada Brüksel'in waffle cenneti olduğunu belirtmeden geçemeyeceğim. Şehir adeta çikolata ve waffle kokuyor. En güzel wafflecıların Manneken Pis heykelinin yanındakilerin olduğu tarafıma söylendiği için bende orda waffle yedim. Manneken Pis heykelinin yanındaki wafflecının önünde çikolatadan elinde waffle tutan işeyen çocuk maketi de bulunmaktadır. Turistler orda da ellerinde wafflelarıyla fotoğraflarını çektirmekte. Waffel ın üstünde yer alan işeyen çocuk şekeri de hoş bir ayrıntı olarak tasarlanmış. dr 2013
AyAAA


Arzu edenler için daha farklı başka bir programı da tavsiye edebilirim, program akışı B kent gezisini içeren bir kompozisyona sahip olacak şekilde tasarladım, beğenirseniz bunu da denemenizi tavsiye edebilirim.

Brüksel (A) – Gent (B) – Brugge (C) – Ostende (D) – Antwerpen (E) – Brüksel (F)

Brüksel Tatil Rotamız

Hotel De Ville – Brüksel

ve ilk olarak Avrupa Birliği’nin başkenti Brüksel’deydik…
Brüksel denilince aklıma ilk olarak yıllarca Brüksel muhabiri olarak çalışan, geçtiğimiz ay kaybettiğimiz rahmetli Mehmet Ali Birand gelir. Brüksel Belçika’nın başkenti olmasının dışında Avrupa Birliği ve NATO’nun da başkenti olması nedeniyle ana haber bültenlerindeki önemini hep korumuştur. Bu nedenle Brüksel benim için Ankara demekti, siyah takım elbiseli insanlar demekti. Çocukluğumun ana haber bültenlerindeki Brüksel’ini 2012 Mayıs Ayı’nda görmek nasip oldu bana.

Grand Place – Brüksel
15. yüzyıldan kalma Grand Place her turist gibi bizim de Brüksel’deki ilk durağımızdı. Burayı bulmak meydanda yer alan Hotel De Ville’nin devasa kubbesi sayesinde oldukça kolaylaşıyor. Orta Çağ’dan kalma yapıları, cafeleri ve restoranlarıyla bu meydan ilk bakışta insanı cezbedecek türden. Bu meydanda Voltaire’in bir süre ikamet ettiği binayı da görebilirsiniz. Her binanın üstünda yapım yılları yazıyor.


Grand Place – Brüksel

Mini Avrupa – Brüksel Maketi
Bu meydanda dikkati çeken diğer bir yapı gotik mimarisyle göz dolduran Belediye Binası (Hotel De Ville).Brüksel tatilinizi 15-18 Ağustos tarihleri arasına denk getirmeyi başarabilirseniz Grand Place’e kurulan çiçek halısını görebilirsiniz. Bu tarihler arasında kutlanan Tapis de Fleurs sayesinde her yer çiçek bahçesine dönüşüyormuş. Biz çiçek halısını Grand Place’de bulamamış olsak da, Mini Avrupa’yı gezerken bunun maketini gördük ve çok beğendik.

Hotel De Ville – Brüksel

Hotel De Ville
1695 yılında Fransız bombalarına hedef olsa da zarar görmeden bu saldırıdan kurtulan bina gece ışıklandırmasıyla oldukça görkemli:
Belçika’nın 1990’lı yıllara kadar Almanya’dan II.Dünya Savaş tazminatı olarak elektrik aldığını biliyor muydunuz? Bu nedenle ülke geceleri ışıl ışıl…
Bu meydanda insan sıkılmadan saatler geçirebilir. Zaten sonrasında neredeyse tüm sokaklar bu meydana çıktığı için tekrar tekrar bu meydanı gezme, görme şansımız oldu.
Brüksel sokaklarında dolaşırken sürekli karşımıza çıkan çocuk heykelinin hikmetini ilerleyen günlerde anlayabildik. Bu heykelin ismi Manneken-Pis. Yani İşeyen Çocuk. Brüksel ile adeta bütünleşmiş. Biz önce caddelerde, dükkanlarda bu çocuk heykelini görünce şaşırmadık değil. Ertesi gün ise heykelin orjinalini gidip gördük.

Mannken Pis
Orjinal Manneken-Pis Heykeli
Rue de l’Etuve Meydanı’nda bulunan ve 16. yüzyıldan kalma orjinal heykel o kadar küçüktü ki başlangıçta hepimiz bir hayal kırıklığı yaşadık.


Atomium

Bu Expo’ya ait birkaç bilgi: 1958 yılında yapılan Expo’nun hazırlığı 60.000.000 çalışma saatinde tamamlanmış. Expo’yu 41.454.412 kişi ziyaret etmiş.  Tek güne ait rekor ise 713.664 ziyaretçi ve bu Expo’nun en yaşlı ziyaretçisi 105 yaşındaymış.1958 yılındaki Expo için yapılan ve bir atomun 165 milyon kez büyütülmüş şekli olan Atomium’u gezmek isteyenlerin tek ihtiyacı sabır… İçini gezebilmek için insanın üstün bir sabra sahip olması şart. Uzun uzun beklenen sıralar hiç ama hiç bitmiyor. Gezip gördükten sonra da hani içini görmesek de olurmuş diyor insan. Beklentiyi yüksek tutmamak da fayda var…
Eğer hava açıksa buradaki teleskoplarla Eyfel Kulesi’ni görmek mümkünmüş. Bize bu manzara nasip olmadı.

Atomium sonrası ise hemen yanındaki alana kurulmuş olan Mini Avrupa’yla birlikte küçük bir Avrupa turu yapmış olduk. Gezmesi çok ama çok keyifli. Biz burayı gezerken daha gezecek ne kadar çok yer varmış diyerek hayıflanmadık değil. Henüz görmeye fırsat bulamadığımız güzel Avrupa şehirlerinin maketleri arasında dolaşarak yeni gezi rotalarımızı belirledik. Yalnız Atomium ile aynı gün gezildiğinde günün sonunda yorulan bacakların dinlenmesi için birkaç saate ihtiyacınız olacak benden söylemesi…




Brüksel’in antikaya merakını ben bilmiyordum. Eğer antikaya ya da 2.el eşyalara meraklı iseniz bu şehir size güzel imkanlar sunacaktır.

2. El Pazarından

2. El Pazarından
Aile albümünü satan bile vardı…

Brüksel’e ait birkaç ipucu:

•             Belçika biralarıyla ünlü bir ülke. 250 çeşit birası varmış. Gitmişken deneyin derim.
•             Biz zamanımız varken Grand Place’de yeralan Bira Müzesi’ni de gidip gezdik. Eğer vaktiniz varsa bira yapımını anlatan bu müzeyi gezebilirsiniz. İçerisinde çok fazla birşey yok. Ancak orada biranın yapım aşamalarını gösteren videoları izleyebilirsiniz. Ayrıca bilete ödediğiniz fiyata bir bira dahil (Kişi başı giriş ücreti 5€).

•   Schuman ve Leopold bölgelerindeki Avrupa Birliği Binalarını gidip görebilirsiniz.
•  Marolles Bölgesi’ndeki Rue Haute Brüksel’in en otantik kısmı olarak geçiyor. 16. yüzyılın ünlü ressamı Bruegel burada yaşamış. Zamanınız varsa burayı gidip görebilirsiniz.
•   Her gün saat 14:30’da başlayan tarihi şehir turlarına katılabilirsiniz. Toplanma noktası Grand Place’de ki Turist Bilgilendirme Bürosu önü. Fiyatı ise kişi başı 10€. Bu tura katılarak rehber eşliğinde yürüyerek şehri keşfedebilirsiniz.
•             Brüksel’i bisiklet ile de keşfedebilirsiniz. Bunun için de 25€ ödemeniz gerekiyor. 1 Nisan-30 Kasım arasında günlük yapılan bu turlar sabah saat 10:00’da başlıyor. Toplanma noktası Hotel De Ville önü.
•             Brüksel’de Grand Place’in arka tarafındaki restoranlar tamamen turistik (Rue des Bouchers). Biz bu tip yerlerden olabildiğince uzak durmaya çalışıyoruz. Yine de buradaki mekanlara gidip baktık. Ancak içimize sinmedi. Brüksel sokaklarında dolaşırken Rouppe Plein Place’de çok güzel bir restoran bulduk. İsmi Houtsiplou. Orada Belçika’nın ünlü patates kızartmasını yedik. Ayrıca bu restoranda çok lezzetli makarnalar yedik. Oldukça keyifli bir yer.

Brüksel’deki restoran ve aktiviteler üzerine tavsiyeler:


1. Balık için Rugby Man, steak için de Belgian Blue (Sint-Katelijne Meydanı’nda)
2.Belçika’nın ünlü istiridyeleri yanında patetes kızartmalarıyla denenebilir (Mossels Natuur met frieten).

3. Sakın Rue des Bouchers’deki restoranlarda yemek yemeyin demiş. Buna tamamen katılıyorum.

4. Güzel bir atmosferde yemek yemek için Belga Queen (Wolvengracht Caddesi)

5.  Ayrıca Antoine Dansaert Caddesi’nde güzel mekanlar bulabilirsiniz

6.  Birşeyler içmek için Grand Place’de De Koning van Spanje adlı mekan

7.  Çok hoş bir Brüksel manzarası eşliğinde birşeyler içmek için Müzik Enstrumanları Müzesi’nin üst katındaki restoran (Warendepark’ın yanı). Biz buraya gitmek çok istedik. Ancak Atomium ve Mini Avrupa gezisi sonrası o kadar çok yorulmuştuk ki burayı aramak için enerjimiz kalmamıştı. Belki siz gidip orada manzaranın keyfini çıkartabilirsiniz.

8. Antika Pazarları muhakkak gezilmeli (ZAVEL ya da SABLON)

9. Alış-veriş içinse Louisa Laan (burada güzel ve pahalı mağazaları bulabilirsiniz) ya da Nieuwstraat.
ve Brüksel caddelerinden birkaç manzara:


Aşağıdaki fotoğrafta ise Belçika’nın her yerinde bulabileceğiniz waffle’lar. Ama ne yazık ki beni pek cezbetmediler. Ben ancak Brugge’da zevkime göre waffle bulabildim. Orada turistik olmayan bir yerde dondurmalı waffle yedik ve ben çok beğendim.

Artık bir turist cennetine (ya da cehennemine) dönüşmüş Brüksel’i geride bırakıp daha romantik şehirlere doğru yola çıktık. Ve sırada EN romantik şehir Gent var.
Kalbim Gent’te kaldı… Bir Orta Çağ şehri olan Gent, tarihi binaları ve farklı mimarisiyle büyüleyici.
Gent’te ilk olarak küçük teknelerle bir kanal turu yapmanızı tavsiye ederim (Tekne turu 28€ / 4 kişi). Tekne turundan birkaç fotoğrafı burada paylaşıyorum:


Graslei ve Korenlei Gent – Belçika

Gent – Belçika

Gent – Belçika

Kont Kalesi Gent – Belçika
Gent – Belçika
Eğer küçük bir şehir turu istiyorsanız , geziniz Sint.Veerleplein önünden başlasın. Burası eski bir balık pazarı. Turist bilgilendirme bürosu da burada bulunuyor. Gent’teki turist bürosu oldukça iyi. Şehre gelir gelmez buraya gelmenizde ve şehir hakkında bilgi almanızda fayda var. Çünkü şehirde turistler için çok farklı alternatifler mevcut.
Eski Balık Pazarı’ndan başlayarak Kont Kalesi önünden yürümeye devam ediyoruz.(Castle of the Counts). Bu kale tarihi şehrin merkezinde yer alıyor. 1180 yılında inşa edilmiş bu kalede zindanlar, en son 1861 yılında kullanılmış giyotinler bulunuyor.

Kont Kalesi Gent – Belçika
Şehrin sokaklarında yürümeye devam ettik ve Lieve Köprüsü’nden geçtik. Burası 13. yüzyılda şehrin merkezi ile Kuzey Denizi arasındaki ilk yapay bağlantıymış. Bu nedenle ekonomik açıdan oldukça önemli bir nokta. Günüzmüzde ise turistlerin botlarla gezdiği bir kanal burası.

Gent – Belçika
Gent’in manzarasının tadını çıkartabileceğiniz başka bir nokta ise Appelbrug Parkı. Biz buradan geçerek Design Müzesi’ne doğru ilerleyelim. Eğer ilginiz varsa bu müzede çok farklı tasarımlar sergileniyor.
Ve biraz daha ilerleyerek bizi muhteşem manzarasıyla adeta çarpan Graslei ve Korenlei bölgesine ulaşalım.. Gent’in ilk limanını oluşturan bu bölge 11.yüzyıldan kalma. Kanalın sağında ve solunda yer alan binalar çok farklı bir mimariye sahip. Buradaki tarihi binaların oluşturduğu manzara Avrupa’daki en güzel manzaraların içinde yer alıyor. Emin olun burayı gördükten sonra hiç pişman olmayacaksınız.

Graslei ve Korenlei Gent – Belçika

Gent – Belçika
Bu turumuz sırasında Great Butchers’ Hall dikkatimizi çekti. Burada Belçika’ya ait lezzetleri deneyebilirsiniz.

Great Butchers’ Hall Gent – Belçika
Bu tur sırasında Gent’in tarihi katedrallerini ve binalarını gezme fırsatımız oldu. Bu binalardan bazıları şunlar: St-Michiels Kerk, St-Niklaaskerk, Belfort ve St-Baafs Katedrali.

Gent – Belçika

Gent – Belçika
Gent’in dünyaca ünlü ikinci yüksek kulesi olan Belfry’dan manzara…

Belçika
ve gece Gent ayrı bir güzel…

Gent- Belçika


Şehrin tarihi mekanlarını tek tek burada anlatmak istemiyorum. Biz yaptığımız tarih turuyla bu mekanları keşfetme fırsatı yakalamış olduk. Ancak yine de akıllarda kalan bu tarihi mekanların birlikte yaratıkları ‘Gent şehir manzarası’. Gent’e gelin ve manzaranın keyfini çıkarın derim.
Gent şehrinde kahvaltı için bulduğumuz cafe bir antikacıydı. Antika eşyaların arasında kahvaltı yaptık ve İstanbul’a defalarca gelmiş cafe sahibiyle koyu bir sohbete koyulduk. Mekanın ismi Bistro & Antiek Montpanesse. Keyifli bir mekan ve Gent’te yediğimiz burna benzeyen şekerlemeler… İsmi Neuzen…

Biz Belçika’nın ünlü çikolatalarını Gent’ten aldık. Ancak Belçika’nın her yerinde çikolata satın alabileceğiniz güzel dükkanlar var. Gözünüze hoş gelen bir yerden satın alabilirsiniz.

Sırada masalsı Brugge şehri var…
Brugge tam bir açık hava müze şehri gibi. Brugge şehrini keşfetmek için kanalda tekne turu yapabilir ya da bizim gibi bisiklet kiralayıp bisikletle şehir turu yapabilirsiniz (Bisiklet kiralama 4 kişi için 28€, turist bilgilendirme bürosu yanında).
Ve Brugge’daki bisiklet turumuzdan birkaç kare:





Provinciaal Hof (Şehir İdare Binası)


Brugge


Tarihi taş köpü
Brugge sokaklarında patates kızartmasının keyfini çıkartırken…..

Aşağıda sağda yeralan fotoğraf o harika dondurmalı waffle’ı aldığımız yer. Solda yer alan fotoğraf ise Back to the Future filmindeki orjinal araba…


Avrupa’daki en iyi korunmuş ortaçağ şehirlerinden biri olan Brugge’a muhakka gelin ve bu güzel şehri keşfedin…
Biz bu güzel şehri bisikletle keşfettikten sonra tarihi sokaklarında dolaştık. Gece ise kanallardan birine bakan güzel bir cafede manzaranın keyfini çıkarttık…
Burada yemek için Prinsenhof’u önerebilirim.

Ayrıca HALVE MAAN’ı gidip görebilirsiniz ve orada Straffe Hendrik birasını deneyebilirsiniz.
Eğer farklı biralar denemek isterseniz tavsiyem turistik olmayan DE GARRE (Bredelstraat, meydanın arkasındaki dar sokaklardan birinde).
Okuduğumuz bloglardan Ostende şehrinin de görülmeye değer bir şehir olduğunu öğrenmiştik. Brugge’dan çok uzak bir mesafede olmadığı için gidip görelim dedik. Ancak tarihi şehirler Brugge ve Gent’te hiç benzemeyen, sıradan bir şehir görüntüsü çizen Ostende bizden geçer not alamadı…  Bence oraya gitmek yerine Knokke-Zoute bölgesini gidip gezebilirsiniz. Burası Belçika’nın oldukça lüks sahil kesimi. Lüks evleri ve arabaları birarada göreceğiniz bu yerde keyifli bir zaman geçirebilirsiniz.
Dünya Elmas Merkezi Antwerpen…

Antwerpen – Belçika

Antwerpen küçük, tarihi bir şehir. Bu şehri atla gezmeye karar verdik (Kişi başı 6€, yaklaşık 1 saat sürüyor). Tarihi şehrin merkezindeki meydandan başlayan bu tur ile kısa sürede Antwerpen şehrini keşfedebilirsiniz.




Antwerpen
Deniz kıyısında yeralan ve eski denizaltıların ve gemilerin sergilendiği bir müzeyi de gezdik…

Antwerpen şehri dünyanın pırlanta merkezi. Pırlanta almak çikolata almaya pek benzemediğinden, biz bakmakla yetindik. Ancak niyetiniz ve buna ayrılmış bir bütçeniz varsa, buraya gelmişken neden olmasın :))
Biz Belçika’nın tüm şehirlerinde yaptığımız gibi burada da meydana bakan bir cafede keyif yapmadan şehirden ayrılmadık.

Ve bir de ‘Red Light District’e gidip bir bakalım dedik. Camekanların arkasında dans edip, müşterilerin ilgisini çekmeye çalışan oldukça genç ve güzel hayat kadınlarının cadde boyu sıralandığı bu cadde kültürü Brüksel ve Amsterdam gibi daha büyük şehirlerle bütünleşse de Belçika’nın hemen hemen tüm şehirlerine yayılmış durumda. Bu caddede yapılacak kısa bir yürüyüşün kimseye bir zararı olmaz. Hem tehlikeli de değil. Gidip görülebilir.
Biz Belçika’nın EN’lerini de seçtik. İşte EN’ler:
Gündüzü ayrı gecesi ayrı EN güzel şehir Gent

EN lezzetli patates kızartması Brüksel’de… İçi yumuşak, dışı kıtır :))
EN muhteşem waffle Brugge’da….
EN öğretici aktivite Mini Avrupa, Brüksel
EN gereksiz aktivite Atomium, Brüksel
EN keyifli aktivite Kanal Boyu Akşam Keyfi, Gent ve Brugge
EN karaktersiz şehir Ostende
EN pahalı aktivite Mini Avrupa ve Atomium, Brüksel
EN antik Cafe Gent’te kahvaltı yaptığımız mekan
EN kosmopolit şehir Brüksel
EN hayal kırıklığı yaratan aktivite Bira Müzesi, Brüksel
Belçika tüm EN’leriyle güzel bir tatildi bizim için. Belçika’ya yolunuzu muhakkak düşürün derim…


BRÜKSEL İPUÇLARI: YEME İÇME, ALIŞVERİŞ VE DİĞERLERİ


Brüksel enteresan, tartışmaya açık bir şehir. Enteresan derken bu sözcüğü “ilginç, ilgi çekici” anlamında kullanmadığımı da belirtmek isterim. Buraya gitmeden önce, orada yıllarca yaşamış olandan yalnızca tatil için gitmiş olana kadar birçok insandan “Başka gidecek yer mi bulamadın?” tepkisi aldım. Şimdi bu girişin üstüne, “onlar öyle dediler ama Brüksel’e bayıldım” gibi bir cümle bekliyorsanız yanılıyorsunuz. Bana kalırsa Brüksel dev bir geçiş noktası. Bunu havaalanına indiğinizde şehirle ilgili değil Amsterdam ya da Paris ile ilgili reklamlar görmenizden ya da şehir genelinde çeşit çeşit ırkın cirit atmasından mütevellit çok rahat anlayabilirsiniz. Afyon gibi düşünün. Afyon nasıl dev bir dinlenme tesisiyse, burası da dev bir geçiş noktası bence. Tabi ki seveni, bağlılık duyanı da vardır, bunlar hep kişisel görüş,

Ne Zaman Gidilir& Ne Giyilir?

Bildiğiniz üzere Belçika, Hollanda ve Fransa’nın arasında bir noktada kalıyor. Dolayısıyla hava koşulları, özellikle kışın, bize kıyasla biraz daha keskin ve soğuk. Bunu göz önünde bulundurarak, gidebileceğiniz en iyi zaman aralığı Haziran-Eylül. Böylece zatürre olmadan, huzur içinde dolaşabilirsiniz. Zaten şehir çok küçük olduğu için herhangi bir toplu taşımaya ihtiyaç duymayacağınızdan, yeni bir şehri yürüyerek tanımak için ideal bir hava sıcaklığına sahip olabilirsiniz. Ben illa başka zaman gideceğim diyorsanız da, daha önce Kasım ayında Brüksel’de bulunmuş birisi olarak, o civarda da “gezilemeyecek kadar soğuk” olmadığını söyleyebilirim. Bana kalırsa, Aralık, Ocak, Şubat üçlüsünde gitmediğiniz sürece, idare edilebilir bir soğuk oluyor.
Ne giyeceğiniz konusunda göz önünde bulundurmanız gereken şey, her an yağmur yağabilme olasılığı. Orada bulunduğum her gün mutlaka yağmur yağdığını düşünürsek, yanınıza mutlaka şemsiye almalısınız. Bunun dışında, oranın bizden daha kuzeyde olduğu için daha keskin bir soğuğu olduğunu göz önünde bulundurarak, hava tahminlerine göre hareket edebilirsiniz. Tek aklınızda bulundurmanız gereken, buranın 5 derecesiyle, oranın 5 derecesi bir değil.

Bütçe ve Ulaşım

Brüksel Avrupa Parlementosu’na ev sahipliği yaptığı ve Avrupa Birliği ile ilgili birçok yapıya sahip olduğu için, yaşam standartları yüksek kabul edilen bir şehir, dolayısıyla bütçenizi oluştururken bunu da göz önünde bulundurmalısınız. Size yardımı dokunması açısından şöyle bir aralık verebilirim; Amsterdam’dan pahalı, Paris’ten ucuz. 2013 yılına göre günlük hayatınızda harcama yapabileceğiniz birkaç detayı not aldım, oradan bir sonuca varabilirsiniz bence;
Grand Place’ta bir kahve: 3,50 Euro (şehrin en turistik noktası)
Ortalama bir restoranda yemek: 13-15 Euro civarı
Delirium’da bir bira: 3-3,50 Euro (gidebileceğiniz en turistik bar)
Chez Leon’da Yerel Midye Deneyimi: 22-25 Euro Civarı (koca bir tencere dolusu midye olduğunu unutmayın)
Su: 1,5-2 Euro
Yerel bir kafede bira tadımı (6 adet bira gelen versiyonu için): 15-18 Euro Civarı
Eğer müze gezmek gibi bir niyetiniz var ise, Brussels Pass kullanabilirsiniz, bütçenizi daraltmanızda kesinlikle katkısı oluyor. Bu kart, bana kalırsa şehirde çok da fazla kullanmayacağınız toplu taşıma, şehri dolaştıran tur otobüsleri ve çeşitli restoranlarda indirimler sağlıyor. Şehrin birçok önemli müze ve turistik yerini dahilinde bulunduran bu kartın 3 versiyonu mevcut:
24 saat: 24 Euro
48 saat: 34 Euro
72 saat: 48 Euro
Nereleri ziyaret etmeyi düşündüğünüze göre bu kartı alıp almayacağınıza karar verebilirsiniz.

– Kartı internetten satın alırsanız, Grand Place’da bulunan turist ofisinden, tren istasyonundan ya da müzelerden temin etmeniz mümkün.

-Yine internetten kart satın alacaklar için önemli bir bilgi, kartı satın aldığınıza dair size gelen mail’in çıktısını almayı unutmayın, aksi takdirde kartı vermemek gibi bir kıllık yapabiliyorlar.

-Satın almak ve daha fazla bilgi
için:
http://visitbrussels.be/bitc/front/content/displayDetail/group/CONTENT/id/529.do

–Başka şehirlere geçiş için tabi ki treni kullanacaksınız. Bu şekilde Antwerpen, Brugge, Gent gibi Belçika şehirlerine geçebilir ya da “burada duracağıma başka ülkeye giderim” diyerek Amsterdam, Paris gibi şehirlere geçebilirsiniz.
Brüksel-Amsterdam: Bilet fiyatları 50 Euro-80 Euro arası değişiyor.
2-2,5 saat civarı sürüyor.
Brüksel-Paris: Bilet fiyatları 50 Euro-90 Euro arası değişiyor
1,5-2 saat civarı sürüyor.
Brüksel-Antwerp: Bilet fiyatları 10 Euro-15 Euro arası değişiyor
50 dk-1 saat civarı sürüyor.
Brüksel-Brugge: Bilet fiyatları 18 Euro-30 Euro arası değişiyor.
50dk- 1 saat civarı sürüyor.
 
Yeme-İçme
Aslında bu başlığı yalnızca bir cümleyle noktalayabilirdim; Bira ve Midye. Ama tabi ki konuyu biraz detaylandıracağım, çünkü Taksim’de sokakta yediğimiz midyeden çok farklı bir midyeyle ve “Bu nasıl bira ulan” diyebileceğiniz tarzda biralarla karşılaşmanız muhtemel. Hazırsanız, bu dosyayı aralıyorum.

 Midye

Brüksel’in nam saldığı konulardan biri midyedir. Kaşarlı, domatesli, pesto soslu, soğanlı şeklinde uzayıp giden, varlığından bile haberdar olmadığınız çeşitlerde karşılaşabilirsiniz. Haliyle midye yiyebileceğiniz çeşit çeşit yer de mevcut, fakat bunlardan en ünlüsü kuşkusuz, Chez Leon. Biz de her popüler olanı kötüleme hastalığına yakalananların aksine gidip burayı denedik ve pek beğendik. Midyeyle doyulur mu ulan demeyin, çünkü tencere ebatlarında bir kabın içinde, 30 civarı midyeyi önünüze koyduklarında, “bununla doyar mıyım?”dan çok, “bunu nasıl bitireceğim”i düşünür oluyorsunuz.

-Yanına patates kızartması ve bira makbuldür.

-Her zaman öyle midir bilmiyorum ama, servis konusunda biraz yavaş olduklarını söyleyebilirim. Fakat “beklenen an gelecekse çekilen çile kutsaldır” ve “denizden babam çıksa yerim” felsefelerini kafanıza birleştirerek, müthiş midye deneyimini yaşamak için sinirlenmeden beklemeye değer.
-Chez Leon, 11:30 ve 23:00 arası açık. Grand Place’a çok yakın bir noktada.
 Bira
Belçika dedin mi akıllara gelen ikinci konu ise tabi ki bira. Bira sevin ya da sevmeyin, burada mutlaka kafanıza göre bir şey bulacaksınız. Bunun için Brüksel’de gidebileceğiniz en popüler ve en çok çeşide sahip yer ise kuşkusuz: Delirium.

-Delirium’un en önemli özelliği, bilmemkaçbin bira çeşidi ile Guiness Rekorlar Kitabı’na girmiş olması. Zaten mekana gittiğinizde de orada Guiness logosunu göreceksiniz.
-Burada size hitap edecek bir bira çeşidini mutlaka bulursunuz derken çok ciddiydim. Örneğin ben Passion Fruit Beer’a ve Kriek’e (vişneli bira) bayıldım. Meyveli şeyleri seviyorsanız kesinlikle denemelisiniz. Hatta abartıp Grand Place’ın paralelinde kalan Beer Temple isimli mağazadan, burada içtiğiniz biralardan alıp evinize götürebilirsiniz. Ben yaptım, pişman değilim, yine olsa yine yaparım.
-Delirium Chez Leon’a çok yakın bir noktada bulunuyor. Yalnız Delirium adında bir cafe de var, onunla karıştırmayın. Sonra bu kız yalan söylemiş diye arkamdan konuşmayın. Gitmeniz gereken Delirium, Amerikan filmlerindeki “College Bar” görünümlü, duvarlarında çeşit çeşit bira reklam ve görselinin asılı olduğu bir mekan.
-Gitmişken mutlaka Beer Tasting, yani bira tadımı yapmalısınız. Bunda da mantık şöyle: Gidiyorsunuz, kafanıza uyan menülerden birini ve içmek istediğiniz bira sayısını seçiyorsunuz, akabinde size ortalama boyutlardaki bardaklarda çeşit çeşit bira geliyor. Böylece Belçika’ya özgü biraların hepsinin şöyle bir tadına bakmış oluyorsunuz. Bira bardaklarının boyutunu ise şu şekilde açıklayabilirim: İki kişi 10 bardak söyledik, ve sarhoş olmadık.
-Gidip Leffe ve Duvel içeceğim diye başka tatlardan mahrum kalmayın, onlardan Migros’ta da var. (Valla Migros reklamı değil)

 Çikolata

Brüksel’de her yerde, her daim karşınıza çıkacak, akşam 10’da her yer kapanınca bile açık kalmaya devam eden mekanlar belli, Çikolatacılar. Bir sürü çeşit, bir sürü seçenek mevcut. Adeta “dönerken Ceren’e ne alayım” sorusunun cevabı gibi, oradan buradan çıkıyor, hediyelik eşya ihtiyacınızı karşılıyorlar. Hangi çikolatacının daha iyi olduğu konusunda bir ipucu vermek istemiyorum, çünkü “sen ne anlarsın bre deyyus” diyebilirsiniz ama, ben buradaki çikolataların o kadar da hastası olduğumu söyleyemeyeceğim. Burada cezbedici olan konu, çeşitlilik.
-Ben çikolata ihtiyacımı Leonidas’tan giderdim ve ortalama bulsam da orayı tercih edebilirsiniz diye düşünüyorum.
-Vitrinlerde gördüğünüz çikolata kaplı çileğe kanacak olursanız, Godiva’dan almayın. Zaten Godiva Belçika markası bile değil ama, yine de olur da almaya heveslenirseniz çikolatası leş gibi. Leş gibi ağır bir tanım oldu di mi. Olsun, almayın siz.
-Grand Place’dan dalacağınız her sokak çikolatacı dolu. Birkaç farklı çikolatacıyı deneyerek favorinizi bulabilirsiniz. Ancak eğer şehir değiştirmeyi düşünüyorsanız, Brugge’daki çikolatacılar daha güzel, çikolata alışverişinizi oraya saklayabilirsiniz.

Waffle

Brüksel’in en güzel yanı, sokaklarda daimi olarak burnunuza gelen waffle kokusu. İnsanı obez olmaya sürükleyen bu kokuya karşı koymanız mümkün değil. Herhangi bir kafeye oturduğunuzda waffle bulmanız mümkün, ancak hepsi aynı derecede güzel değil tabi ki.
-Burada waffle siparişi verdiğinizde önünüze gelen şeye “BU WAFFLE DEĞİL Kİ” tepkisi verebilirsiniz. Hayır, o bir waffle. Ve evet bizdekilerden biraz farklı olduğu aşikar. Siyah, beyaz, muz, çikolata, kestane Allah ne verdiyse tekniğimizi orada uygulamamız biraz zor olabilir. Ancak yine de oldukça lezzetli. Denemeden döneni linç ediyoruz.
-Lezzet pınarı gibi bir waffle için, Waffle Factory’nin ününe kapılmayın, önünden geçip giderek Dandoy’a uğrayın, bu iyiliğimi de unutmayın.

Le Pain Quotidien
İstanbul’da da karşınıza çıkabilecek bu zincir, aslında Belçika çıkışlı ve oldukça lezzetli bir kahvaltı için kesinlikle doğru adres. İstanbul’da olan yeri niye tavsiye ediyorsunuz demeyin, ben de sabah çok aç olmam nedeniyle hadi şurada yiyelim bari diyerek girdiğim bu mekanda yediklerimi çok beğenip, Brüksel’deki favori kahvaltı mekanım ilan ettim.
-Grand Place’ı kutup yıldızımız olarak belirlediğimizi fark etmişsinizdir. Bu yüzden siz de oraya çok yakın olan Galeries Royales Saint Hubert şubesine uğrayabilirsiniz.
-Masalarda duran marmelat, ve çikolatalı bir takım şeylerden, beyaz çikolata içerikli olanı deneyin. Akabinde çalma kararı da alabilirsiniz. Ama çalmayın. Çünkü zaten satıyorlar.
Bunlar dışında;
-Turist istilasına uğramamış bir yerde patates denemek istiyorsanız Rue de Midi de bulunanManneken Frites’i deneyebilirsiniz. Fiyatlar uygun, patates lezzetli.
-Her şehirde Hard Rock Cafe‘ye uğramak gibi bir geleneğiniz varsa, buradaki tam olarak Grand Place da bulunuyor.

Alışveriş

Alışveriş yapmak gibi bir niyetiniz varsa uğramanız gereken bölgeler, Rue Neuve ve Rue Antoine Dansaert. Rue Neuve daha çok hazır giyim üzerine, birçok bilinen markayı bulmanız mümkün. Civarında alışveriş  merkezleri bulmanız da mümkün. Antoine Dansaert ise daha farklı tasarımcılar bulabileceğiniz bir bölge. Hatırlatmakta fayda var, 18:00’dan sonra mağazalar genellikle kapanıyor.
-Eğer sizin çocukluğunuz da benim gibi “Tintin” okuyarak geçtiyse gülümseyin, başkentine geldiniz. Tişört, bardak, kitap, kart ne ararsanız alacağınız çok sevimli bir mağaza mevcut, bence buraya kesinlikle uğramalısınız. Grand Place’dan, Galeries Royales Saint Hubert’e doğru giden sokağa girerseniz görmemeniz mümkün değil.

-Brüksel anneannenizi küçük sürprizlerle şaşırtmak için harika bir yer. Neden? Çünkü ortalıkta dantel alabileceğiniz bir sürü yer mevcut. Benim anneannem “ben daha güzelini yaparım” diye sinirlense de, sizin anneanneniz belki yeniliklere açık bir kadındır. Dayayın danteli.
-İnternette, Brüksel’de de Forever 21 bulunduğuna dair bilgiler görebilirsiniz, ancak mağazada yangın çıktığı için maalesef artık yok. En azından henüz tekrar açmak gibi bir girişimde bulunmamışlar.
-Alışveriş konusunda devreleri yaktıysanız sizi Urban Outfitters ve Forever 21’i de bulabileceğiniz Antwerp’e alalım. Bu yüzden Antwerp ile ilgili her türlü bilgi şurada mevcut: http://oitheblog.com/2013/11/20/hizlandirilmis-antwerp-turu/
İpuçları
-Pazar günü her yer kapalı. Nerdeyse tuvaletleri bile kapayacaklar. O yüzden hiçbir işinizi pazara bırakmayın.
-Brüksel’e özel bir ilginiz yoksa ve sadece turistik bir gezi yapmak amacındaysanız, 3 gün bence kesinlikle yeterli.
-Sokak ve cadde isimleri hem Flemenkçe hem de Fransızca yazıyor, iki adet tabela görürseniz kafanız karışmasın.
-Gözünüz duvarlarda olsun. Her an her yerde dev bir çizgi roman çizimi, ya da muhteşem sokak sanatı örneklerine şahit olabilirsiniz.

Brüksel Gezisi Hakkında Bilgiler


Belçika‘nın başkenti olan Brüksel, Avrupa’nın en önemli şehirlerinden biri. Avrupa Birliği’nin birçok önemli yapısına ev sahipliği yapmasının yanında şehirde yer alan turistik gezi noktaları ile her yıl milyonlarca gezgin buraya akın ediyor. Şehre günübirlik gelip gidenlerin sayısı ise azımsanamayacak kadar yüksek.

Brüksel aynı zamanda ülkemizden düzenlenen Benelux turlarının da vazgeçilmez adreslerinden biri. Paris, Lüksemburg, Amsterdam çıkışlı turların bir çoğu Brüksel’de en azından 1-2 gece konaklama içeriyor. Brüksel’e bu turlara katılarak gidebileceğiniz gibi kendi turunuzu oluşturarak da gidebilirsiniz. Tabi her şehirde olduğu gibi eğlenceli ve dolu dolu bir Brüksel gezisi için biraz araştırma yapmakta fayda var.

Brüksel Hakkında Bilgiler

Brüksel, Belçika’nın ve Brüksel Bölgesi’nin başkentidir. İçerisinde yer alan Avrupa Birliği ile ilgili birçok kurum nedeniyle Avrupa Birliği’nin başkenti de sayılmaktadır. Avrupa’da oynadığı önemli rolü ve merkezi bir noktada yer almanı nedeniyle kültürlerin eriyip birbirine karıştığı yer olarak da bilinmektedir. Bölgenin nüfusu yaklaşık 2 milyonken, Brüksel şehir nüfusu 1 milyondur.
Brüksel, 19. yüzyılda Belçika’nın şehir merkezinde bulunan birçok yapı yeni okul, askeri üs, saray ve idari bina inşası amacıyla yıkılmış ya da zarar verilmiş durumdaydı. Sonrasında yenilenerek günümüzdeki görünümüne kavuşmuştur. Fakat tarihin izlerini görmek yine de mümkündür. Brüksel şehir meydanı UNESCO dünya tarih mirası listesinde yer almaktadır. Orta Çağ esintileri ile 21. yüzyıl sürrealizmini bir arada görmek istiyorsanız Brüksel gitmeniz gereken bir Avrupa kentidir.
Brüksel Tarihi: Brüksel’in bir yerleşim yeri olarak kullanılması 7. yüzyıla kadar gitmektedir. Bu yüzyılda Senne Nehri kenarında günümüzde Place Saint Gery olarak bilinen şapelin yapımı ile yerleşim başlamıştır. Fakat Brüksel’in resmi olarak kuruluşu 10. yüzyılda Low Lotharingia Dükü Charles’ın şehri kurması ile gerçekleşmiştir.
Brüksel tarihi Brugge ve Köln ile bağlantısı ile zaman içerisinde hızla gelişmiştir. Şehrin ilk kısmı 11. yüzyılda tamamlanmıştır. Nüfus artışı ile bu dönemde şehir duvarları yapılmıştır. Bundan kısa bir dönem sonra şehir sakinlerini korumak ve endüstrileşmeyi artırmak için ikinci bir duvar inşa edilmiştir. 12. yüzyıldan itibaren Brüksel dünya tarih sahnesinde yer alan önemli bir kent olmaya başlamıştır. Brabant Dükü’nün Brüksel’i başkent yapmasının ardından şehrin yükselişi neredeyse 3 yüzyıl devam etmiştir. Bu dönemde en çok gelişen alanlardan biri ticarettir. Brüksel tarihinde ticaretin en canlı olduğu dönemlerden biri bu günlerdir. Paris ve Venedik gibi Avrupa devi şehirlere özellikle dekorasyon ürünlerinin ticareti yapılmaya başlanmıştır ve bu, büyük bir gelir kaynağı haline gelmiştir.
Brüksel tarihinde şehir mimarisinin canlandığı ve şekillendiği dönem 15. yüzyıla denk gelmektedir. Bu dönemde Belediye Binası ve kralın sarayı inşa edilen temel yapılardandır. Brüksel tarihinde 15. yüzyıl şehrin eski havasını geçici olarak kaybetmiştir. Eski günlerine V. Charles ile 16. yüzyıl başlarında tekrar kavuşmuştur. 16. yüzyılda nüfus artışı ile dikkat çekmektedir.
Brüksel için acı dolu dönemlerden biri Fransa Kralı XIV. Louis tarafından şehrin 17. yüzyılsonlarında bombalanmasıdır. Bu olay şehrin büyük bir kısmının harabe haline dönüşmesine neden olmuştur. 17. yüzyıl ise ekonomik gelişim ile Brüksel’in kendini gösterdiği bir dönem olmuştur. Bu dönemde çeşitli isyanlar meydana gelse de yine de gelişim ve yenilik ağırlıklı bir yüzyıl olmuştur. Hollanda Birleşik Krallığı’ndan Hollanda’nın bağımsızlığını kazanması ile günümüzdeki başkent oluşturulmuştur.
I. Leopold ile Brüksel yenilenmeye başlamıştır. Öncelikle şehir duvarları yıkılmış yerine şehri çevreleyen bulvarlar inşa edilmiştir. Şehirde bulunan metro hattı da bu dönemde yapılmıştır. 19. yüzyıla gelindiğinde Brüksel nüfusu yaklaşık 125.000’e ulaşmıştır.
I. ve II. Dünya Savaşları Brüksel tarihini etkileyen temel olaylardan biridir. Şehir büyük kayıplara uğramasa da savaşlardan her açıdan etkilenmiştir. 20. yüzyılın ortalarından itibaren modernleşme ve yenileştirme çalışmaları hız kazanmıştır. Bu dönemde ulaşım anlamında dev adımlar atılırken Brüksel ayrıca Avrupa Birliği’nin merkezi haline gelmiştir. 1970’lerden sonra politik yenilikler söz konusudur. Günümüz Brüksel tarihi ise mimari, sanat, refahı çağrıştıran ve Avrupa’da en çok ziyaret edilen yerlerden biri olan bir kenti yansıtmaktadır. Son zamanlarda Brüksel nüfusunun 1 milyonu geçtiği bilinmektedir.
Vize&Pasaport: Türk vatandaşlarının Brüksel gezisi için Belçika’dan Schengen Vizesi almaları gerekmektedir. Eğer güncel bir vizeniz yoksa Brüksel gezinizden önce vize almanız gerekiyor.
Dil: Fransızca, Flemenkçe ve Almanca ülkede en çok konuşulan diller olup İngilizce çoğu turistik bölgede konuşulmaktadır.

Resmi Tatiller
•             1 Ocak (Yılbaşı )
•             Paskalya Pazartesi – değişiyor
•             1 Mayıs (İşçi Bayramı)
•             21 Temmuz (Ulusal Gün)
•             15 Ağustos (Hz. Meryem’in Göğe Yükseldiği Gün)
•             1 Kasım (Azizler Günü)
•             11 Kasım (Anma Günü)
•             25 Aralık (Noel)

İklim & Gezi İçin En Uygun Zaman: Brüksel hava durumu tipik Kuzey Avrupa iklimi özelliklerini yansıtmaktadır. Kış döneminde soğuk günler yaşansa da bu günler sık sık görülmemektedir. Kış döneminde ortalama sıcaklık değerleri 2 – 5 derece arasında seyretmektedir. Brüksel’de ilkbahar yağmur demektir. Kısa süreli yağış geçişleri bu mevsimde yaşanmaktadır. Yaz ayları – Haziran ve Ağustos arası – genellikle ılıktır. Hava sıcaklığı 22 derece civarında seyretmektedir. Yaz dönemi de olsa akşam saatleri serin olabilmektedir. Bu nedenle yanınızda ince bir ceket bulundurmanızda fayda vardır.
Ilık yaz mevsimi, ılıman kışları ve yıl boyunca devam eden çeşitli programları ile aslında Brüksel gezi zamanı olarak her dönem uygundur. Fakat özellikle Temmuz ayı yoğun ziyaretçi akınının olduğu bir aydır. Hava sıcaklığının 23 derece civarında seyrettiği bu günlerde turistik noktalar oldukça kalabalık olabilmektedir.
Ağustos ayı nispeten daha sakin bir aydır. Çünkü bu dönemde yerel halkın bir kısmı izin kullanır ve bazı yerler bir süreliğine kapalı olabilmektedir. Ağustos ayında düzenlenen Grand Place Flower Carpet (Büyük Saray Çiçek Halısı) isimli festival Avrupa içinden birçok gezginin bu ayda buraya akın etmesindeki en önemli nedenlerden biridir.
Dikkat çeken diğer organizasyonların çoğu ise Aralık ayında düzenlenmektedir. Bu da Brüksel’de turist yoğunluğu yaşanan dönemlerden olmasını sağlar. Kış dönemi olmasına rağmen hava koşullarının ılıman olması da Brüksel gezi zamanı olarak uygun görülmesini sağlamaktadır.
Brüksel’de kış döneminde hava sıcaklığı 5 derece civarında seyretmektedir. Kimilerine göre Brüksel için en uygun gezi zamanı Nisan ve Mayıs aylarıdır. Gökyüzünün açık olduğu ve hava sıcaklığının ne çok soğuk ne de çok sıcak olduğu bu iki ay şehri gezmek, bisiklete binmek ve doğanın tadını çıkarmak için uygun dönemlerdir. Ayrıca turist yoğunluğunun bu iki ay içerisinde çok fazla olmaması da tercih edilme ihtimalini artırmaktadır.

Saat Farkı: Belçika, Türkiye saatinden 1 saat geridedir. Yani Türkiye’de saatler 14.00 ise Brüksel’de saat 13.00’tür.
Para Birimi: Brüksel’de Avrupa Birliği’nin resmi para birimi olan Euro kullanılır. 5, 10, 20, 50, 200 ve 500’lük banknotları bulunan Euro’nun 1, 2, 5, 10, 20, 50 Cent’lik bozuk paralarının yanında 1€ ve 2€’luk bozuklukları da vardır. 1 Euro 100 Cent’e eş değerdir. Mağazalar alışveriş esnasında 50 Euro üzeri banknot kabul etmeyebilir. (Brüksel’de alışveriş ile gerekli olabilecek tüm bilgileri Brüksel Alışveriş Rehberi sayfasında bulabilirsiniz.)
Elektrik: Brüksel’de Türkiye ile aynı priz tipi kullanılır. Elektronik aletlerinizi herhangi bir dönüştürücü olmadan sorunsuzca kullanabilirsiniz. Otel odalarında priz sayısı kısıtlı olabileceğinden yanınızda usb çoğaltıcı vb. bulundurmayı düşünebilirsiniz.
Telefon: Belçika’nın ülke telefon kodu +32,  Brüksel’in şehir kodu ise 02’dür. Yani Türkiye’den Brüksel’i arama yapmak için telefon numaranızı +322 xxx xxx şeklinde çevirmeniz gerekmektedir. Brüksel’den Türkiye’yi aramak içinse 00 90 222 555 xx xx şeklinde arama yapabilirsiniz.
Türk Konsolosluğu: Adres: 4, Rue Montoyer, 1000 Bruxelles/ Telefon: +32 2 548 93 40
Hastane, Eczane & Dişçi: Brüksel’de sağlık hizmetlerinden yararlanmanız gerekirse başvurabileceğiniz bazı hastane ve eczaneler şunlardır:
•             Helpline: 24 saat hizmet veren hastanede İngilizce konuşan çalışanlar da vardır. Telefon numarası 02 648 40 14’dir. Genel sağlık hizmetlerinin yanı sıra diş hekimi seçenekleri de mevcuttur.
•             Hospital St Pierre: 24 saat acil sağlık hizmeti sunan bu hastane merkezi bir noktada bulunmaktadır. Telefon numarası 02 535 31 11, acil durumlar için 02 535 40 51’dir. Adresi Rue Haute & Rue de l’Abricotier’dir.
•             Cliniques Universitaires St-Luc: Acil bölümü de bulunan bir hastanedir. Av. Hippocrate 10 adresindeki hastanenin telefon numarası 02/764 11 11’dir. Metro ile Alma istasyonundan ulaşılabilir.
Brüksel’de eczaneye gitmeniz gerekirse en merkezdeki seçenek Grande Pharmacie de Brouckère’dir. Passage du Nord 10 – 12 adresinde bulunmaktadır. Telefon numarası  02/218 05 07’dir. Metro ile De Brouckere istasyonundan ulaşılabilir.

Brüksel’de Gezilecek Yerler
 
Brüksel gezilecek yerler konusunda diğer Avrupa şehirleri kadar zengin seçeneklere sahip olmasa da 1-2 günlük bir gezi boyunca çok keyifli anlar geçirebileceğiniz yerlere sahip. Şehrin en güzel ve en hareketli noktası Grand Place. Başta Avrupa olmak üzere dünyanın en güzel meydanlarından olan bu meydan çevresinde birçok önemli yapı yer alıyor. Hotel de Ville yani Belediye Sarayı bunların en önemlisi. Şehrin simge yapılarından biri olan Manneken Pis yani İşeyen Çocuk Heykeli ise hemen meydana yakın bir konumda yer alıyor. Şehrin bir diğer ünlü simgesi Atomium ise şehrin biraz kenarında yer alıyor. Bu yapının hemen yanında Avrupa’daki önemli yapıların minyatürlerinin sergilendiği ünlü Mini Europe Park var. Cathedrale Saint-Michel et Gudule, Galeries Royales de Saint-Hubert ve Centre Belge de la Bande Dessinee ise şehirde gezip görmeniz gereken diğer önemli yerlerden.

HOLLANDA AMSTERDAM



Amsterdam’da Görülecek Yerler
Zamanınız varsa Oude Kerk Kilisesi, Magere Brug Köprüsü, Albert Cuypmarkt pazarı, Artis ZOO hayvanat bahçesi, Vondelpark, Hortus Botanik Bahçesi, Scheepvaartmuseum Denizcilik Müzesi, Nieuwe Kerk Kilisesi, Gizli Amstelkring Kilisesi, Nieuw Dakota Sanat Merkezi, Allard Pierson Müzesi, Yahudi Tarihi Müzesi, Jordaanmuseum, Rembrandt Evi, Het Grachtenhuis Kanal Evi Müzesi, Yazar Multatuli Müzesi, içinde sahibi ailenin yaşadığı özel Museum van Loon kanal evi, Verzetsmuseum II. Dünya Savaşı Direniş Müzesi, Erotic Museum, Hash, Marijuana and Hemp Museum, Heineken Bira Müzesi, Sex Museum, Dövme Müzesi, World Peace Museum, Tassen Museum Hendrikje Çanta Müzesi, Peynir Müzesi, Uitvaart Museum Tot Zover Cenaze Müzesi, Pijpenkabinet Pipo Müzesi, EYE Film Institute Film Müzesi, De Appel Sanat Merkezi, Amstelhof Hermitage Amsterdam Müzesi de Amsterdam’da gezilecek görülecek yerlerarasında.




















Amsterdam Gezi Rehberi           


İki kez gittiğim Amsterdam Hollanda’nın ekonomi, kültür, sanat ve turizm merkezi. Hakkında Amsterdam gezi notları yazdığım bu güzel kent kanalları, tarihi evleri, sanat müzeleri, modern yaşamı, kozmopolit halkı, gece eğlencesiyle Türkiye’den en çok gidilmek istenen yerlerden biri. İster tarih-kültür meraklısı olun, ister özgürce eğlenmek isteyin veya peynir gurmesi olun, Amsterdam’ı seveceksiniz. Hiçbiri size göre değilse, bu tarihi Avrupa kentinin sakinlik ve zarifliğini beğeneceksiniz. İşte size bir Amsterdam gezisi için bilgiler, pratik bir Amsterdam gezi rehberi.

Amsterdam Schiphol Havaalanından Kent Merkezine Ulaşım
Havalimanından merkezdeki Central Station‘a giden tren için biletinizi sarı-mavi makinelerden 3.90 Avroya alabilirsiniz, gişeden alırsanız yarım Avro daha pahalı. Çoğu makine banka ve kredi kartı da kabul ediyor. “Comfort class” bilet almaya gerek yok, “second class” bilet Sprinter, Intercity ve gece trenlerinde geçerli, sadece Thalys için değil. İstasyon havaalanının altında ve iki farklı hat var. Merkezdeki Centraalistasyonuna gitmek için Amsterdam Centraal veya Amsterdam CS yazana binmeniz gerekiyor. Hafta içi gece 1 ile 5 arası saatte bir tren var, onun dışında sık.


Amsterdam Central Station – Merkez İstasyon ulaşım bilgileri.

197 numaralı otobüsle Leidseplein’e gidebilirsiniz, OV-chipkaart ile bu yolculuk 2.38, biletle ise 4 Avroya mal olur. Mecbur kalmadıkça taksi tutmayın, 40-50 Avro tutar, kötü bir taksiciye denk gelmezseniz.



Amsterdam gezilmesi kolay bir kent. Gezilecek görülecek yerlerin tamamına yakını, merkezinde Central Station olan yarım daire içerisinde. Buradaki Old Center (eski kent merkezi) eşmerkezli altı tane iç içe kanalla çevreleniyor; Singel, Herengracht, Keizersgracht, Prinsengracht, Lijnbaansgracht ve Singelgracht. Bunlar Canal Ring‘i oluşturuyor. Bahsettiğim 2km yarıçaplı yarım dairenin içerisinde bütün önemli turistik yerler, oteller, ünlü gezilecek yerler bulunuyor. Kent nüfusunun yüzde doksanı, turistlerin hiç gitmediği, bu alanın dışında yaşıyor. Zamanınız varsa yürüyüş ve yemek için dışını da tavsiye ederim.



Birçok kişi Amsterdam’ı özgürlük ve hoşgörü konusundaki ünü nedeniyle ziyaret ediyor. Fuhuş yasal, yaygın ve görülür durumda. Küçük miktarda esrar satışı ve kullanımına (yasal olmasa da) izin veriliyor. Ancak bunlar “ne istersem yaparım” anlamına gelmiyor. Her türlü eğlencenin, görüşün, cinsel eğilimin, insanın yadırganmadan kabul gördüğü bu kentte sorumlu davranalım. Örneğin bisikletleriyle kuğu gibi süzülen insanların yolunu kapatmayalım.
Bu arada Hollanda’nın bir uyuşturucu ülkesi veya esrarın tamamen serbest olduğu bir yer olduğuna dair yanlış bir genel kanı var. Dünyada esrarın üretimini, dağıtımını ve satışını (denetim altında) yasallaştıran tek ülke Uruguay olup, ülkeyi merak edenler gezi yazılarımı okuyabilir. Gelelim Amsterdam gezi rehberi olarak yazdıklarıma.




Amsterdam’da Gezilecek Yerler
Amsterdam gezilecek yerler bakımından zengin ve renkli bir kent. Çoğu yere yürüyerek gidebilirsiniz.

1. Dam Meydanı
Şehrin kalbi olan Dam Meydanı görülmeden olmaz. 1808 yılında Napolyon ve birlikleri kenti işgal ettiğinde yönetimi bu meydanda devraldılar. Meydana hakim Kraliyet Sarayı (Koninklijk Paleis) eskiden belediye binasıydı. Klasik tarzdaki ön cephesi ve güzel heykelleri, kente ve yönetimine övgü için yapılmış. Dam Meydanı bugün rengarenk, huzurlu ve ünlü bir yer. Bu fotoğrafım ilk gidişimden olduğu için eski.


Dam Meydanı (Square)

2. Madame Tussauds Müzesi
Dam Meydanı’nda bulunan alışveriş merkezinin üst dört katındaki Madame Tussauds Müzesi’nde Hollanda tarihini canlandıran sergiler ve hem Hollanda’dan hem de uluslararası ünlü kişilerin, sanatçı, oyuncu ve politikacıların balmumu heykelleri var. Burayı bir müzeden çok eğlence yeri olarak görebiliriz. Bilet ücreti yetişkinler için 22 Avro, çocuklar için 18 Avro. Bu fotoğraf da ilk gidişimden ama yazıdaki bilgiler güncel.


3. Rijkmuseum Devlet Müzesi
Hollanda’daki dünyanın en büyük ve seçkin sanat müzelerinden olan Rijkmuseum eşsiz bir tablo, baskı ve fotoğraf koleksiyonuna sahip. Kısa süre önce yenilenen, Museumstraat Caddesi’nde yer alan müzedeki sanat eserleri Orta Çağdan Rönesans’a ve yirminci yüzyıla kadar kronolojik bir sırayla dört katta sergileniyor.

Rijkmuseum Amsterdam, Hollanda.

Müzenin girişi 18 yaş üzerine 15 Avro, 18 yaş altındakiler ve Museumkaart sahiplerine ücretsiz. Yılın 365 günü 09:00 ile 16:30 arası açık olan müzenin girişinde çok sıra oluyor. Museumkaart veya e-bilet alırsanız ya da biletinizi otelden alırsanız sadece dışarıdaki herkesin beklediği sıraya girer, gişe sırasına girmezsiniz. Central Station’dan 2 veya 5, ya da Zuid istasyonundan 5 numaralı tramvaya binip Hobbemastraat durağında inerek ulaşabilirsiniz.

4. Anne Frank Evi
Amsterdam’da görülecek yerler arasında en ünlülerden biri kuşkusuz Anne Frank Evi. Kanal kenarı evlerinden birindeki gizli ilave bölümde iki Yahudi aile İkinci Dünya Savaşı’nda 2 yıl Nazilerden saklandı. İhbar edilip yakalanarak Bergen-Belsen toplama kampına götürüldüler. Kampta öldüğünde 15 yaşında olan Anne Frank, bu evde yazdığı günlüğüyle tüm dünyaca tanınır hale geldi.




Anne Frank Müzesi’nde gizli odaları, günlüğün orijinalini ve Nazi dönemindeki nefreti anlatan bir sergiyi görebilirsiniz. Sabah 09:00’da açılan müze kışın 19:00, yazın 21:00’de kapanıyor. Giriş yetişkinlere 9 Avro, 10-17 yaşlara 4.5 Avro, küçüklere ücretsiz. Kent merkezindeki Prinsengracht Caddesi 263 numaradaki Anne Frank Evi’ne Central Station’dan yürüyerek en fazla 20 dakikada gidebilirsiniz. 13, 14, 17 numaralı tramvaylar ve 170, 172, 174 numaralı otobüslerle Westermarkt durağında inilerek de ulaşılabilir.

5. Van Gogh Müzesi
Van Gogh Müzesi’nin ilginç Mimarili iki binasından biri Hollandalı Gerrit Rietveld, diğeri Japon Kisho Kurokawa imzalı. Dünyanın en zengin Vincent Van Gogh koleksiyonunun yanı sıra 19. yüzyıldan diğer sanatçıların eserleri de sergileniyor. Yetişkin bilet ücreti 17 Avro olup, 18 yaş altı ve I amsterdam kartı sahiplerine ücretsiz. 09:00 ile 17:00 arasında açık olan Van Gogh Müzesi, Cumaları 22:00’de kapanıyor. Paulus Potterstraat Caddesi 7 numaradaki müzeye 2 veya 5 numaralı tramvaya binip Van Baerlestraat durağında inerek gidebilirsiniz. Kendi kulağını kesen büyük ressama saygılar.




6. Stedelijk Müzesi
Dünyanın en zengin modern sanat koleksiyonlarından birine sahip Stedelijk Müzesi veya Belediye Müzesi, küvete benzeyen acayip bir binada. Doksan bin modern resim, heykel, fotoğraf, grafik, tasarım ve video sergilenen Stedelijk Müzesi Amsterdam’da gezilecek yerler arasında en önemlilerinden birisi. Tam bilet 15 Avro, öğrenci 7.5 Avro, 18 yaş altı ücretsiz. 10:00-18:00 arası açık olan müze, Perşembeleri 22:00’de kapanıyor. 2 veya 5 numaralı tramvaya binip Van Baerlestraat durağında inerek ulaşabilirsiniz.




7. Amsterdam Kanalları
Kent güzel kanalları sayesinde “Kuzeyin Venedik’i” olarak anılıyor. Kanal tursuz bir Amsterdam gezisieksik kalır. Kanalları ve eski evleri iyice görebilmek için gündüz, büyüleyici ve romantik bir gezi için ise köprülerin ve evlerin aydınlatıldığı akşam saatlerini tercih etmek uygun olur. Amsterdam kanallarının merkezdeki en önemlileri, Prinsengracht, Herengracht, Keizersgracht ve Singel adlı ana kanallar. Jordaan semtinde de çok sayıda küçük ve güzel kanal var.


Kentte kanal turu yapan çok sayıda firmanın teknelerini merkezde görmek mümkün. Örneğin bir kanal gezisini yukarıdaki gibi teknelerle gündüz 13 Avro, akşam 15 Avroya yapabilir, ya da 60 Avroya şık bir teknede iyi bir akşam yemeği eşliğinde kanalların keyfine varabilirsiniz.

8. Begijnhof
Eski evlerle çevrili bu avluda Orta Çağ’dan kalma bir kilise ve 34 numarada Amsterdam’ın en eski evi var. Dam Meydanı’na çok yakın olan Begijnhof’da eskiden rahibeler yaşarmış, bugün de bekar kadınlar yaşıyor. Sakinleri rahatsız etmemek için gürültüden kaçınmak gerekiyor. Hollanda’da sakin bir yaşam adası.




9. Red Light District
Amsterdam’ın ünlü kırmızı ışık semti Red Light District fuhuş semtinden çok turist ailelerin bile güvenle gezdiği bir eğlence merkezi gibi. Kanal kenarındaki evlerin kırmızı ışıklı pencerelerinde çalışan kızlar kendilerini sergiliyorlar. Fotoğraf çekmek yasak, makineniz elden gidebilir. Çok güvenli ve sürekli kamerayla polis gözetiminde bir bölge olsa da gece ve ara sokaklardan geçerken dikkatli olmakta yarar var. Yasal fuhuşun merkezi olmasına rağmen bir yaşam alanı olmayı da sürdüren Red Light District kafe, bar, genelev, lokanta, sex shop, gece kulübü dolu. İlginç görülecek yerler arasında.




10. Rembrandtplein
Rembrantplein Meydanı heykelleri, pub’ları, lokantaları, kefeleri ve otelleriyle turistler için görülmesi gereken yerler arasında yer alıyor. Gerçek Hollanda müziği çalan geleneksel barlar var. Yazın teras kafeler dolup taşıyor. Meydandaki küçük parkta banka oturup dinlenerek etrafı seyretmek hoş. Bu parkta, semtte yaşamış olan ressam Rembrandt’ın en ünlü eseri Gece Nöbeti (Night Watch) tablosu dökme bronz heykellerle temsil ediliyor. Hemen arkasında gördüğünüz yüksek olan ise Rembrandt’ın heykeli. Gece kulüpleri, barlar, pırlanta ve hediyelik eşya dükkanları var.
 
11. Leidseplein
Leidseplein Meydanı ve çevresi Amsterdam’ın en ünlü gece hayatı semti. Restoranlar, kulüpler, canlı jazz ve blues çalan barlar, Coffee Shop’lar, sinema ve tiyatrolarıyla renkli ve canlı bir bölge. Sokak müzisyenleri, hokkabazlar, ateş yutanlar, çeşit çeşit göstericiler gece meydanı şenlendiriyor.

12. Amsterdam Müzesi
Kent merkezindeki müze Amsterdam tarihini anlatıyor. Sabit sanat eserlerinin yanı sıra halk, sanat, moda, el sanatları üzerine süreli sergiler de düzenleniyor. 1578’den itibaren yetimhane olarak kullanılan binası 18. yüzyılda klasik tarzda yenilendi, 1976’da Amsterdam Tarih Müzesi oldu. 10:00-17:00 arası açık olan müzenin tam bilet ücreti 10 Avro. 5-18 yaşlara 5 Avro, 65 yaş üzerine 7.5 Avro. 5 yaş altı çocuklara, Museumkaart, I amsterdam City Card sahiplerine ücretsiz. Dam Meydanı’ndan birkaç dakikada yürünebiliyor; Kalverstraat Caddesi, 92 numarada.


13. Coffeshops


Coffeshop’lar Hollanda hükümetinin 1970’lerde “sert” ve “hafif” uyuşturucuları yasada ayırmasından bu yana Amsterdam’da bulunuyor. Normal kafelerle karıştırılmaması gereken, pencerelerinde resmi çıkartma olan Coffeeshop’larda sınırlı miktarda esrar (cannabis) ve haşhaş (marihuana) satılıyor. Ortamı görmek için bir tanesine girilebilir, içmeyin sakın.


Amsterda’da esrar satılan bir coffeeshop.

14. Yeldeğirmenleri
Hollanda deyince akla yeldeğirmeni gelir ve Amsterdam merkezinde bile sekiz tane var ama sadece ikisi ziyaret edilebiliyor. Bunlardan birisi aşağıda gördüğünüz Molen van Stolen adlı, Akersluis Caddesi’ndeki ünlü ve turistik yeldeğirmeni. Ancak ben çok daha az bilinen De Otter yeldeğirmenini tavsiye ederim. Jordaan semtinin Ledenberchstraat Caddesi’nde ve Dam Meydanı’ndan yürüyerek 15 dakika sürüyor. Sahibi burada lüks apartmanlar inşa etmek isteyen kent planlamacılarıyla mücadele ediyor. Testere işi olarak türünün son örneği olan bu yeldeğirmeni her an yok olabilir.



Amsterdam’da Görülecek Yerler
Zamanınız varsa Oude Kerk Kilisesi, Magere Brug Köprüsü, Albert Cuypmarkt pazarı, Artis ZOO hayvanat bahçesi, Vondelpark, Hortus Botanik Bahçesi, Scheepvaartmuseum Denizcilik Müzesi, Nieuwe Kerk Kilisesi, Gizli Amstelkring Kilisesi, Nieuw Dakota Sanat Merkezi, Allard Pierson Müzesi, Yahudi Tarihi Müzesi, Jordaanmuseum, Rembrandt Evi, Het Grachtenhuis Kanal Evi Müzesi, Yazar Multatuli Müzesi, içinde sahibi ailenin yaşadığı özel Museum van Loon kanal evi, Verzetsmuseum II. Dünya Savaşı Direniş Müzesi, Erotic Museum, Hash, Marijuana and Hemp Museum, Heineken Bira Müzesi, Sex Museum, Dövme Müzesi, World Peace Museum, Tassen Museum Hendrikje Çanta Müzesi, Peynir Müzesi, Uitvaart Museum Tot Zover Cenaze Müzesi, Pijpenkabinet Pipo Müzesi, EYE Film Institute Film Müzesi, De Appel Sanat Merkezi, Amstelhof Hermitage Amsterdam Müzesi de Amsterdam’da gezilecek görülecek yerlerarasında.



Museum Card ve I amsterdam Card

Museum Card (Museumkaart) Bir yıl geçerli müze kartı yetişkinlere 59.90 Avro, 18 yaş altına 32.45 Avro. Bir form doldurup parasını ödeyince, yanında avantajlarını anlatan bir kitapçıkla birlikte hemen veriliyor. Müze kartı müzelerden ve Leidseplein 26 numaradaki Uitburo’dan alınabiliyor.

Kısa süreli ziyaretler için ise I amsterdam Card mantıklı olabilir. Bu kart kentteki müzelere ve toplu taşımaya ücretsiz erişim ve birçok turistik yerde indirim sağlıyor, yanında bir de kent haritası veriliyor. Bu I amsterdam City Card veya Amsterdam Card adlı indirim kartının ücretleri süreye göre değişiyor; 48 saat geçerli I amsterdam City Card ücreti 59 euro, 72 saat geçerli I amsterdam City Card indirim kartı fiyatı 69 euro, ve 96 saat geçerli Amsterdam Kart ücreti 79 euro. Bu turist indirim kartı ile süresi boyunca tüm toplu taşımadan (tramvay, otobüs, metro) ücretsiz yararlanabilirsiniz, ki 48 saatlik ulaşım kartı 12 eurodur. Ayrıca ücretsiz bir Volendam Marken arası kanal gezisi (normalde fiyatı 16 euro) yapabilir, Van Gogh Müzesi (17 avro), De Nieuwe Kerk (15 euro), Artis Royal Zoo (19.95 euro), Stedelijk Museum (15 euro) ve Het Scheepvaartmuseum (15 euro) adlı turistik yerleri parasız ziyaret ederek kartsız 110 euro tutacak bir Amsterdam gezisini bedava gerçekleştirebilirsiniz.

I amsterdam City Card adlı indirim kartını Schiphol Havaalanı Arrivals 2 terminalindeki Holland Tourist Information bürosundan, Arrivals 4 terminalindeki Connexxion Help Desk yardım masasından, kent merkezindeki Central Station karşısındaki Stationsplein’den, Museumplein 4’te Museumshop’tan, Waterlooplein’deki Operadan ve bir çok müzeden satın alabilirsiniz.

Hollanda dünyada yaşam kalitesi en yüksek ülkeler arasında yer alıyor.

Amsterdam’da Bedavaya Yapılacak Şeyler

Pahalı bir kent olan Amsterdam’ı ucuza gezmek istiyorsanız önerilerim var. Öncelikle otele para vermeyip ilgili yazımda anlattığım CouchSurfing ağı sayesinde evlerde bedava kalın. Bu sisteme üye olmak istemezseniz arama motorlarına “home stay” yazıp aratarak otel ve hostellerden daha ucuza yerel halkın evinde oda kiralayabilirsiniz. İşte size Amsterdam’da bedava yapılacak şeyler:

Para harcamadan bir gün: Kanalları dolaşın, Bloemenmarket çiçek pazarını ve Albert Cuypstraat pazarını ziyaret edin,  Magere Brug Köprüsü’nü görün ve akşam üzeri Vondelpark’ta dinlenin.
The Eye Film Museum: Alt katında ücretsiz sergi var.
River IJ GVB tekneleri: Central Station’un Kuzey tarafından kalkan teknelerle gezi bedava.
Ücretsiz öğle vakti konserleri: Concertgebouw (her Çarşamba 12:30), Het muziektheater (her Salı 12:00), MuziekGebouw aan’t IJ (ayın ikinci Salısı 12:30), Ignatiushuis (her Salı 12:30), Westerkerk Kilisesi (her Cuma org konseri, 13:00).
Cuma akşamı paten: Her hafta farklı bir rota izleyen, ücretsiz ve neşeli paten turu.
Nemo Science Müzesi Terası: Yazları müzenin terasından manzarayı izleyebilirsiniz.
OBA Amsterdam Halk Kütüphanesi: Oosterdokskade’deki kütüphanede gazete-dergi okuyup dinlenebilirsiniz. En üst kattaki terasının manzarası güzel.
Rijksmuseum’un bahçesi: Mimari örnekleri.
Schuttersgallerij: On yedinci yüzyıl tabloları sergileniyor.
Vondelpark open-air theatre: Açık hava tiyatrosunda yazları Cuma akşamları, Cumartesi ve Pazar günleri etkinlikler yapılıyor.
Bostheater open-air theatre: Amsterdam Kalesi’ndeki açık hava tiyatrosunda Pazarları ücretsiz karaoke partileri oluyor. Yiyeceğinizi götürürseniz buradaki mangalları kullanabilirsiniz.

Başka bir yazımda Amsterdam’da eğlence, yeme-içme ve alışverişten bahsedeceğim.


Amsterdam:
                           Gezilecek Yerler ve Hayatta Kalma Rehberi
                 
Amsterdam’a Ne Zaman Gidilir?

Amsterdam’ın kişisel tarihimde önemli bir yeri var. “Hayatım boyunca en çok üşüdüğüm şehir” tanımlamasını yıllardır kimseye kaptırmayan Amsterdam’a, benim gibi yaz insanıysanız, mümkünse yazın gidin. Hadi yazın gitmediniz, sonbahar başı, ilkbahar sonu gidin. Biz Türkiye’de böyle bir soğuğa alışkın olmadığımızdan olsa gerek, orası  10 derece bile olsa, Türkiye’deki  10 dereceye kıyasla çok daha keskin ve vurucu bir soğuk oluyor.

Amsterdam’da Ne Giyilir?

Kişisel deneyimimden yola çıkacak olursak, ben Amsterdam’a ilk kez Kasım ayında gittim. Her yurdum insanı gibi, internete girip hava durumuna baktım, Türkiye’den “birazcık” daha soğuk olduğunu gördüm ve kıyafetlerimi ona göre seçtim. Fakat oraya gittiğimde kıyafetlerim o kadar yetersiz geldi ki, 2 günümü kiraladığımız evde yatak döşek yatarak geçirdim. Benim bu muhteşem deneyimimden ders çıkarmak gerekirse, sıcak olmayan bir dönemde gidecekseniz, hava durumunu Türkiye ile bir tutarak değerlendirmeyin. Oradaki iklim bir başka. En kalın kıyafetlerinizi alın. Hatta bu tip iklime sahip yerlere daha önce gitmişliğiniz yoksa, önce gidip daha kalın kıyafetler satın alın ve onlarla gidin.

Giyim konusunda göz önünde bulundurmanız gereken bir nokta da, ani yağmurlar. Yanınızda mutlaka bir yağmurluk ya da bere bulundurun. Ben ilk gün yanıma almadığım saçım ve makyajımla Japon korku filmi karakterlerinde dönmüştüm. Instagram’a fotoğraf koyamazsınız sonra.
Son olarak eğer yazın gidecekseniz, göz önünde bulundurmanız gereken tek konu, büyük ihtimalle bisiklete binecek olmanız. İlk günler Amsterdam halkının yarattığı çılgın bisiklet trafiğine adapte olamayabilir, çeşitli düşme/çarpışma tehlikeleri atlatabilirsiniz. Bu gibi durumlarda bacaklarınızın yara bere içinde kalmaması açısından, şort, etek vs. yanında kot, pantolon gibi şeyler götürmenizde de fayda var. Önce sağlam kalın, sonra gezersiniz.
Amsterdam Bütçesi ve Amsterdam’da Konaklama Mevzusu

Amsterdam, ne Paris kadar pahalı ne de Berlin kadar uygun. Tabi bu tamamen kişisel bir yorum ve bulunduğunuz aktivitelerle de alakalı. Konuyu günlük harcamalardan yola çıkarak detaylandıracak olursak;
-Kahve: 2,3 Euro civarı
-Su: 1,5-2 Euro civarı
-Ortalama, hafif iyiye çalan bir bir restoranda ana yemek: 14-20 Euro arası
-Bira: 3-5 Euro arası
Tabi ki burada bütçenizi minimuma çekmenin çeşitli yöntemleri de var;

-I-Amsterdam Card: Bu kart,Van Gogh Musem ve Stedelijk Museum gibi müzelerin de içinde bulunduğu yaklaşık 40 müzeye giriş, kanal turu, geçerlilik süresi boyunca toplu taşıma araçlarını limitsiz kullanma gibi çeşitli olanaklar sağlıyor. 24, 48 ve 72 saatlik olarak 3 farklı versiyonu var. Sırasıyla 42, 52, 62 Euro gibi bir fiyatlandırması var. Birçok şehirde bu “turist kartı” sistemi uygulanmasına rağmen, paranızın karşılığını en iyi şekilde alabileceğiniz şehirlerden biri kesinlikle burası. İnternetten satın aldıktan sonra, Amsterdam Schipol Havaalanı dahil birçok noktadan teslim alma imkanınız da var. Kesin bilgi: Bu kartı satın almak, kesinlikle daha az para harcamanızı sağlıyor.  Daha detaylı bilgi için:http://www.iamsterdam.com/en-GB/experience/deals/i-amsterdam-city-card

-Amsterdam’da ev kiralama ya da Hostel: Hostel, yurtdışında konaklamanın en uygun yoludur. Bu şekilde hem yeni insanlarla tanışabilir, hem konaklamaya ayıracağınız parayı başka şeylere harcayabilirsiniz. Ben bir takım hırsızlık olaylarının yaşanabilmesinden ve tek kişilik oda bulamadığım takdirde tanımadığım insanlarla aynı yerde uyumak durumunda kalmamdan dolayı, genellikle başka seçenekler bulmaya çalışanlardanım. Ama Amsterdam’da durum böyle değil. Çok da ucuz bir hostel olarak kabul edemeyeceğiniz St Christophers Inn at the Winston, kalabileceğiniz en güzel hostellerden biri. Kesinlikle tavsiye ederim. Zaten orada kalmasanız bile önünün her daim manyaklar gibi kalabalık olmasından ne kadar sevildiğini fark edeceksiniz.

Konaklamayla ilgili otel dışı ikinci bir seçeneğiniz de ev kiralamak olabilir. Biz, PH Apartment Suits aracılığıyla, şehir merkezinde, klasik Hollanda stili binalardan birinde, gayet güzel dekore edilmiş bir dairede kaldık. Birkaç kişi kaldığınız takdirde, ödemeyi bölüştüğümüz için, makul bir fiyata denk geldi. Özellikle kalabalık gidecekseniz kesinlikle değerlendirebilirseniz, gayet güvenilir ve akıllıca. İlgileneneler için:http://www.booking.com/hotel/nl/prince-hendrik-suites.tr.html

-Bunlar dışında eğer bizim gibi ev kiralamış bulunduysanız ya da Türkiye’ye dönerken peynir, stroopwafel, bira gibi Hollanda’ya özgü bir şeyler almak niyetindeyseniz adresiniz şehrin dört bir yanında bulunanAlbert Heijn marketleri. Buradan daha uygun fiyatlı bulma ihtimaliniz düşük.
  Amsterdam’da Coffee Shop Meselesi
Yukarıda da söylediğim gibi, uyuşturucu kötüdür, uyuşturucu kullanmayın, uyuşturucu tüm kötülüklerin anasıdır ve yerin dibine batsın-dır. İkinci kez sosyal mesajımı verdikten sonra, her ne olursa olsun, Amsterdam rehberi hazırlayıp Coffee Shop’lardan bahsetmemek, yüz binlerce insanı “birkaç çapulcu” diye nitelendirmekten farksız olacağından, gördüklerimi bildiklerimi aktarmak istiyorum.

Amsterdam’da sabah 8’de kahvaltı yapmak için dışarı çıktığınız andan itibaren, sokakta bulunduğunuz süre boyunca her daim burnunuza “ot kokusu” gelecek, kaçarınız yok. İlk başta “yok canım, sabahın köründe de içmiyorlardır artık” falan diyorsunuz ama yok, gayet de içiyorlar. Herhangi bir köşe başında, bir ara sokakta ya da caddede Coffe Shop görmeniz mümkün. Anladığım kadarıyla, özellikle turistler arasında en popüler olanı “The Bulldog”. Bir zincir olduğu için, Red Light Disctrict dahil birçok yerde görebilmeniz mümkün.
Coffee shop’larda kesinlikle alkol satılmıyor. Bu konuda çok katılar ve özellikle turistik olanların girişlerinde belirtiliyor.

Amsterdam Gezilecek Yerler

Amsterdam’da yapacak şey çok. Hiçbir yere gitmezseniz, bisikletinizle şehrin sokaklarında güvenle kaybolabilirsiniz. Ne acıdır ki, Türkiye’de “bisiklet” ve “güven” sözcüklerini bir arada bile kullanamayacağınız için, oradayken keyfini çıkarın derim. Bir turist olarak, ilk gidişiniz ise, görmeden dönmemeniz gereken birkaç yeri sıralamak gerekirse:

Red Light District

Bildiğiniz üzere Hollanda’da, fahişelik legal. Amsterdam’da, 18 yaşın üstünde bir Avrupa Birliği vatandaşıysanız, gidip fahişe olmanızın hiçbir sakıncası yok. Son derece legal ve bir meslek olarak kabul ediliyor. Yeter ki kurallara uygun hareket edin, ve mesleğinizi sokakta değil, izin verilen bölgelerde icra edin.

Red Light District, Türkçesiyle, “Kırmızı Fener Mahallesi/Bölgesi” ise, çoğumuzun bildiği gibi, Amsterdam’da bulunan, bu işlere ayrılmış, bu nedenle namı alıp yürümüş olan bölge. Bu şekilde tanıtıldığında kulağa ürkütücü gibi gelse de, aslında civarında Amsterdam’ın en eski kiliselerinden Oude Kerk’in, coffee shopların, kafelerin bulunduğu, son derece turistik ve güvenli bir bölge. Öyle ki, insanlar gecenin bir vakti çocuklarıyla bile gelip dolaşıyorlar, camların içinde kendilerini sergilemekte olan bayanları inceliyorlar ya da sırf yollarının üstü olduğundan kafalarını bile kaldırmadan geçip gidiveriyorlar.
Burayla ilgili aklınızda bulundurmanız gereken birkaç ipucu var:

-Kesinlikle -vitrinlerin- içindeki ablaların fotoğrafını çekmeyin. İnanılmaz agresifleşiyor, hatta bulundukları yerden çıkıp sizi kovalayabiliyorlar. 4 kız Amsterdam sokaklarında topuklarımız popomuza vura vura kaçmak zorunda kaldık, oradan biliyorum.

-Camında kırmızı ışık yananlar kadın, mavi ışık yananlar transeksüel oluyor-muş.

-Civarda uyuşturucu ya da kadın pazarlamaya çalışan, nedendir bilinmez genellikle zenci olan arkadaşlar olabiliyor. Onlarla muhattap olmayın. Çünkü söz ettiğimiz bu iki şey Amsterdam’da legal olsa da, bu arkadaşlarla iletişim kurarak ulaşılmaya çalışıldığı takdirde, illegal bir duruma dönüşüyor.

-Bölgede çeşit çeşit show’lar mevcut. Özellikle “Casa Rosso” benim aylarca, “Dünyanın bir yerinde böyle bir şeyin mütemadiyen devam ettiğine inanamıyorum” diye dolaşmama neden oldu. Eğer mideniz kaldırmıyorsa, seks turizmi etik değerlerinizle hiçbir şekilde bağdaşmıyorsa gitmeyin. Çünkü “Casa Rosso”, “Live Sex Show” olarak adlandırabileceğimiz bir etkinlik.  Oldukça dürüst bir adlandırma oldu, çünkü etkinliğin içeriği tam olarak bu. Akşam 7’den gece 3’e kadar açık. 1 kişi, 2 içki dahil, 50 Euro.

Konuyla ilgili merakını gideremeyenler için, şöyle bir şey mevcut:

Rijksmuseum

Rijksmuseum

Coffee Shop’lar ve Red Light District gibi nadide bölgeleri keşfettikten sonra ani bir kararla müzelere geçiş yapıyoruz. Rijksmuseum, Hollanda’daki en büyük sanat ve tarih müzesi. Diğer önemli müzelerin de bulunduğu Museumplein bölgesinde. Müzenin bir kısmı, çok uzun süredir tadilattaydı ancak 2013 yılında tekrar kullanıma açıldı. Özellikle Vermeer, Rembrandt, Jan Steen gibi sanatçıların eserlerini görmek isterseniz, kesinlikle ziyaret etmelisiniz.

-Her gün 9 ile 17:00 arası açık. I-amsterdam Card ile kapıdaki sıraları atlatabiliyorsunuz. Giriş 15 euro.

-Orada tanıştığımız Hollandalı arkadaşlar buranın adını “RAYKS” diye telaffuz ediyor. Öyle söylemezseniz de genellikle anlayamıyorlar. Aklınızda bulunsun.

Van Gogh Museum

Çoğu insanın, civarındaki diğer müzelere kıyasla küçük bulmasına rağmen, benim Van Gogh’a karşı boş olmamam nedeniyle, öncelikli olarak gezdiğim müzelerden biri oldu burası. Rijksmuseum ile Stedelijk Musem arasında konumlanmış Van Gogh Müzesi’nin girişinde, genellikle çılgınlar gibi sıra oluyor. Fakat I-amsterdam card ile bu sırayı atlayıp, bekleyenlere sinsi sinsi gülümseyerek, “zorunuza mı gitti hee?” bakışları atarak tuhaf bir gurur içinde yanlarından geçip gidebiliyorsunuz. “Potato Eaters”, “The Bedroom”, “The Yellowhouse” gibi “bunların orjinalini gördüğüme inanamıyorum” şeklinde çığlık attırabilecek eserlerini, bu müzede görmeniz mümkün. “The Starry Night”ı görmek isteyenler, sizi Moma’ya doğru alalım.

-Her gün 9 ile 6 arası açık. Giriş, I-amsterdam Card dahilinde.

Stedelijk Museum

Kişisel yorumumu söyleyecek olursam, Van Gogh müzesi ile birlikte Hollanda’da gitmiş olduğum en iyi müzelerden, Amsterdam’ın modern sanat müzesi. Bu da Museumplein bölgesinde bulunuyor. İçeride Pollock, Kandinsky, Marlene Dumas, Gilbert&George eserleri görüp sevinçten çıldırmanız mümkün. Modern sanata ilginiz var ise, kaçıracağınızı sanmıyorum.

-Her gün 9 ile 18:00 arası açık. I-amsterdam Card dahilinde.

Stedelijk Museum

Anne Frank House

Anne Frank’i çoğunuz biliyorsunuzdur. Bu küçük Yahudi kız, İkinci Dünya Savaşı döneminde, Nazi işgali sırasında, Amsterdam’da saklandığı yerde bir günlük tutmaya başlar. İçeride onunla birlikte hayatlarını kurtarmak için saklanmaya çalışan 8 kişiden, yalnızca bir kişi sağ kurtulabilir. Bu kişi Anne Frank’in günlüğünün günümüze kadar ulaşmasını sağlar. Kanımca Amsterdam’a gittiğinizde görmeniz gereken en önemli yerlerden biri olan Anne Frank Huis, insanın üzerinde inanılmaz bir etki bırakıyor.

-I-amsterdam Card burada geçerli değil, ve hava isterseniz -10 derece olsun, kapıda inanılmaz fazla sıra oluyor. Bu durumu atlatmak için çözümünüz kesinlikle online bilet almak. Ancak onu almak bile baya sancılı bir süreç olduğu için gitmeden önce sık sık şurayı kontrol etmeniz gerekiyor.  Aksi takdirde 1,5 saat civarı bir bekleme süreci geçirebilirsiniz, bu konuda gayet ciddiyiz.

-Biletler 9 Euro. Her gün 9:00’dan 19:00’a, Cumartesi 21:00’a kadar açık.

Dam Square
Dam Square

Dam Meydanı, Amsterdam’a gidip de görmeden dönerseniz, uçaktayken “ulan bir terslik var ama..” hissine kapılacağınız, kısaca oraya gittiğinizde mutlaka görmeniz gereken yerlerden. Meydanda Amsterdam Kraliyet Sarayı, Nieuwe Kerk, Madame Tussaud’s Müzesi ve National Monument’ı görmeniz mümkün. Bana kalırsa oldukça ihtişamlı ve güzel bir meydan. Aynı zamanda alışveriş yapabileceğinizKalverstraat ve de Bijenkorf da tam olarak bu meydanda ve civarındalar. Burada gezip dolaştıktan sonra meydan ve civarına yayılmış onlarca kafeden birinde, oturarak etrafı inceleyebilir, soluklanıp bir soğuk ayran içebilirsiniz. (tabi ki içemezsiniz)

-Meydanda özellikle turistlere yönelik çeşitli şovlar ve atraksiyonlar olabiliyor. Bu sırada çeşitli hırsızlık olayları yaşanabiliyor. Öyle ağzınızı açmış etkinlik izlerken cüzdanınızdan olmayın.

-Daha önce başka bir şehirde Madame Tussauds Müzesi’ne gittiyseniz artık Allah aşkına şurada gitmeyin. Yapacak 50 tane şey var, daha kaç kere balmumundan Tina Turner göreceksiniz arkadaşlar lütfen ama.

-Nieuwe Kerk’in içinde son zamanlarda çeşitli etkinlik ve sergiler oluyor. Benim orada olduğum dönemlerden birinde Andy Warhol Exhibition vardı ve sevinçten aklımı kaçırmıştım. Geçerken bir göz atmakta fayda var. Üstelik buradaki etkinlikler I-Amsterdam Card dahilinde.

Kalvarstraat

Burası Amsterdam’ın en turistik caddelerinden biri olarak biliniyor. Musallat olan sokak müzisyenleri, bakın ben havada duruyorumculuk yapan sokak sanatçıları, Urban Outfitters, Forever 21 gibi Türkiye’de bulamayacağınız türlü türlü mağaza ve çeşit çeşit restoran cadde üzerinde mevcut. Özellikle Dam Square civarındaysanız buraya da bir göz atabilirsiniz.

Erotic Museum

Burası adından da anlaşıldığı üzere erotizm üzerine kurulmuş bir müze. Benim buraya girmemin öncelikli sebebi, daha önce Prag’da görmüş olduğum “Sex Machines Museum” tadında bir şey beklentimin olmasıydı. Orası gerçekten enteresan şeylere şahit olduğum bir müzeydi çünkü. Fakat Prag’dakinin aksine burası, biraz ticari kaygılarla kurulmuş, “Sex Sells” mantığıyla yapılmış bir müze gibiydi. İçeri girince gülüp eğleneceğiniz ya da enteresan bulabileceğiniz içerikler tabi ki mevcut. Ancak bence gitmenize gerek yok. Buraya gideceğinize Red Light’e gidersiniz.
-Giriş 7 Euro. Gece 1’e kadar açık.
Waterlooplein

Bu bölge adeta bir ikinci el cenneti. Üstelik yalnızca kıyafet değil, elektronik, kitap, hediyelik, plak ve daha aklıma gelmeyecek bir sürü “ıvır-zıvır”a buradan ulaşabilirsiniz. Dam Square’den 15 dakika yürüme mesafesi, Red Light District’in hemen arkasında kalıyor.

-Buraya kadar gitmişken Rembrandt House’un yakınlarında olduğunuz için orayı da es geçmeyerek, hem Rembrandt’ın evini, hem de eserlerini görebilirsiniz. Giriş 10 euro, I-Amsterdam Card geçerli.

 Jordaan

Amsterdam’ın Cihangir’i diyebileceğimiz Jordaan, turist yoğunluğunun çok daha az olduğu, kendinizi lokal hissedebileceğiniz bir bölge. Güzel kafeler, yerel insanlar, çeşit çeşit sakallı bıyıklı hipster ile dolu bu bölgede siz de benim gibi kendinizi huzurlu, hatta “evde” hissedebilirsiniz. Yazarken, “burayı söylemesem de daha fazla insan haberdar olmasa mı acaba” diye düşündüm, ama çok iyi biri olduğum için hadi yazayım dedim, görüyorsunuz, dev hizmet…

-Buraya gitmişken bölgede uğrayabileceğiniz birkaç başarılı restoran adı vermek istiyorum; Los Pilones(leziz bir Meksika restoranı), Japanese Pancake World (daha önce yemediğiniz tarzda pancakeler deneyebilirsiniz) ve Anne Frank Huis yakınlarındaki Proeverij 274.

Heineken Experience

Geldik çoğu insanın ilgisini çeken, benim ise bir heves gidip, kapıdaki kuyruğun da etkisiyle beklentilerimin yükselmesinin ardından, sıkıntılar içinde çıktığım yere. Efendim burası ünlü bira markası Heineken’in fabrikası. Ancak adamlar burayı, zekice  bir pazarlama tekniği geliştirerek, insanların gezebileceği, biranın yapım aşamasını öğrenebileceği, beleş bira içebileceği, eğlenebileceği bir alana dönüştürmüşler.

Giriş 17 Euro civarı bir şey. Mutlaka gidin diyebileceğim bir deneyim olduğunu   söyleyemeyeceğim, ayrıca özellikle çok kalabalık olduğunda beklemeye değmez diye düşünüyorum.

Vondelpark

Biz küçük ve güzel parkımız Gezi’yi elimizde tutmak için sokaklarda dayak yiyip can verirken, Amsterdam’da şehrin ortasında bu güzel parka, hiçbir polis saldırısı olmadan ulaşabilir, çimlerine uzanabilir, sevgilinizle öpüşebilir, piknik yapabilir, sakin sakin kitabınızı    okuyabilirsiniz. Üstelik bunları ister başınız açık, ister baş örtüsüyle isterseniz kafanıza Darth Vader başlığıyla yapabilirsiniz. Çünkü burası Amsterdam, özgürsünüz.

İpuçları

–       Siz de benim gibi her gittiğiniz şehirde bir süpermarkete uğrama alışkanlığı edinin. Çok farklı tatları, diğer yerlerde alacağınızdan çok daha ucuza bulabilirsiniz. Örneğin Amsterdam’dan,  3-5 euro’ya kafam kadar Gouda Peynirinizi almadan dönmeyin.
–      Hayatınızın en iyi elmalı tartlarından birini yemek isterseniz mutlaka Cafe Winkel‘e uğrayın.

–       Bisiklet trafiğine gerçekten çok dikkat edin. Çünkü çok alışmışlar, çok hızlılar, bizde olduğu gibi bisikleti sadece “bakkala yardım eden çırak çocuklar” kullanmıyor. İşe gidiyorlar, arkadaşlarıyla buluşmaya çıkıyorlar, alışveriş yapıyorlar ve bunların hepsini bisikletle yapıyorlar. Bu yüzden dikkatli olmazsanız, size bir bisikletin çarpma olasılığı, bir arabanın ya da otobüsün çarpma olasılığından çok daha fazla. Evet tamam itiraf ediyoruz, aramızdan birine bisiklet çarptı.

–       Herkes sular seller gibi İngilizce konuşuyor. O konuda bir çekinceniz olmasın.

–     Özellikle turistik bölgelerde taksicilere güvenmeyin. Yürüseniz 30 saniyede gidebileceğiniz mesafeyi, sizi arkadan dolandırarak 10 dakikada götürebiliyorlar. Güvenmeyin dediklerimizin %90’ı da Türk bu arada, küfür ederken falan dikkatli olun.

–      Çok güzel vintage mağazalar var, eğer ilgi alanınız ise, mutlaka birkaçına uğramalısınız.

–       Gay Bar’lara gidin, gece en çok eğlenebileceğiniz yerler gerçekten buralar.
Orada duyduğum bir cümle ile, yazıma son vermek isterim;



Amsterdam Notları

Öncelikle Hollanda hakkında kısa bir bilgi vererek ülkeyi zihninizde oluşturmaya çalışayım. İlk olarak Hollanda’ya “Holland” demek yanlış bir kullanımdır, tüm ülke için kullanmak istenmeyen hatta aşağılayıcı bir ifadedir. Çünkü “Holland”, “Netherland”ı oluşturan 12 eyaletten sadece ikisi için kullanılır. “Netherland” ise “lowland” anlamına gelmektedir
.

Kuzeyden güneye yaklaşık 300 km, batıdan doğuya yaklaşık 170 km, yüzölçümü Konya kadar, nüfusu İstanbul kadar olan Hollanda dünyadaki 16. en büyük ekonomidir ve kişi başına düşen gelir sıralamasında 7. sıradadır. Benelüks ülkelerinden biri ve Avrupanın en büyük limanına sahiptir.
Yukarıda soldaki harita Hollanda’nın sınırlarını göstermektedir, sağdaki ise ülkede deniz seviyesinin altında kalan yerleri göstermektedir. Denizi doldurarak 2.500 kilometrekare ülkelerini genişletmişlerdir. Hatta şöyle bir deyiş vardır “God created the earth, but the Dutch created the Netherlands.” Tarih boyunca en büyük problemleri sel baskınları olan bu ülkede suyla mücadele, hayatın bir parçası haline gelmiştir.
Hollandalıların İngilizceye kazandırdıkları bir sözcük olan “polder” kazanılan ve tarıma elverişli hale getirilen düz arazi anlamına gelmektedir ve onlar için çok şey ifade etmektedir.
Tam da bu noktada Hollanda deyince akla gelen yel değirmenlerinden bahsetmek yerinde olur. Elektriğin olmadığı dönemlerde oluşturulanpolder’lardan suyu tahliye etmek iç
in kullanılırmış. Hatta o kadar yaygın kullanılırmış ki 1850’li yıllarda sayıları 6 milyon civarındaymış.Uçağımız Amsterdam Schipol Havalimanı’na inişe geçerken ülkenin özeti niteliğinde bir kare yakalıyorum.
Schipol Havalimanı’nda uçaktan inerken hemen karşımızda iki tane iri cüsseli asker bizi karşılıyor, bazılarını durdurup pasaport kontrolü yapıyorlar. Yüzlerindeki ifade o kadar soğuk ve sert ki insan kendinden şüphe ediyor; acaba bir suç mu işledim diye. Biraz ilerde işlemlerimizi yapan memurlar ise nispeten daha insani. Daha sonra öğreniyoruz ki sadece Türkiye’den gelen uçağa askerleri dikmişler. Bir ülkeye ilk giriş için iyi bir intiba bırakmadı bende maalesef.
Havaalanından otelimize doğru yola çıktık, otelimizBijlmer denilen Amsterdam Zuidoost(Güneydoğu Amsterdam)’da yer alıyor. Bu bölge tarihi Amsterdam’a metroyla 15-20 dakikalık mesafede, yüksek binalar için planlanmış, ofisler ve konutlar yer almakta. Ancak zamanla burada daha ‘alt sınıf’ insanların yerleşmesi ile burası planlandığı gibi bir yer olamamış. Hatta bir zamanlar şehirde en çok suç oranın olduğu bölgeymiş. Buraya şehrin ‘siyah’ bölümü denilirmiş. Bulunduğum süre zarfında bir sorunla karşılaşmadım.
Otele yerleştikten sonra, kısa bir süreliğine orada bulunan bir arkadaşımla görüşmek için iletişime geçtim. O da beni alması için birini gönderdi. Ancak arkadaş motorsikletle gelmişti. İlk önce bir şey olmaz diye düşündüm, yanılmışım.
Yeni bir şey öğrenmiş oldum; arkada da olsan virajlarda hangi tarafa dönülüyorsa o tarafa eğilmek gerekiyormuş. Kask olmasına rağmen soğuk öyle işledi ki, yolculuktan sonra yüzümü 10-15 dk hissedemedim. Tekrar denemeyi düşünmüyorum.



Amsterdam Arena, 1996
Metro istasyonu Ajax’ın stadı Amsterdam Arena’ya iki dakika mesafede. İlk günümüzde hatta bir maç vardı, metroya giderken mecbur stadın önünden geçtiğimiz için taraftarların içine karıştık.

Burada stadyum etrafında sokak tuvaletleri dikkatimi çekiyor. Bunlar festival ve maç gibi kalabalık insan gruplarının bir araya geldiği dönemlerde sokak tuvaletlerini görmek mümkün. Manzarası pek hoş olmasa da bunun insanlara kolaylık olmasından daha başka bir amacı var. Buralarda toplanan idrardan maliyeti yüksekte olsa gübre üretiliyor. Burada asıl sağlanan fayda asidik olan ürin, kanalizasyon sistemine karışmadığı için ciddi bir bakım-onarım maliyetinden kar edilmesiymiş. Bu konuda Amsterdam Su İdaresi –Waternet’in kapsamlı çalışmaları var.
Grimshaw Architects,2007
Burada zaten görmek istediklerim listemde yer alan bu metro istasyonun otele en yakın metro istasyonu olması sevindiriciydi. Bu mimarlık ofisinin diğer projeleri de incelenmeye değer.
Buradan Centraal Station’a ulaştığınızda artık şehir merkezindesiniz. Yeri gelmişken unutmadan ulaşım için metro, tramvay ve otobüslerde geçerli bir saatlik 2,9 euro, günlük 7,5 euro, 5 günlük 26 euro’ya  bilet almak mümkün. Ancak çok tercih edilen bir başka araç bisiklet, ilerde anlatacağım.
Burada muhakkak görülmesi gereken bir çok yer sayılabilir. Ben bunların tamamından bahsetmek niyetinde değilim. Bir ucundan dokunacağım sadece.
Amsterdam aşağıdaki haritadaki gibi merkezden dışarıya doğru kanallarla çevrili. Merkez istasyona ulaştıktan sonra yürüyerek şehri keşfetmeye başlayabilirsiniz.



Amsterdam Kraliyet Sarayı,1655
Karşınıza ilk çıkacak, şehrin en çok bilinen yeri Dam Meydanı’dır. Bu meydanda Amsterdam Kraliyet Sarayı, Madame Tussaud’s Müzesi, Nieuwe Kerk (Yeni Kilise) ve Ulusal Anıt bulunmaktadır. İlgilenenler için Madame Tussaud’s balmumu heykel müzesi ilginç olabilir.
Şimdi biraz müzelerden bahsedelim.
Museumplein etrafında bir çok müze olan meydan, sıkça karşılaşılan plein tahmin edileceği üzere meydan demek.

Hollanda ulusal müzesidir. Müzede daha çok klasik sanat ve tarih alanındaki eserler yer almaktadır. Burada ilgimi çeken şey, müzenin içinden yaya ve bisikletlerin geçebilmesi.
Önünde fotoğraf çekinmeyenlerin feci şekilde azarlandığı I amsterdam bu müzenin önünde yer almaktadır.

Hollanda Altın Çağı’na ait geniş bir koleksiyon yer alır. Burada Avrupa ve Hollanda sanat tarihinin en önemli ressamlarından, “Işığın ve gölgelerin ressamı” Rembrandt (1606-1669)’ı analım ve en çok bilinen bir tablosunu paylaşalım.

The Night Watch, Rembrandt van Rijn, 1642
Çok uzakta olmayan Rembrandtplein’da ise resamın ve Gece Devriyesi (The Night Watch) tablosunun heykelleri yer almaktadır.

Rembrandtplein
Rijksmuseum’dan az ileride Van Gogh Müzesi yer almaktadır.

Gerrit Rietveld,1973
Mimarı Gerrit Rietveld 1920’lerde aktif olan De Stijl akımının önemli bir temsilcisidir.
De Stijl’den biraz bahsedelim. De Stijl anlamı ‘the style’ olan, mimar ve ressam Theo van Deosburg öncülüğünde 1917’de temelleri atılan bir sanat akımıdır. Diğer kurucuları heykeltıraş Vantongerloo, mimar JJP Oud, tasarımcı Rietveld ve ressam Mondrian’dır.
Temelde duyguyu bir kenara bırakıp, ana renkler ve düz çizgiler kullanılır. Hakikat, belirlilik, açıklık, yalınlık, basitlik, konstrüktif olma, fonksiyonel olma, ortaklık, objektiflik ana ilkelerdir. Daha sonradan Bauhaus ve Enternasyonel Stil’i etkilemiş bir akımdır.
Bir tablo, bir mobilya ve bir de bina ile bu akımı örneklendirelim.


Van Gogh Müzesi’ne geri dönecek olursak burada Rietveld, açık mekan ve ışık ile geometrik şekillerde tasarımını vurgulamıştır.
Burada en kayda değer ise yukarıdan dökülen ışıkla canlanan merdivenlerdir.

Rietveld deyince Schröder Evi’nden bahsetmemek olmaz.

Rietveld Schröder House, Utrecht, 1924
Van Gogh Müzesi’nin Exposition Wing olarak anılan kısmı ise Japon Mimar Kisho Kurokawa’ya aittir. Kurukawa’nın da yaklaşımı temel geometrik şekillerdir. Burada doğu ve batının mimarlık ve felsefe prensipleri bir aradadır, rasyonel batı geometrisiyle asimetrik doğu birlikteliği.

Kisho Kurokawa, 1999
O kadar müzeden bahsettik, kendi kulağını kesen ilginç ressam Van Gogh’un da bir eserini verelim.

The Starry Night, 1889
Aynı meydandaki Stedelijk Museum ise modern sanatlar ve tasarım müzesidir. Eski müzeye bitişik olarak tasarlanan yeni kısmın formu dikkat çekiyor.

Benthem Crouwel Architects, 2012
Ancak benim dikkatimi çeken müzeden daha çok hemen önündeki bir market; Albert Heijn Van  Baerlestraat. Çatısı meydanla bütünleşen bu yapı fikir olarak ilerde bahsedeceğim Renzo Piano’nun Nemo’sunu hatırlatıyor.

Hemen karşıda yer alan Concertgebouw ise akustik açısından dünyada ilk üç sırada yer alır.

Concertgebouw, 1886
Yazımızın 2. bölümüne  ilginç bir yer olan Zaanse Schans ile devam edeceğiz.


Amsterdam Gezi Notları


Centraal Station' dan şehre giriş yaptık. Centraal Station'ın mimarisi ve görkemi sizi etkileyen ilk şey olacak Amsterdam'da.

Centraal Station, Merkez tren istasyonu
Şehir içinde ulaşım oldukça rahat, tramvaylar ve otobüsler var. Yürüyerek de gezilebilecek bir şehir aslında, ama yine de bazen kendinizi yormamak için toplu taşıma gerekiyor. Özellikle de oteliniz şehir dışındaysa kullanmanız şart. Toplu taşıma için 2 seçenek var:
Birinci seçenek, I Amsterdam kartı satın alıyorsunuz, hem toplu taşıma sınırsız, hem de bazı aktivitler ücretsiz (kanal turu gibi) ve bazı müzelere bedava veya indirimli giriş sağlıyor. Gitmeden önce sitesine girip bakın, hangi aktivitelere katılmayı düşünüyorsanız sizin için ekonomik olup olmadığına karar verin. Sitesi için buyrun tıklayın.
İkinci seçenek bizim gibi çok müze gezme odaklı olmayanlar için. Biz GVB'nin 72 saatlik sınırsız ulaşım kartını aldık. 16.5 euro idi. Bu kartı hem tramvaya binerken hem de inerken okutuyorsunuz. GVB sınırsız şehiriçi ulaşım kartı fiyatları için  sitesine tıklayın.
Otobüs ve tramvay kullanacağımız zaman gidip duraklara bakıyorduk, her durakta oradan hangi numaraların geçtiği ve hangi duraklarda durduğunun listesi var. Centraal Station yani merkez tren istasyonunun önünden kalkan 5 numaralı tramvay benim favorim oldu, çünkü en turistik yerlede duruyordu.

Amsterdam kanallar şehri, kuzeyin Venedik'i olarak anılıyor. Aslında Venedik'ten daha fazla kanala sahipmiş. Şehirde yapılacaklar listesinin en başına kanal turunu koyabilirsiniz. Böytlece şehri panaromik olarak görmüş oluyorsunuz. Turist tekneleri sizi gezdiriyor, bir yandan İngilizce anlatım var. Tur 1 saat sürüyor, ücreti 15 euroydu. Kalkış noktaları yine Centraal Station meydanında.

Kanal turu esnasında Amsterdam'ın tipik binalarını görüyoruz. Aslında bütün sokaklar aynı gibi geliyor, evlerin farklılıkları ayrıntılarda gizli. Her binanın tepesinde birer kanca var, bunlar yükleri makaralar ile üst katlara taşımak içinmiş.
Evlerin yamukluğuna dikkat! Dancing House deniliyormuş bunlara, yani dans eden evler

Kanallarda yüzen evler göreceksiniz, boat house olarak geçiyor. Buralarda yaşayanlar var gerçekten. Ki turistlere kiraya da veriliyormuş, ilginç bir deneyim olmaz mıydı? Bir de yüzen gemi şeklinde lüks oteller var.
Stationsplein denilen merkez tren istasyonunun olduğu meydan her şeyin merkezi gibi. Buradan meşhur Dam meydanı yürüme mesafesinde. Dam meydanına giden 2 ana cadde var. Birisi Damrak caddesi, diğeri ise Nieuwezijds Voorburgwal. Bu birbirine paralel 2 ana caddenin aralarındaki sokaklara da girip çıkmak gerek, oldukça turistik bir bölge.

Dam meydanı Amsterdam'ın en meşhur meydanı. Burada neler mi var? Amsterdam Kraliyet Sarayı (Koninklijk Paleis), Hollanda hükümdarlarının taç giydiği bazilika Nieuwe Kerk, balmumu heykeller müzesi Madam Tussaud var. Bunların yanı sıra bir çok turist grubu ve jonglörler bu meydanda görecekleriniz arasında.

Bir başka önemli meydanımız Rembrandtplein. Burası adını ünlü ressam Rembrandt Harmenszoon van Rijn' den alıyor. Hatta meydanın ortasındaki heykel, sanatçının ünlü eseri "Night Watch" ın temsiliymiş. Rembrandtplein kafelerin ve barların bol olduğu eğlenceli ve renkli bir meydan. Buradaki Starbucks'ın dizaynı çok güzel, kahve ve internet molası verebilirsiniz. Meydana çok yakın bir yerlerde Güllüoğlu tatlıcısına da rastlayabilirsiniz.

Rembrandtplein

Rembrandtplein'e Dam'dan yürüyerek gelin. Rokin caddesini de kullanabilirsiniz ama arka paralelindeki Kalverstraat sadece yayalara açık ünlü bir alışveriş caddesi. Bu caddede yürüyüp alışveriş yapabilirsiniz.
Remrandtplein'e yürüme güzergahındaki önemli turistik noktalardan biri Begijnhof. Spui meydanına çıktığınızda sorun yerini, içeriye bir tahta kapıdan giriyorsunuz. İçerisi küçük bir köy gibi, eski ahşap bahçeli evler var. Eskiden rahibeler yaşıyormuş bu bölgede.

Begijnhof'tan çıkınca Amsterdam Çiçek Pazarı'na, yani Bloemenmarkt'a çok yakınsınız. Bu çiçek pazarından sevdiklerinize çok güzel hediyeler alabilirsiniz.

Yine bir meydan var bahsetmek istediğim, Leidseplein. Burası en canlı, en eğlenceli yerdi bana göre. Kafelerin restoranların bol olduğu, gençliğin cıvıl cıvıl olduğu nokta. Biz yemeklerimizi genelde bu bölgede yedik, yeme içme faslında anlatacağım...
Leidseplein Taksim Meydanı ise İstiklal Caddesi Leidsestraat'tır. Ortasından geçen tramvay da bu benzetmemi doğruluyor. Her ne kadar nostaljik olmasa da tramvay geçmesi buranın ulaşımını kolaylaştırıyor. Leidsestraat üzerinde güzel dükkanlar var, yine bol bol gezin. Benim en sevdiklerimden biri tasarım ürünler satan Pylones oldu. Dükkanların pazar günü de açık olması ayrıca hoşuma gitti.

Son önemli meydanımız da Museumsplein. Burası meşhur I Amsterdam yazısının da bulunduğu, müzeler bölgesi. Amsterdam'ın en önemli müzelerinden Rijksmuseum'un önünde duruyor mevzubahis yazımız.Van Gogh müzesi ve daha bir çok müze de bu civarda. Müzeler çok revaçta, önlerinde hep sıra var. I Amsterdam yazısı da ayrı bir alem, dünyanın bir çok yerinden turist burada fotoğraf çekilmeye geliyor.

Rijksmuseum ve I Amsterdam

Museumsplein'e gelmişken 10 dakika yürüyüp Vondelpark'a gidin. Burası yemyeşil, şehrin ortasında bambaşka atmosferde bir park. Avrupa ve Amerika'daki bu tür parkları hep çok beğenip kıskanmışımdır. Mümkünse bisikletle gezilecek bir park burası.


Amsterdam sadece meydanlardan ibaret değil, hemen hemen her sokağında canlılık, eğlence ve aktivite var. Görülmesi gereken diğer bölgelere gelirsek...
Red Light District, Kırmızı fenerli evler bölgesi Amsterdam'ın özgürlükler şehri olmasının sebebi diyebiliriz. Siz de burayı benim gibi bir cadde olarak hayal ediyor olabilirsiniz, aslında burası bir bölge ve sınırları Zeedijk, Kloneniersburgwal, Damstraat ve Warmoesstraat olarak belirlenmiş. Dam meydanından yürüyerek 5 dakika mesafede olan bu bölge seks turizminin merkezi.
Sokaklarda kırmızı lambalı camlı bölmeler var, camın arkasında bayanlar müşteri çekmeye çalışıyor. Vitrinden içeri bakarak geziyor her yaştan turist. Buralarda kendini pazarlayan bayanlara bakıp merak gidermek için gezenler sadece erkekler değil, bayanlar ve çocuklar da çok bu bölgede. Bazen kapıyı aralayıp pazarlık edenleri de görüyorsunuz, veya içeriden çıkanları... Bayanların fotoğraflarını çekmek yasak!
Seks shoplar ve seks temalı hediyelik eşyalar satan bir çok dükkan var bu bölgede. Zaten Amsterdam'da her yerde göreceğiniz "XXX" logosunın asıl anlamı farklı da olsa şu an şehirdeki seks ve uyuşturucunun özgür olmasının bir sembolü haline gelmiş. (Aslında x lerin şehiri koruduğuna inanılıyormuş)
Red light district ve diğer bir çok yerde de karşınıza çıkabilecek olan Coffee Shop adı verilen kafelerde esrar içmek ve içinde esrar olan keklerden yemek serbest. Bir çok turist bu Coffee Shoplarda farklı deneyimler yaşamak için Amsterdam'a geliyormuş. En ünlü Coffe Shop bir çok şubesini gördüğümüz Bulldog imiş.

Dam Meydanının batısında kalan Heren-Gracht, Keizers-Gracht ve Prinsen-Gracht kanalları Amsterdam'ın en güzel kanalları. Burada birbirini kesen 9 cadde (9 straatjes) isimli bölgede güzel tasarım eşyaların satıldığı dükkanlar, lüks butikler, güzel kafeler var. Amsterdamlı gençler turistik bölgelerde değil, asıl buralarda takılırlarmış.

Bu bölgede Runstraat üzerindeki "De Kaaskamer" şehrin en iyi peynircisi diye duyduk, içeri girip tattık ve biraz peynir aldık. Daha sonra turistik bölgelerde karşılaştığımız ve bir kaç şubesini gördüğümüz  Henri Willig Cheese and More'un da çok popüler olduğunu öğrendik. Peynirleri vakumlu ambalajlara koymuşlar, böylece hemen buzdolabına koymasanız da oluyor, eve gidene kadar (belki daha uzun süre) idare ediyor.


Peynir almadan dönmeyin!

Yine bu bölgedeki Spuistraat güzel alışveriş caddelerinden.
Museumsplein civarındayken Ferdinand Bolstraat caddesi üzerinde yürünebilir. Buradaki Duikelman adlı dükkanda binlerce çeşit mutfak eşyası satılıyor. Özellikle pastacıların bayılacağı bir dükkan. Cadde üzerinde 68 numarada.
Ferdinand Bolstraat'ı dik kesen caddelerden biri de Albert Cuypstraat. Buranın en önemli özelliği de pazartesiden cumartesiye her gün burada sabah 9.30 akşam 17.30 saatleri arasında pazar kurulması. Bu pazar kalabalık ve turistik, ama güzel ve  ucuz şeylere rastlamak mümkün. Albert Cuyp Market'ten başka Waterlooplein'de de güzel ve büyük bir pazar varmış ama biz oraya gitmedik.

Amsterdam'da neler yapılır sorusuna gelecek olursak,

Kanal turunu ilk sırada saymıştık.
İlgi alanınıza göre müzelere gidebilirsiniz. Yalnız çok dikkat etmeniz gereken kural, Amsterdam'da zamanınız az ise müze biletlerini internetten veya oraya gittiğinizde turizm acentalarından almaya özen gösterin. Çünkü sıralarda çok zaman harcanıyor. Rijksmuseum, Van Gogh ve Madame Tussaud en ünlülerden.
Biz sanat müzelerini çok tercih etmedik ama Anne Frank House müzesini gezmeden geri dönemezdik. Bileti internetten aldığımız için çabucak girdik içeri. Anne Frank'ın 2. dünya savaşı sırasında 2 yıl boyunca ailesiyle gizlendikleri evi geziyorsunuz. Bu evde saklandıkları sırada Anne'nın yazdığı günlük daha sonra babası tarafından bulunmuş, kitap olarak basılmış, filmi de çekilmiş.  Ben "Anne Frank'ın Hatıra Defteri" adlı kitabı yıllar önce okumuştum.Saklandıkları yeri ve Anne'nin notlarını yerinde görmek, bir nevi tarihe tanıklık etmekti. Gerçekten etkileyici bir müze. Müzeyi gezerken bile 1 saatte o daracık yerden sıkılıyorsunuz, Anne ve ailesinin 2 yıl boyunca orada nasıl zaman geçirdiklerini hayal etmek çok acı.
Amsterdam Dungeon ise turistler için tasarlanmış bir başka aktivite. Orta çağda Hollanda'da gerçekleşmiş işkenceleri anlatan, Amsterdam'ın karanlık tarihine değinen bir show, interaktif bir korku tüneli diyebiliriz. Merak ettik, gidelim dedik. Biletimiz internetten almıştık, yine de bekliyorsunuz kapıda. En son akşam 5'te giriliyor içeri. İçeride sürekli yer değiştiriyorsunuz, her yerde farklı showlar var. Verdiğiniz 17.5 euroya değiyor mu, bizce hayır. Sadece aşağıdaki fotoğrafı çekildiğimiz için mutluyuz :)

Heineken oranın en ünlü birası. Zamanımız olsaydı Heineken Experience adlı aktiviteye katılmak isterdim. Bu aktivitede Heineken birasının üretim aşamalarını tecrübe edip fabrikayı geziyormuşsunuz ve bira tadıyormuşsunuz.
Amsterdam planımızda beni en ama en çok heyecanlandıran aktivite de bisiklet turumuz olacaktı. Şöyle ki Amsterdam'da bisiklet bir sembol, bir ulaşım aracı. Heryerde göreceğiniz bisikletlerin park alanları oldukça geniş yerler kaplıyor.

Bu arada bisikletlerin eskiliği göze çarpıyor, bu da çalınma riskinin yüksekliğindenmiş. Çoğu bisiklette fren bile yok, geri pedal yaparak duruyorlarmış. Siz de Amsterdam'a gittiğinizde canınız bisiklete binmek isteyecek, ama bu o kadar da kolay değil. Çünkü önceden söylediğim gibi bisiklet burada bir ulaşım aracı, hızlı gidiyorlar. Siz ise bisikletin üstünde bir elinizde harita ile nereye gideceğinizi bilemeden yolları meşgul eden bir turist oluyorsunuz. Belki şehri iyice öğrendikten sonra gezinizin son günlerinde günlüğü 7-8 dolara bisiklet kiralamayı düşünebilirsiniz.

Neyse ama çok güzel bisiklet turları var, bir rehber eşliğinde grup olarak sürüyorsunuz. Trip advisorda gördüğüm kadarıyla Joy Ride Tours ile ilgili süper yorumlar yapmışlar. Biz de rezervasyon yaptırdık, Vondelpark'ı gezip şehir dışına bisiklet ile çıkacaktık, yel değirmenlerini görüp peynir alacaktık... Ama aksilik oldu, hava şartları çok kötüydü ve biz gidemedik. Siz gidin bizim yerimize de olur mu? Ve mutlaka bana anlatın nasıl geçtiğini.

Amsterdam'da neler yedik kısmına gelirsek...
İlk gün asıl aradığımız yeri bulamayarak bir İtalyan Restoranına girdik Leidseplein'in arka sokaklarında. Antonios adlı bu mekanın pizzası güzeldi, fiyatları normaldi, 11.5 euroya menüler vardı.
Asıl aradığımız yer iste Castell Barbecue idi. Burası bir steakhouse, etseverler için cennet diye duyduk. Siz de Amsterdam'da güzel romantik bir yemek yiyelim derseniz ve etle aranız iyiyse buraya uğrayın. Lokasyon aslında çok kolay, Leidseplein'de kanal kenarı. Mekanda şömine başında koltukta oturarak yiyorsunuz. Masa yok, kucakta yeniyor. Biz Türkler olarak misafirliklerde kucakta yemeye alışkın olduğumuz için zorlanmadık :) Brasil Fabuloso yedim ve gayet memnun kaldım. Fiyatlar ve online rezervasyon için sitesine tıklayın.

Diğer bir gün de Foursquare den sushicileri kurcaladım. Malum Türkiye'de sushi her yerde yok ve çok pahalı. Gitmeden yiyelim dedik ve Sumo Sushi'yi bulduk Leidseplein'de. Buranın sistemi "all you can eat" yani "yiyebildiğin kadar ye". Yemek istediklerini sen seçiyorsun, çeşit çok fazlaydı, çorbalar da dahildi ve gelen her parça çok lezzetliydi (bana göre). Biz öğlen yemeği için gittik ve kişi başı 18.5 euro ödedik. Akşamları fiyat artıyormuş.

Sushimizi Sakuralar altında yedik

Bir gün Türk kahvaltısı edelim dedik. Haleler 1 haftadır yurtdışında oldukları için hasret kalmışlar. Burada Centraal Station'a yakın Nieuwezijds Voorburgwal'da İstanbul adlı bir yere gittik. Buranın çorbaları güzeldi, kahvaltısından da memnun kaldık. Garsonlar Türk'tü ve çok cana yakınlardı. Ağız tadıyla bir çorba içeyim diye Türk mekanı isterseniz tavsiye ederim.

Pastanelere gelince, Melly's Cookie Bar diye bir yer çarpmıştı gözüme Dam Meydanına çıkarken. Çok sevimli bir görüntüsü var. Garsonları biraz antipatik gelse de gidilebilir bir mekan. Yine Nieuwezijds Voorburgwal'da. Yine bir başka sevimlilik abidesi rengarenk pastane de Ferdinand Bolstraat üzerinde De Taart van m’n Tante. Çok doluydu, oturamadık. Red light bölgesindeki Metropolitan da cezbetti ama o an girmedik.

Melly's Cookie Bar

"Amsterdam'a geldim simit mi yiyeceğim" demezseniz Simit Sarayı da varmış, Kerkstraat üzerinde. Bazen insan yurtdışında yemek seçerken sıkıntı yaşıyor. Özellikle tatlı kahvaltılıklardan hoşlanmayanlar için iyi bir seçenek bence.
Amsterdam'dan hediye veya hatıralık bir şeyler alırken hiç zorlanmayacaksınız. Tasarıma çok önem veriliyor anladığım kadarıyla. Binaların bir tarzı olduğu gibi hediyelik eşyaların da tarzları var. Farklı tasarlanmış mutfak eşyaları, bateri bageti şeklinde chop stickler, ilginç kontakt lens kapları gibi ürünler satan bir çok dükkan gördük. Bıyık teması orada da çok moda, bıyık figürlü pipetler, anahtarlıklar, takma bıyıklar her yerdeydi. XXX temalı yani seks ve uyuşturucu mesajları veren hediyelikler de çoktu.
Peynir, çiçek pazarından soğan laleleri, Hollanda'da clog denilen tahta ayakkabılı hediyelikler en popülerleri.

Amsterdam'daki son günümüz 19 Mayıs'tı. Tesadüfen Türklerin motorsiklet ile geçit törenine rastladık. Motorlarda Türk bayrağı dalgalanıyordu ve motorcuların sırtında "Ne mutlu Türk'üm diyene" yazıyordu. Nereye gittiklerini bilsem arkalarından gitmek isterdim. Duygu seline kapıldım, göz yaşlarımı tutabildim desem yalan.
Pratik Amsterdam Rehberi

Bu rehber, hızlıca okuyup direk olarak bilgiyi alabileceğiniz, size Amsterdam'la ilgili en önemli noktalar hakkında bilgi veren, Türkçe olarak hazırlanmış pratik ve tamamen ücretsizbir turistik gezi rehberidir.

Bu rehberdeki tüm tavsiyeler kendi kişisel görüşümdür; güncel ve daha detaylı bilgiler için bahsettiğim noktaların resmi sitelerini ziyaret edebilirsiniz. En az iki kez gitmediğim şehirlerin rehberini yapmıyorum. Diğer rehberlerim gibi bu rehber ile dolaşan kişilerden de olumlu ve rehbere katkı sağlayacak yorumlar bekliyorum. Sağdaki Hızlı Erişim menülerinden Amsterdam'da gezilecek yerler, müzeler hakkında bilgi edinebilir, pratik öneriler bulabilirsiniz.
Gezmeniz / Görmeniz Gereken Yerler

Dam Meydanı

Avrupa'daki şehirlerde Meydan kültürü çok geniş ve geçerli. En küçük şehirlerde bile bizim en büyük diye gördüğümüz meydanlardan daha geniş meydanlar bulmanız mümkün. Dam Meydanı da Amsterdam için böyle bir Meydan. Istasyona doğru giden Rokin Caddesi ile DamStraat'ın kesişiminde Madame Tussaud's Müzesi, Bijenkorj Alışveriş Merkezi arasında kalan, ortasında basamaklarla çevrili anıtı ile bu büyük meydanı farketmemeniz imkansız. Onlarca bisikletlinin yarattığı trafik modern bir Hindistan manzarası gibi. Nerdeyse devamlı bir gösteri var. Gecenin bir saatinde bile bir sokak sanatçısının ya da bir grubun gösterilerini izlemeniz mümkün.


Kırmızı Fener Mahallesi (Red Light District)

Dam Meydanı civarında, Amsterdam'ın açık ve hoşgörü kültürünün bir sembolü hale gelmiş olan bu bölgede şehrin genel evleri bulunuyor. Ancak bunlar bildiğiniz tarzın dışında vitrinler halinde sergileniyor. Siz sokakta yürürken vitrindeki hayat kadınlarına bakıyorsunuz. Aslında aynı bölgeden aynı konsept ile Belçika'da da var ancak şehrin bu kadar ortasında değil. Aynı zamanda Sex Show'ların da merkezi burası. Burada çok rahat bir şekilde eşinizle, dostunuzla gidebileceğiniz ve gerçekten ilginç bir deneyim yaşayacağınız sex show mekanı "Casa Rosso Theater". Buraya insanlar tamamen turistik amaçlarla gidiyor ancak gecenin 2'sinde bile sıra beklemeniz olası:)

Leidseplein

Bu meydan için Amsterdam'ın en turistik ve en eğlenceli merkezi desem fazla abartmış olmam diye düşünüyorum. Bu meydanda neredeyse hergün bir etkinlik var. Çevredeki birçok kafe ve restoranlarda keyfinize göre yiyip içerbilir, canlı müzik ortamlarında güzel bir akşam geçirebilirsiniz. Buradaki Cafe American en eski ve ünlü cafelerden. Leidsestraat'ta trafiğe(ve bisiklete) kapalı alanda, küçük bir İstiklal Caddesi havasında, gezinti yapmanızı öneriyorum. Kumar oynamayı seviyorsanız meşhur Casino Holland'a çok yakın olduğunuzu hatırlatırım.

Rembrantplein

Leidseplein'den sonra şehrin diğer eğlence merkezi. Burada da yemek yiyecek birçok mekan, cafe, bar bulabilirsiniz. Aynı zamanda hızlıca ve küçük miktarlarla kumar oynayabileceğiniz Casino'lar da bulunuyor.

Vondelpark
Küçücük Amsterdam'da, İstanbul'da bulamayacağınız büyüklükte bir park Vondelpark..İçine girdiğinizde gerçekten şehirden tamamen sıyrılabiliyorsunuz. Hem yürüyüş, hem bisiklet için ideal. Ama bisiklet kiralayıp etrafında bir tur atmanızı tavsiye ederim. İçinde güzel bir kaç kafe ve restoran da var. Özellikle fotoğraf çekecek çok güzel noktalar bulabilirsiniz.

Gezmeniz Gereken Müzeler

Amsterdam küçük bir şehir olmasına rağmen irili ufaklı birçok müzeye ev sahipliği yapıyor. Ben birçok müze arasından en popüler olanları olarak bu müzeleri seçtim. Diğer müzeler hakkında bilgiyiIamsterdam Card'ınız ile birlikte verilen kitapçıkta da bulabilirsiniz.
Amsterdam'a müze gezmek için geldiyseniz gideceğiniz ilk nokta Museumplein denilen bölge. Bu bölge şehir planlanırken müzeler için ayrılmış ve nispeten eski şehre göre daha yeni inşa edilmiş bir bölge. Buradaki en önemli müzelerden biri RijksMuseum.
(Müze isimlerine tıklayarak müzelerin resmi web sitelerine gidebilir, detaylı ve güncel bilgi alabilirsiniz.)

RijksMuseum

RijksMuseum sadece Amsterdam'ın değil, Hollanda'nın en büyük klasik sanat müzesi. İçinde Frans Hals, Rembrandt gibi ünlü Hollandalı ressamların eserlerini bulabilirsiniz. Ayrıca müzede Hollanda tarihi ile ilgili eserler de sergileniyor. Burayı detaylı gezmek isterseniz en az bir gününüzü vermeniz gerekebilir ancak sanat anlayışınız ve ilginize göre 1-2 saatte de gezip çıkabilirsiniz. Girişte biraz sıra olmasına rağmen müze bahçesi dışına taşmamışsa yarım saat içinde müzeye girebiliyorsunuz.Müzenin web sayfasından daha detaylı bilgi alabilirsiniz.

Van Gogh Museum

RijksMuseum'u gezdikten sonra sırada Van Gogh Müzesi var. Müze çıkışındaki tabelaları da takip ederek yaklaşık 3-4 dakika yürüyüş mesafesinde bulunan Van Gogh Müzesinde 200'den fazla Van Gogh eseri ile beraber Van Gogh hakkında çok detaylı bilgi edinme fırsatınız var. Van Gogh Müzesinin açılış kapanış saatleri, bilet fiyatları ve diğer bilgileri için buraya tıklayabilirsiniz.

Stedelijk Müzesi

Van Gogh gezisi bittiğinde Museumplein bölgesindeki son büyük müze olarak Stedelijk Müzesini ziyaret edebilirsiniz. Burası da Amsterdam'ın Çağdaş Sanatlar Müzesi. Bendeniz, çağdaş sanat müzelerini klasik sanat müzelerine tercih etmeme rağmen maalesef imkanlar ve zamanım el vermediği için bu müzeyi gezemedim. Siz gezerseniz yorumlarınızı beklerim.
Tebrikler! Museumplein'i bitirdiniz. Buradan sonra anlatacağım müzeler, sanat müzesi değil ancak güzel zaman geçirmek ve farklı deneyimler yaşamanız için gitmenizi öneririm.
Anne Frank Evi (Anne Frank Haus)

Kitabını okuduk, dibine kadar da gittik, ama girmedik :) Anne Frank'in evine girmek için
girmemiz gereken sırayı görünce vazgeçtik. Dışardan izledik,fotoğraflarımızı çektik. Bana gitmeden önce çok da tavsiye edilmemişti ama yine de sabah erkenden az sıra varken gidip görmeniz gereken yerler arasında diye düşünüyorum. Girenler varsa yorumlarını alabiliriz. (Yeri: Prinsengracht 267)

Heineken Experience

Heineken'in bira işine ilk girerken azınlık hisseyi reddedip riske girerek tüm hisseyi kendi üstüne

alması ile başlayan bira macerasının ilk durağı burası. Şimdilerde şehir dışında bulunan Heineken'in ilk fabrikası bir müze/deneyim'e dönüştürülmüş. Biranın yapımından başlayarak eğlenceli ve interactive mekanlarda tüm fabrikayı gezmeniz ve bira yapımını başından sonuna kadar gözlemlemeniz mümkün. En sonunda da 2 adet bira Heineken'in size ikramı olacak..Bira merakınız varsa mutluka görmelisiniz.. (Yeri:Stadhouderskade 78, Leidseplein'e çok yakın)

Hermitage

Bu yeni açılan müze Rus Çarlığı dönemini tüm gösterişi ile sergiliyor. St.Petersburg'daki müzenin bir kısmının sergilendiği bu müze görülmeye değer..Müze 2009'da yeni açıldığı için hem yerel hem de dışardan turistler tarafından akın akın ziyaret ediliyor. Bina eski bir Amsterdam'lı tarafından bağışlanmış. Müzenin alt katlarında bu eski eve ait mutfağı ve o günkü hayata dair sunumları görebilirsiniz. Aynı zamanda müze boyunca çarlık kıyafetleri ve
eşyalarını aynı zamanda eski çarların ve çarlık zamanındaki olayların resimlerini görebilirsiniz. (Yeri:
Waterlooplein civarı, Amstel 51)

Lale Müzesi(Tulip Museum)

Amsterdam diyince akla ilk gelen şeylerden birisi Lale..Burası kişisel çabalarla kurulmuş küçücük bir showroom havasında bir müze. Aslına bakarsanız, müzenin kurucusunun üst kattaki dükkanına müşteri getirebilmek için kurduğunu düşünüyorum :) Ama yine de güzel hızlıca gezebileceğiniz ve Lale'nin tarihini anlatan bir "salon". Himalayalardan başlayan Lale macerası Osmanlı'da ciddi anlamda gelişiyor ve daha sonra Hollandalı'lar tarafından ülkelerine getirilerek sahip çıkılıyor. Şimdi bizim lalemizi bize satıyorlar gibi bir durum ama en azından dükkandaki lale çeşitlerinden almanız için fazla vaktiniz kaldıysa ziyaret edebilirsiniz. (Yeri: Anne Frank'in evinin hemen ilerisinde, Prinsengracht 112)

Kanalların şehri Amsterdam

Tanrı dünyayı, Hollandalılar Hollanda‘yı yarattı‘ diye okumuştum bir gezi kitabında. Ne demek istediğini Amsterdam’a gittiğimizde anladım. Topraklarının yüzde 18’i deniz seviyesinin altında olan Hollanda’da su baskınını engellemek için denize setler, fazla suyu atmak için de değirmenlerle çalışan kanallar inşa edilmiş. Bir gereklilik sonucu ortaya çıkan bu kanallar Amsterdam şehrinde görsel bir şölen sunuyor adeta. Bu nedenle şehirde yapılması gereken ilk aktivite ‚Botla kanal turu‘ olmalı. Böylece 1 saat içinde şehrin büyük bir kısmını görerek  kendinize bir gezi planı çıkarmış olacaksınız. Ayrıca bu bot turu sırasında çok güzel fotoğraflar çekme imkanınız olacak. (Kanalda bot turu yapan firmaları Central Station çevresinde bulabilirsiniz. Biz hemen kalkacak olan bir firmaya 1 saat tur için 2 kişi 30€ ödedik. Ücretin standart olduğunu düşünüyorum. Ancak kısa ve uzun olmak üzere 2 farklı rota var).



Amsterdam şehrinde gezilebilecek kilise ya da tarihi bina diğer Avrupa şehirlerine kıyasla çok az. Amsterdam gece gündüz hareketli sokakları, caddeleri, kanal boyları ve sürekli dolup taşan cafe&restoranlarıyla insanların şehri. Herkesin çok iyi ingilizce konuştuğu snobluktan uzak genç insanların şehri burası. Bu nedenle Amsterdam’da yapılacak en güzel aktivite eğer hava  güzelse dışarda kanal boyu keyfi yapmak ve caddelerinde dolaşıp sonrasında güzel cafe & restoranlarında dinlenmek. Biz de aynen öyle yaptık :) Biz 2013 yılının Mart ayında Amsterdam’daydık. Gittiğimizde hava oldukça soğuktu. Bu nedenle kanal boyunda oturma imkanımız olmadı ama kanallar boyunca uzun uzun yürüdük ve cafe & restoranlarında bol bol dinlendik. Amsterdam’da yaşayan arkadaşlarımızın yeme & içme konusunda bize verdiği değerli tavsiyeler sonucunda çok güzel mekanlar keşfettik. Bu mekanları ‚Amsterdam’da ne yenir ne içilir?‘ kısmında bulabilirsiniz.
Ancak Amsterdam’ı kuşbakışı seyretmek isterseniz Westerkerk’e (Batı Kilisesi) çıkmanızı tavsiye ederim.






Özgürlüğün başkenti Amsterdam

Bu çok iddialı bir söz olsa da Amsterdam birçok açıdan değerlendirildiğinde tarihi boyunca bu ünvanı hakkıyla taşıyan bir şehir. Şehrin tarihte bir ticaret şehri olması ve dünyanın her yerinden insanların buraya gelmiş olması nedeniyle Amsterdam hep farklılığın, çeşitliliğin merkezi olmuş. Bu çeşitlilik ve farklılık beraberinde özgürlüğü getirmiş. Bu nedenle burada diğer Avrupa şehirlerinden farklı olarak çok az kilise var. İnsanlar dinlerini yaşamak konusunda tarih boyunca diğer ülkelere kıyasla daha özgürler. Şu anda Amsterdam’da 178 farklı milletten insan yaşadığını da belirtmeliyim.
Özgürlük sadece inanç konusuyla sınırlı değil.

Hollanda’da ilk gay ve lezbiyen evliliği 01/04/2001 yılında düzenlenmiş. Hollanda bu konuda diğer Avrupa ülkerlerine örnek olmuş ve 2003 yılında da Belçika bu evliliklere izin vermiş.
Ve özgürlüğün başka bir ismi Coffee Shop‘lar. Belli miktar uyuşturucunun satıldığı Coffee Shop’lar Amsterdam’ın bambaşka bir yüzü. Uyuşturucu içeren kekler bu şehre gelmişken bir kere denesem ne olur ki diyen birçok turisti kendine çekiyor. Denenebilir ancak dikkatli olmakta fayda var. Bu sihirli keklerden denemiş insanlardan çok farklı hikayeler dinledik. Oldukça tehlikeli olabilir eğer içkiyle karıştırılırsa. Ben zaten 100% Yeşilaycı olduğumdan bizim böyle bir deneyim planımız yoktu. Ancak turist merakından içeri girip bir dolaşmak isterdik. Ama böyle bir ortam yok ne yazık ki. Coffee Shop‘ların tarzı ve uyuşturucunun o ağır kokusu içeri girmeyi bırakın önünden geçmemize bile imkan vermedi. Şu anda o kokuyu nerde olsa tanırım. Artık 2.-3. günden sonra koku insanı iyice rahatsız ediyor. Bu da Amsterdam’ın sevmediğim yüzü.

Red Light Street’i özgürlük kısmında atlamamak gerek. Çok güzel bayanların cadde boyunca camekanların önünde vücutlarını teşhir ettikleri ve vücutları üzerinden para kazandıkları bu cadde muhakkak görülmesi gereken bir yer. Cadde alabildiğine renkli ve hareketli. Buraya gelip güzel bayanları alıcı gözlerle seyredenlerle, meraklı turistlerin oraya buraya utangaç bakışları cadde boyunca birbiri içine geçiyor ve ortaya muhakkak görülmesi gereken bir manzara çıkartıyor. Bu caddede çok farklı amaçlara hizmet eden çok farklı mekanlar var. Bu caddedeki tiyatrolar hiç de masum değil. Dikkatli olun. Ama çok liberal bir kişiyseniz ve Amsterdam ne kadar özgür acaba diyorsanız Casa Rosso adlı tiyatroya gidebilirsiniz.


4

Sanat şehri Amsterdam

Amsterdam’a gelmişken ünlü müzelerini gezmemek olmaz. Biz Vincent Van Gogh’un eserlerinin sergilendiği Heritage müzesini öncelikli olarak görmeye karar verdik (Bizim Amsterdam’da bulunduğumuz süre zarfında Van Gogh müzesi kapalıydı ve Van Gogh eserleri Heritage Müzesi’nde sergileniyordu). Ancak yol üzerinde ilanını gördüğümüz ve Vincent Van Gogh’un 200’e yakın eserinin re-production’ından oluşan sergiyi gezmeye karar verdik öncelikle. Adı “My Dream Exibition”. Van Gogh’un da kullandığı estetik boyaların önemli bir özelliği geçen yıllarda orjinal rengini koruyamamasıymış. Yani pembeler, yeşiller, maviler daha sonra başka renklere dönüşüyormuş. Bu nedenle Van Gogh’un bugün müzede sergilenen orjinal tabloları yapıldığı günden renkler açısından biraz farklı. Bu nedenle bir araya gelen bir ekip ünlü ressamın mektuplarında kendi resimlerini tasvir ettiği yazılardan yola çıkarak bilgisayar ortamında bu eserleri çalışmışlar ve eserleri ilk çizildiği zamanki renklerle yeniden yaratmışlar. Ayrıca bu eserleri ünlü ressamın hayatını ve resimlerdeki benzerlikleri ya da gizli kalmış ayrıntıları gösterecek şekilde bir araya getirmişler. Bunlara ek olarak Van Gogh’un önemli eserlerinin bazılarını 3 boyutlu animasyonlar eşliğinde sergiliyorlardı. Bu sayede resimleri daha iyi anladık, gizli kalmış ayrıntıları yakaladık, Van Gogh’un hayatını öğrendik ve belki de en önemlisi ressamın çizim yeteneğini nasıl geliştirdiğini, renkleri kullanmayı nasıl öğrendiğini adım adım takip ettik.

30 Mart doğumlu olan genç Van Gogh ressam olmaya karar verdiğinde henüz resme dair çok birşey bilmez. Kendisine örnek aldığı dönemin önemli ressamların eserlerini çizerek başlar kariyerine. Sürekli çalışır, kendini geliştirir. En önemli eserlerinden biri olan Patates Yiyenler eserini farklı perspektiflerden defalarca çizer. 1886 yılında abisiyle beraber Paris’e gider. Paris onun kariyerinde inanılmaz bir etkiye sahiptir. Burada İmpressiyonizm akımından etkilenir ve renklerle tanışır. Resimlerinde kullandığı siyahtan ve griden vazgeçer ve artık resimleri mavinin, sarının, yeşilin, turuncunun, kırmızının ahenkli buluşmasıyla ortaya çıkar. Doğa resimleri çalışır. Çiçek açan ağaçları çizer sürekli ve o ünlü “vazoda ayçiçekleri ” tablolarını yapar. Ayçiçeklerini çizdiği tablosunu farklı ton ve perspektiflerde 5 kez çizer. Bu tabloların herbiri şu anda dünyanın farklı bir şehrinde sergileniyor. 36 yaşında rahatsızlanır. Epilepsi hastasıdır artık. Ara ara gelen ataklara rağmen durmadan çizer. Bir gün sol kulağını keser. Ardından hastanede yatar yaklaşık 1 yıl. Doktorlar artık iyileştin diyerek onun hastaneden çıkmasına izin verir. Çizmeye devam eder ancak çok kısa bir süre sonra kendini göğsünden vurarak intihar eder. Öldüğünde 37 yaşındadır…

Ben kendi doğum günümde 30. Mart 2013 tarihinde Van Gogh’un bu sergisini gezdim ve o gün öğrendim ki Van Gogh da 30 Mart’ta doğmuş. Fırça darbeleriyle, renkleri kullanışıyla beni çok etkiledi bu muhteşem yetenek. Sanata yakın olmayanların bile Van Gogh’un resimlerinin sergilendiği müzesini görmelerini tavsiye ederim. Bizim gittiğimiz bu sergi hala devam ediyor mu bilmiyorum ancak devam ediyorsa mutlaka bu sergiyi de gezmelisiniz. (My Exibition Sergi giriş ücreti kişi başı 16,5€).
Ve Rembrandt’ın şehri Amsterdam’da olduğunuzu unutmamanız gerekir. Rembrandt’ın evini ziyaret etmenin yanısıra dev bir Neo-Rönesans binada yeralan ve yılda bir milyondan fazla insanın ziyaret ettiği Rijksmuseum’u gezebilirsiniz. Burada Rembrandt’ın dünyaca ünlü Gece Bekçisi (Nightwatch) eseri sergileniyor. Rijksmuseum restorasyon nedeniyle kapalı olduğu için biz bu müzeyi gezemedik. Rembrandt’ın evini de gezmek bize çok cazip gelmedi. Bunun yerine biz Tarih müzesini gezdik ve çok keyif aldık. Amsterdam’ın tarihini, ve şehre dair birçok bilgiyi bu müzeyi gezerek öğrenebilirsiniz (Tarih müzesi 24€ /2 kişi).

Amsterdam’da ne yenir ne içilir?

Öncelikle Amsterdam’daki farklı cafe kültürü hakkında kısa bir bilgi vermek istiyorum. Amsterdam’daki cafeler Grand Cafe ve Braun Cafe olarak ikiye ayrılıyor. Grand Cafeler daha modern tarzda, yüksek tavanlı günümüz Avrupai cafeleri. Braun cafeler ise eski tarzda döşenmiş, daha küçük akşam bir içki içmek için gidebileceğiniz cafeler. Ayrıca daha küçük ve atıştırmalık birşeyler de bulabileceğiniz Eetcafeler var. Bunları ayrı ayrı denemelisiniz.
Amsterdam’da yaşayan Seda ve Hakan’ın tavsiyelerini dikkate alarak biraz da National Geographics tatil kitabımızın önerilerine bakarak çok güzel yerler keşfettik. İşte bizim denediklerimiz:
Gün ortasında birşeyler yemek isterseniz ya da kahve pasta keyfi yapmak isterseniz Cafe de Jaren. Tam kanal kıyısında o yüzden manzarası harika. Cafe de Jaren güzel bir Grand Cafe örneği. (Nieuwe Doelenstraat 20 www.cafedejaren.nl/)


Elmalı turtanın Hollanda’da bulunduğunu biliyor muydunuz? Biz de Amsterdam’a gelip Winkel 43 adlı mekanda muhteşem elmalı, tarçınlı turtayı yerken bunu öğrendik. Bu nedenle Amsterdam’da çeşitli cafelerde bu güzel turtadan yiyebilirsiniz. Biz sevgili Seda’nın tavsiyesi üzerine Winkel 43 adlı cafede yemeyi tercih ettik. Gezi rehberi kitabında da bu mekanın tavsiye edildiğini fark ettik sonra. Jordaan’da Noordermarkt 43 numara (http://www.winkel43.nl). Buraya gelin bu muhteşem lezzeti tadın derim. Yanında da kahve…

Winkel 43

Gezi kitabının tavsiyesi üzerine Papeneiland Braun Cafe’yi denedik ve orada akşam üzeri birer kadeh şarap içtik. Bence burayı denemelisiniz. Burası Amsterdam’ın en eski Braun Cafelerinden biri (Adres: Prinsengracht 2).

Papeneiland Braun Cafe
Eğer muhteşem pişmiş kuzu kolu yemek istiyorsanız doğru adres Cafe Klos (Leidseplein’e yakın). Rezervasyon yapmadıkları için oraya gidip boş bir masa için beklemek zorunda kalabilirsiniz. Ama inanın buna değer (Adres Kerkstraat 41-43 / Biz Lammschoulder ve Lammkotelett yedik ve toplamda 57€ ödedik).

Cafe Klos

Ya da süprizli bir akşam yemeği yemek isterseniz doğru adres Pasta e Basta. Bu İtalyan restoranında soğuk başlangıçların yeraldığı küçük bir açık büfe var. Sonrasında ise sadece İtalyan makarnası. Ayrıca tatlıları muhteşem. Ancak burayı özel kılan şey o gece orada yaşayacağınız sürpriz. Rezervasyon yaptırmak gerekiyor. Aynı gece 2 rezervasyon yapıyorlar. O yüzden siz saat gece 21:00’e rezervasyon yaptırın ki orada uzun uzun zaman geçirebilesiniz. Benim 30. Yaş günüm için gittiğimiz bu restoran bana çok güzel bir doğum günü sürprizi sundu (Nieuwe Spiegelstraat 8 / http://www.pastaebasta.nl).

Pasta e Basta / Tatlı

Bir akşam da en hareketli caddelerinde dolaşırken rastgele girdiğimiz Het Karbeel var. Bu restoranı aynı zamanda gezi kitabının da önerdiğini sonradan fark ettik. Burada Karbeel Fondue yani peynir fondüsü yedik ve yanında da ev yapımı beyaz şarap. (32€). Burayı da tavsiye ederim.
Yol üzerinde görüp bu Eetcafe’de neymiş diye girdiğimiz bu cafenin de içi çok hoştu.

Bunun dışında kanal boylarında çok güzel cafe & restoranların olduğunu belirtmeliyim. Eminim siz de rastgele çok hoş yerler keşfedeceksiniz.
Amsterdam’da ulaşım
Amsterdam havalimanından şehrin merkezine (Central Station) trenle ulaşmak mümkün. Bunun için alınan bilet yalnız şehir içinde geçmiyor. (Tek yön 2 kişi için 8,8€ ödedik). Yaklaşık 15-20 dakika süren tren yolculuğu sonrası Central Station’a ulaşabilirsiniz. Burası şehrin merkezi. Yürüyerek şehri gezebileceğiniz gibi tramvaylara da binebilirsiniz. Müzelerin olduğu bölgeye yürümek yorucu olabilir. Ancak Amsterdam’da ulaşım konusunda sıkıntı yok. Metro, tramvay alternatifleri mümkün. Biz hep yürüdüğümüz için bu konu bizde pek sıkıntı yaratmıyor :)

Bence Central Station yakınlarında bir otel bulmakta fayda var. Böylece şehrin merkezinde birçok yere yürüyerek ulaşabilirsiniz. Biz tüm otel rezervasyonlarımızı Booking.com’dan yapıyoruz. Biz Amsterdam Holiday Inn Otelinde kaldık. Central Station’a bir durak uzaklığındaki  Sloterdijk tren istasyonunun hemen dibinde. Temiz, kahvaltısı gayet güzel ve merkeze ulaşımı çok rahattı (4 gece için 568€ ödedik). Tavsiye ederim.

Amsterdam’da başka ne yapılır?

Amsterdam’da çok güzel açık hava pazarları var. Çiçek pazarları, balık pazarları, bit pazarları çeşit çeşit… Bunlardan birkaçını gezmenizi tavsiye ederim

Açık hava pazarları:

En meşhuru Albert Cuyp Pazarı – Albert Cuypstraat (De Pijp)

Organik pazar – Noordermarkt (Jordaan, Noorderkerk yanında)

Bit pazarı – Waterlooplein (Stadhuis-Muziektheater kompleksine yakın)

Çiçek pazarı – Bloemenmarkt (Singel, Koningsplein ile Muntplein arasında)

Pazarlar hakkında daha detaylı bilgi ve kuruldukları günler için aşağıdaki internet adresine bakabilirsiniz.

Çiçek pazarı

Açık hava pazarı


Çiçek pazarı

Hollanda peynirleriyle ünlü bir ülke. Amsterdam’da gezerken bol bol lezzetli peynirleri tadabileceğimiz dükkanlara girdik ve çeşit çeşit peynir yedik. Bizim Münih’te evimizde sürekli yediğimiz Gouda ve Edamer peynirleri Hollanda peyniriymiş. Ben bunu bilmiyordum. Hatta Gouda diye bir bölge var Hollanda’da. Ancak burada daha farklı birçok peyniri deneme imkanı bulduk. Mesela sarmısaklı, kırmızı biberli, karabiberli, pestolu, baharatlı. Buraya gelmişken bu farklı lezzetleri denememek olmaz.

Amsterdam’da yapılacak aktivite çok ve gezilecek daha birçok yer var. Ancak biz bir günümüzü Amsterdam yakınlarındaki Volendam için ayırdık. Amsterdam sokaklarında dolaşırken seyahat acentalarının sattığı günübirlik turlardan satın aldık. Satın aldığımız tur Keukenhof-Marken-Volendam turuydu. Bir balıkçı köyü olan Volendam’da Hollanda peynirinin yapım sırlarını öğrendik kendimiz için peynir satın aldık. Balık yedik. Bu turda Hollanda halkının giydiği yöresel ayakkabılar nasıl yapılıyor öğrendik. Değirmenlerin bulunduğu bölgeye gittik. Bu tur sırasındaki tek hayal kırıklığımız Keukenhof’tu. Lale tarlalarının bulunduğu bölgeye yaptığımız kısa tur tam bir hüsrandı. Çünkü hava çok soğuk olduğu hiç lale çıkmamıştı ki lale zamanında gitmiştik. Buraya lalelerin açtığı zaman gitmenizi tavsiye ederim. Tam bir görsel şölen olacaktır eminim. Biz kapalı alandaki lalelerle yetinmek zorunda kaldık. (Tur 136€ 2 kişi için)







Biz Amsterdam‘a 4 gün 4 gece zaman ayırdık. 1 günü Amsterdam dışında geçirdik. Dediğim gibi Amsterdam’da yapılacak daha çok şey var ancak biz bu 4 günde en önemli highlightları görme gezme imkanı yakaladık. Eğer sadece birkaç gün ayırdıysanız bu büyülü şehre, benim tavsiyem bot turuyla şehri keşfe başlamanız ve şehri yürüyerek ya da bisikletle keşfetmeniz  ve kanal boyu keyfi yapmanız.
Amsterdam’da çok keyifli bir dört gün geçirdik. Bu şehri bir de baharda görmek çok istiyoruz. Eğer siz hala bu güzel şehri görmediyseniz 2013 yılı 29 Ekim tatili ya da Kurban Bayramı bunun için güzel bir fırsat olacaktır.



Amsterdam’da yaşayan sevgili Seda ve Hakan’ın kendi bloglarında paylaştıkları ‘Amsterdam yeme içme rehberi’nin linkini burada ben de paylaşmak istiyorum. Onların tavsiyeleri sayesinde çok güzel mekanlar keşfettik.

AMSTERDAM GEZİ REHBERİ

12. yüzyılda Amstel Nehri çevresinde bir balıkçı köyü olarak kurulan Amsterdam, Hollanda’nın başkenti ve aynı zamanda Avrupa’nın en ünlü şehirlerinden. Özgürlükler şehri olarak bilinen Amsterdam’da gezip görmeniz gereken en ünlü yerler arasında şehrin en hareketli yeri ve merkezi olan Dam Meydanı, ünlü müzeler Rijksmuseum ve Van Gogh Müzesi yer alıyor.
Yurt dışı turları arasında en çok rağbet gören turların başında Benelux turları geliyor. Bu turların vazgeçilmez duraklarından biri de Amsterdam. Bu turlarda genellikle Amsterdam’a bir ya da iki gece vakit ayrılıyor. Bunun dışında az da olsa yalnızca Amsterdam odaklı yapılan turları bulmak mümkün. Bizim tavsiyemiz ise şehre bireysel olarak gitmeniz. İnanın bireysel yapacağınız bir geziden turla yapılanlara göre çok daha fazla keyif alacaksınız. Bunun için tek yapmanız gereken biraz araştırma. Amsterdam gezi rehberi yazıları boyunca, Amsterdam hakkında genel bilgilerden gezilecek yerlere, alışverişten ulaşıma, otel tavsiyelerimizden yeme içme konusuna kadar detaylı birçok konuyu bulabilirsiniz.

Amsterdam Gezi Rehberi

Amsterdam sahip olduğu doğal güzellikler sayesinde Avrupa’nın en çok turist çeken şehirlerinden biridir. Şehirde yer alan 1500’den fazla köprü, Amsterdam’ın “Kuzeyin Venedik’i” olarak adlandırılmasını sağlamıştır. Amsterdam’ın sahip olduğu çeşitli eğlence hayatı ile şehrin özgürlükler kenti olarak bilinmesinde önemli bir etkendir.
Tarihi balıkçı kenti olarak kurulması ile başlayan şehir yüzyıllar boyunca birçok önemli olaya sahne olmuştur. 20. yüzyılda Dünya Savaşlarının etkisini çok fazla hisseden şehir ilerleyen yıllarda farklı ülkelerden göç alarak toparlanmıştır. Günümüzde ise şehir dünyanın en yaşanılacak kentleri arasında yer almaktadır.
Kış aylarının sert geçtiği şehri ziyaret edebileceğiniz en güzel mevsim bahar aylarıdır. Özellikle ünlü lale mevsiminin yaşandığı Nisan-Mayıs ayları şehri ziyaret için en çok tavsiye edilen dönemdir.
Amsterdam tarihi, hava durumu & gezi için en uygun zaman, Amsterdam’da para, döviz, kredi kartı kullanımı, resmi tatiller ve hastaneler gibi önemli bilgileri Amsterdam Gezisi Hakkında Bilgiler sayfasında bulabilirsiniz.

Amsterdam  Gezilecek Yerler

 Amsterdam’da her tarzdan gezgine hitap edebilecek yüzlerce gezi noktası var. Avrupa’nın en önemli sanat galerilerinden en çılgın eğlencelerin yaşandığı yerlere kadar birçok tarzda yer bulabilirsiniz. Dam Meydanı,Kırmızı Fener Mahallesi, Amsterdam Kraliyet Sarayı,Nieuwe Kerk, Anne Frank Huis, Begijnhof,Rijksmuseum, Van Gogh Müzesi, Oude Kerk veAmsterdam Museum şehirde gezip görmeniz gereken en önemli yerlerden bazıları. Tabi bunlar dışında daha onlarca yer keşfedilmeyi bekliyor.
Amsterdam gezi rehberimizin en çok işimize yarayacak bölümü olan Amsterdam Gezilecek Yerler sayfasında Amsterdam’da gezip görmeniz gereken en önemli yerler hakkında genel bilgileri, fotoğrafları, detaylı ziyaret ve ulaşım bilgilerini bulabilirsiniz.

Amsterdam Ulaşım Rehberi

 Avrupa’nın en turistik şehirlerinden olan Amsterdam’a dünyanın bir çok noktasından direk uçak seferleri bulunuyor. Bunun yanı sıra Brüksel ve Paris gibi ünlü Avrupa kentlerinden şehre hızlı trenler ile ulaşmak da mümkün. Şehir içi ulaşım konusu ise gezi boyunca en az zorluk yaşayacağınız konulardan biri. Şehir merkezinde yer alan etkin tramvay ve metro hattı sıkıntı yaşamadan bir çok önemli noktaya ulaşmanızda işe yarayacak. Yakın mesafelere ise kısa bir yürüyüş ile ulaşabilirsiniz.
Eğer Amsterdam gezisini kendiniz organize ediyorsanız havaalanı ve havaalanından şehir merkezine ulaşım konusunda Amsterdam Havaalanı (Schiphol) sayfası işinize çok yarayacaktır. Bunun dışında ulaşım konusunda ihtiyacınız olabilecek tüm detaylı bilgileri Amsterdam Ulaşım Rehberi sayfasında bulabilirsiniz.

Amsterdam Alışveriş Rehberi

 Amsterdam hediyelik alışverişi konusunda Avrupa’da en bol seçeneklere sahip şehirlerden biri. Hollanda kültürünün en önemli simgelerinden olan Hollanda peyniri ve laleler şehirde alabilecekleriniz arasında ilk sırada yer alıyor. Bunlar dışında tahta ayakkabılar, porselenler ve Red Light District ve marijuana temalı eğlenceli eşyalar kendinize ve sevdiklerinize alabileceğiniz bir takım alternatifler. Şehirden alabileceğiniz tüm bu hediyelik eşyalarıAmsterdam’dan Ne Alınır? sayfasında.
Amsterdam’da alışveriş yapabileceğiniz çoğu sokağın araç trafiğine kapalı olması eğlenceli bir şekilde alışveriş yapmanıza olanak sunuyor. Sokak pazarı kültürü bakımından zengin olan şehirde alışveriş yapabileceğiniz AVM sayısı ise kısıtlı.  Amsterdam’da alışveriş hakkında gerekli tüm bilgiler Amsterdam Alışveriş Rehberi sayfasında yer alıyor.

Hollanda Mutfağı & Amsterdam Yemekleri

 Amsterdam’ın bir ticaret ve liman kenti olması yemek kültürünü etkilemiştir. Yemekler üzerinde farklı kültürlerin esintileri rahatça gözlenebilir. Et ve sebzenin yemek kültüründe birleştiği Amsterdam’da öğle yemekleri 12.00 – 14.30 yenirken akşam yemekleri de 18.00 – 22.00 saatleri arasında yenilmektedir. Yöresel lezzetler konusunda ise Amsterdam bir çok seçeneğe sahiptir. Hollanda Peynirleri gezi sırasında tadına bakmanız gereken en önemli lezzetlerden. Dilerseniz peynirler güzel birer de hediye alternatifi. Bunun dışında şehrin bir çok köşesinde yer alan patates kızartması yapan ufak işletmelerden de kızartmaların tadına bakabilirsiniz. Gurbetçi nüfusunun yoğun olduğu şehirde birçok kaliteli Türk restoranı da bulabilirsiniz.
Şehirde tadına bakabileceğiniz yöresel yemekler hakkında bilgiler Amsterdam’da Ne Yenir?, ülke mutfağı ve Amsterdam yemekleri hakkında merak edebileceğiniz bilgiler Hollanda Mutfağı & Amsterdam Yemeklerisayfasında.

I Amsterdam Card


Amsterdam’da katılabileceğiniz turlar ve ulaşımda çok faydalı sağlayan bir şehir indirim kartı bulunuyor, adı I Amsterdam Card. Kart sahip olduğu 24, 48 ve 72 saatlik seçenekleri ile gezi boyunca çok daha ekonomik bir tatil yapmanıza olanak veriyor. Kartınızı toplu taşımada kullanabileceğiniz gibi belli müze ve eğlence yerlerinde ücretsiz giriş ya da indirimli giriş için de kullanabilirsiniz. Detaylar I Amsterdam Card sayfasında.



Mavi Yeşil Karadeniz Turu